yukarı kaydırma oku

YAZI KOPYALAMA ENGELİ

sağtuş engeli

ANA MENÜ

ZEKAT MALIN ARINDIRILMASI

ZEKAT MALIN ARINDIRILMASI

Abdullah (b. Ömer) tarafından nakledildiğine göre,
Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:
“İslâm beş esas üzerine kurulmuştur: Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın Resûlü olduğuna şahitlik etmek, namazı dosdoğru kılmak, zekât
vermek, Kâbe'yi haccetmek ve Ramazan orucunu tutmak.”
(M113 Müslim, îmân, 21)


***

İbn Abbâs'tan nakledildiğine göre... Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur: “Allah, zekâtı ancak mallarınızın kalan kısmını temizlemek için farz kıldı...”
(D1664 Ebû Dâvûd, Zekât, 32)


***

Ebû Hüreyre'den nakledildiğine göre, Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur: “Sadaka/zekât vermek, maldan hiçbir şey eksiltmez...”
(M6592 Müslim, Birr, 69)


***

Ebû Mâlik el-Eş'arî'den nakledildiğine göre, Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur: “...Zekât, (kişinin Müslümanlığının) bir delilidir...”
(İM280 İbn Mâce, Tahâret, 5)


***

Kâ'b b. Ucre diyor ki: “Allah Resûlü (sav) bana şöyle buyurdu: 'Sadaka/zekât vermek, suyun ateşi söndürdüğü gibi hataları yok eder…'”
(T614 Tirmizî, Cum'a, 79; İM4210 İbn Mâce, Zühd, 22)


***************************

Veda haccı öncesiydi. Resûl-i Ekrem, yakın dostlarından Ebû Musa el-Eş'arî ve Muâz b. Cebel'i Yemen bölgesine göndermeye karar verdi. Onları çağırıp
durumu anlattıktan sonra şu tavsiyelerde bulundu: “Kolaylaştırın, zorlaştırmayın! Müjdeleyin, nefret ettirmeyin!” 1
Ardından Muâz'a döndü ve dinî emirler hususunda şöyle buyurdu: “Sen Ehl-i kitap (hıristiyan) olan bir topluluğa gidiyorsun. Onları önce Allah'tan başka ilâh
olmadığını ve benim O'nun elçisi olduğumu kabule davet et. Bu konuda itaat ederlerse, onlara günde beş vakit namazın farz olduğunu haber ver. Buna da itaat
ederlerse Allah'ın kendilerine zekâtı farz kıldığını ve zekâtın zenginlerinden alınıp fakirlerine dağıtılacağını haber ver. Bunu da kabul ederlerse kendilerinden zekât al.
Ancak zekât tahsil ederken mallarının en değerlisini alma! Mazlum kimselerin bedduasından da sakın. Çünkü Allah ile mazlumun duası arasında perde yoktur.” 2
Bütün semavî dinlerde muhtaç insanların korunmasına yönelik bazı tedbirlerin alındığı ve zekâtın emredildiği görülmektedir. 3 Tevrat'ta yabancılara,
öksüzlere ve dul kadınlara zekât verilmesinin gerekliliği vurgulanırken, 4 İncil'de zekât vermenin ahlâkî görevler gibi gerekli olduğu anlatılmaktadır. 5
Kur'ân-ı Kerîm'de de yahudilerin zekât vermekle yükümlü tutuldukları, 6 Hz. İbrâhim, Hz. İshak, Hz. Yakub ve Hz. İsa gibi çeşitli peygamberlere de zekât
ibadetinin emredildiği bildirilmektedir. 7
Kur'ân-ı Kerîm'de müşriklerden söz edilirken, “Tevbe edip namazı kılar ve zekâtı verirlerse, artık onlar sizin din kardeşlerinizdir.” 8 buyrulması, zekâtın
Müslüman olmanın en belirleyici unsurlarından biri olduğunu göstermektedir. Nitekim Hz. Peygamber de zekâtı İslâm'ın beş temel esasından biri olarak
değerlendirmiş ve şöyle buyurmuştur: “İslâm beş esas üzerine kurulmuştur: Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın Resûlü olduğuna şahitlik
etmek, namazı dosdoğru kılmak, zekât vermek, Kâbe'yi haccetmek ve Ramazan orucunu tutmak.” 9
Kur'ân-ı Kerîm'in Mekke'de nâzil olan âyetlerinde zekâta vurgu yapılması, risâletin ilk dönemlerinden itibaren konunun önemsendiğini göstermektedir. 10
Nitekim Ca'fer b. Ebû Tâlib Habeşistan kralı Necâşî ile konuşmasında da Peygamber Efendimizin insanlara zekât vermeyi tavsiye


ettiğini belirtmiştir. 11 İlk dönemlerden itibaren sahâbe, bu ibadeti kısmen de olsa uygulamışlardı. Ancak Mekke döneminde henüz zekâtın farz oluşuna,
hangi mallardan, ne kadar, ne zaman ve nasıl verileceğine dair bir âyet nâzil olmamıştı. Allah Resûlü'nün bu konuda ayrıntılı bir uygulaması yoktu. Öyle
anlaşılmaktadır ki, Mekke döneminde inen âyetlerde sözü edilen zekât ve sadaka, Müslümanların gönüllü olarak yapacakları nafile bir ibadet şeklindeydi.
Zaten o günlerde Müslümanların çoğu Mekke'de geçim sıkıntısı çekiyor, kendi hâllerinde yaşayıp, canlarını korumaya çalışıyorlardı. Verilecek malın miktarı
müminlerin takdirine bırakılmıştı. Malının çoğunu veren olduğu gibi, bir bölümünü veren de oluyordu. Sahâbeye yön veren o günün şartları ve ihtiyaçları
idi.
Müslümanlar Medine'ye hicret ettikten sonra, şartların iyileşmesiyle daha düzenli bir yapı içinde yaşamaya başladılar. Bu dönemde, önceden tavsiye ile
yaptıkları bazı uygulamalar bağlayıcı hâle gelmişti. Medine'de inen âyetlerde bu vurgu açık bir şekilde görülmekteydi. 12 Hicretin ikinci yılından sonra 13
Resûlullah (sav) zekâtın hangi mallardan verileceğini, verilecek malın miktarını ve şartlarını anlatarak farz olan zekâtın sınırlarını belirlemeye başladı.
Kur'ân-ı Kerîm'de, “Sana Allah yolunda ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki: İhtiyaç fazlasını.” 14 âyetiyle ancak belli bir miktarda malı olanların zekâtla
yükümlü olduğu bildiriliyordu. Aynı şekilde Allah yolunda yapılan harcamalarda, “ne elin sıkılığı, ne de büsbütün açık olması” 15 istenmekteydi. Müminlerin
dengeli hareket etmelerine dönük bu uyarı, Peygamberimizin ashâbına tavsiyeleri ile zihinlerde iyice şekilleniyordu. Nitekim elde ettiği bütün malı getirip
Allah yolunda harcamak isteyen Ebû Husayn es-Sülemî'yi kastederek Allah Resûlü, “Biriniz, sahip olduğu bütün malını getirip, 'Bu, sadakadır.' diyor, sonra da
oturup insanlara avuç açıyor. Zekâtın en hayırlısı, verildikten sonra sahibini muhtaç duruma düşürmeyendir.” 16 buyurmuştu. Zekât veren kişi, belirlenen miktarı
dağıttıktan sonra fakirleşmemeliydi. 17 Bu nedenle verilecek zekât miktarı hesaplanırken ailenin temel ihtiyaçları 18 ve ticaret ehlinin demirbaş
malzemeleri 19 nisap miktarına dâhil edilmiyordu.
Zamanla zenginler mallarının zekâtını bir yılda kaç kez vermeleri gerektiğini merak etmeye başladılar. Aynı zamanda fakirlerin hakkının muhafazası için de
elde edilen malın zekâtının ne zaman verileceği bilinmeliydi. Resûlullah (sav), “Allah'ın (dinine) göre, kişinin kazandığı malın üzerinden bir yıl geçmedikçe zekât
alınmaz.” 20 buyurarak zekâtın verileceği



zaman dilimini belirlemişti. Böylece bir yıl dolmadıkça varlıklı insanlardan zekât alınmayacaktı.
Allah Teâlâ, zekât verenlerden sırf O'nun rızasını gözetenleri mükâfatlandıracağını müjdeleyerek bu ibadetin riyasız bir şekilde yerine getirilmesi gerektiğini
vurgulamaktadır. 21 Dolayısıyla, zekât bir “borç/yük” gibi algılanmamalı, gönülden yerine getirilen bir ibadet olmalıdır. 22 Bu bağlamda Allah Resûlü, bir
taraftan muhtaç insanlara yapılan yardımların Allah tarafından kabul edilip mükâfatının da sürekli artacak şekilde değerlendirileceği müjdesini verirken; 23
diğer taraftan da zekâtı verilmeyen her bir malın, sahibi için acıklı bir azap vesilesi olacağı uyarısında bulunuyordu. 24
Zenginin, Rabbinin rızasına ermek arzusuyla yerine getirdiği farz bir ibadet olan zekâtın birçok hikmetleri vardır. Öncelikle zekât, bir yandan fakirlerin
ihtiyacını karşılarken, diğer yandan da veren kişinin şahsiyetini geliştirmekteydi. Zekât, hem maldaki kirleri temizlemekte hem de sahibini arındırmaktadır.
Nitekim Yüce Allah Hz. Peygamber'e hitaben, “Onların mallarından zekât al ki, bununla onları temizleyesin ve arındırasın.” 25 buyurmaktadır. Bu ise, zekâtın
kişilere sağladığı maddî yararları vurguladığı gibi, konunun mânevî/ruhî boyutuna da işaret etmekteydi. Bu açıdan bakıldığında zekât vermek, hem malın
hem de nefsin temizlenmesine yardımcı olmaktadır. Çünkü nefis, cimrilik ve aşırı dünya sevgisi ile yoğrulmuştur. 26
“Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” 27 buyuran Yüce Rabbimiz, insanın benliğinde yer alan cimrilik hastalığının giderilmesi
gerektiğine vurgu yapmaktadır. Kişi, zekât vermek suretiyle cimrilik hastalığından kurtulmakla kalmaz, aynı zamanda da kendisini cömertliğe alıştırır.
Böylece o, Yüce Allah'ın övgüsünü kazanır. Bu yönüyle zekât, cimrilik hastalığına şifa veren bir ilaç olur, kişiyi maddenin ve menfaatin esiri olmaktan
kurtarır.
Allah, insanlar arasında inanan-inanmayan şeklinde bir ayrım yapmaksızın, herkese mal mülk verir. 28 Ancak bir insanın elinde mal ve mülkün bulunması
onun Allah katında değerli bir şahıs olduğu anlamına gelmez. Mal sahibini değerli kılacak olan şey, o nimetlerin kadrini bilmesi ve şükrünü yerine
getirmesi, yani malında fakirin hakkı bulunduğunu bilerek bunu ödemesidir. Bu anlamda insan, evlâtlarıyla olduğu gibi mallarıyla da imtihan
edilmektedir. 29 İnsanların en fazla yanıldıkları konu ve başarısız oldukları imtihanlardan biri de mala olan aşırı düşkünlükleridir.


Bu yüzden Sevgili Peygamberimiz ümmetinin böylesine bir mal sevgisine kapılmasından duyduğu endişeyi dile getirmiştir. 30
İbn Abbâs'ın anlattığına göre, “Altın ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanlar yok mu, işte onlara elem verici bir azabı müjdele!” 31 âyeti inince
Müslümanlar bu uyarı karşısında tedirgin oldular. Artık çocukları için mal bırakamayacakları endişesine kapıldılar. 32 Bunun üzerine Hz. Ömer, “Ben
(konunun aslını öğrenip) sizi rahatlatırım.” diyerek Allah'ın Resûlü'ne gitti ve “Ey Allah'ın Peygamberi! Ashâbın, bu âyetin ağırlığı altında eziliyor!” dedi.
Allah Resûlü onun endişesini giderecek şekilde, “Allah, zekâtı ancak mallarınızın kalan kısmını temizlemek için farz kıldı, mirası da sizden sonrakilere kalması için
farz kıldı.” buyurdu. Efendimizin bu sözleri karşısında Hz. Ömer, (sevincinden) tekbir getirdi. 33
Bu diyalog aynı zamanda Peygamber Efendimizin, “Altın, gümüş ve güzel elbiselerin kulu olanlara yazıklar olsun!” 34 sözünden neyi kastettiğini de
açıklamaktadır. Dolayısıyla bu noktada kınanan durum mal sahibi olmak değildir. Aksine zekâtı verilen bir mala sahip olmak hem makbul hem de istenen
bir durumdur. Nitekim Allah Resûlü'nün, “Salih insanlar için temiz mal ne kadar da güzeldir!” 35 buyurması da bu duruma işaret etmektedir.
Bedenin şükrü olduğu gibi, elde edilen malın da şükrü vardır. Efendimiz (sav), “Her şeyin bir zekâtı vardır. Bedenin zekâtı da oruçtur.” 36 buyururken insanın
sahip olduğu her bir nimete karşı şükretmesi gerektiğini vurgular. Bu anlamda zekât, Allah'ın verdiği mala karşı şükür vazifesidir. Bedenin zekâtı olan
orucun insan bedenini maddî ve mânevî olarak temizlemesi gibi, zekât da malı arındırır, bela ve musibetlere karşı ona korunak sağlar.
Zekât vesilesiyle mallarını gönüllü olarak harcamaya alışan müminler, kendileri kadar, diğer ihtiyaç sahiplerini de düşünürler. Artık 'ben' duygusu, 'biz'
duygusuna dönüşmeye başlar. Bu duyguya sahip olan kişi, gerektiğinde zekât dışında da malî yardımlarda bulunur. Böylece kendi malından fedakârlık
yaparak sevap kazanmaya çalışan kimse, başkalarının malını haksız yollarla elde etmeye kalkışmaz.
Zekâtın, malı temizleyen bir vasıta 37 olduğunu vurgulayan Hz. Peygamber, “Mallarınızı zekât vererek korumaya alınız!” 38 buyurmak suretiyle de zekâtın
mânevî bir zırh olduğunu hatırlatır. Öte taraftan zekâtı verilmediği için temizlenmeyen, içerisinde fakirin hakkı olan bir malın akıbetinin hayırlı
olmayacağını bildirir. 39


Nebî (sav), “Allah, ganimetten haksız yere alınan (haram) bir maldan verilen sadaka ile abdestsiz kılınan namazı kabul etmez.” 40 ve “Allah güzeldir ancak güzel
olan şeyleri kabul eder.” 41 buyurarak zekâtın ancak helâl ve temiz mallardan kabul edileceğini bildirir. Şu hâlde namaz için abdest ile temizlik nasıl şart ise,
zekât için de malın helâlinden kazanılmış olması şarttır. Böylece toplumda üretim faaliyetlerine mânevî ve ahlâkî bir boyut kazandırılarak insanlara dürüst
iş yapma, helâl mal kazanma ve harcama bilinci aşılanmaktadır.
Kur'ân-ı Kerîm'de Allah rızası gözetilerek güzel bir şekilde infak edilen mal, Allah'a verilmiş bir borç sayılmakta ve karşılığının kat kat fazlasıyla yine Allah
tarafından ödeneceği bildirilmektedir. 42 Şeytan insana Allah yolunda harcamakla fakir olacağı şeklinde vesvese vermekte, 43 Yüce Allah ise zekâtlarını
gereğince ve sadece O'nun rızası için verenlerin aslında mallarını kat kat artırdıklarını 44 ve verilen her zekâtın karşılığının ödeneceğini 45 müjdelemektedir.
Peygamber Efendimiz de müminlere zekât vermekle mallarının azalmasından korkmamaları gerektiğini şu şekilde açıklar: “Sadaka/zekât vermek, maldan
hiçbir şey eksiltmez.” 46 Malın artma ve azalma ölçüsünün sadece miktarla ilgili olmadığı düşünülürse, görünürde eksilmiş gibi olan malın, aslında zekâtı
ödendiği için bereketlenip daha verimli hâle geldiği veya geleceği anlaşılır. “Allah, verilen sadakaları/zekâtları artırır.” 47 âyeti de bu durumu en güzel şekilde
izah etmektedir.
Yüce Rabbimiz zekâtı farz kılmakla ihtiyaç sahiplerini elde edilen gelirde hak sahibi yapmıştır. Böylece zekâtla desteklenen muhtaç kişi, genel servet içinde
bir payının olduğunu bilerek, zihnini meşgul eden fakirlik sıkıntısını hafifletmiş olur. Bu şekilde sıkıntıya maruz kalan onurlu insanların dilencilik ve
karamsarlık gibi durumlara düşmelerinin önüne geçilmiş olur.
İslâm, insanların dünya saadetini önemsemiştir. Bazı rivayetlerde iyi bir eş, geniş bir ev, iyi bir binek birer saadet vesilesi olarak sunulmaktadır. 48 Öte
taraftan Allah Resûlü, fakirliğin istenilmeyen, hatta Allah'a sığınılması gereken bir hâl olduğunu da belirtmiştir. 49 Asıl olan, her ferdin bütün imkânlarını
zorlayarak kendi geçimini temin etmesidir. 50 Fakat bu imkânları elde edemeyip varlık sahibi olamayan insanların ihtiyaçlarının giderilmesi ve onların da
aktif ve verimli bir şekilde toplum hayatına katılımlarının sağlanması toplumun genel huzuru açısından önemlidir. Bir yıl boyunca değişik ticarî faaliyetlerle
insanlar arasında dolaşan servet, zekât vesilesiyle muhtaç kimselere de ulaşmaktadır. Böylece normal ticarî faaliyetlerdeki muhtemel dengesizlikler ve gelir
dağılımındaki uçurumlar



asgarîye indirilmiş olur, toplumun bütün kesimlerinin bir şekilde mal dolaşımına dâhil edilmesi sağlanır.
Zekât, İslâm'ın ilk kutlu kuşağı sahâbe tarafından çok iyi anlaşılıp uygulanmıştı. Abdullah b. Mes'ûd, kendilerinin namazı dosdoğru kılmakla, zekâtı
vermekle emrolunduklarını hatta zekât vermeyenin namazının bile kabul edilmeyeceğini söylüyordu. 51 Allah Resûlü'nün vefatından sonra halife olan Hz.
Ebû Bekir ise, Müslüman oldukları hâlde bazı kimselerin zekât vermek istememeleri üzerine, zekât ve namazın birbirinden ayrılamaz dinî yükümlülükler
olduğunu bildirmiş, hatta gerekirse bu kimselere karşı savaş açacağını ilân etmişti. 52
Malî bir yükümlülük olan zekât, kişinin dünya malına karşı dengeli bir duruş içinde olmasını sağlar. Toplumsal boyutları açısından değerlendirildiğinde,
kardeşlik ve paylaşma duygularını geliştirir. Zekâtını veren zengin, servetini mümin kardeşiyle paylaşmanın hazzını, güzelliğini yaşar. Bilir ki verdiği zekât
hem bu dünyada arınması hem de âhirette ecir kazanması için Hz. Peygamber'in deyişiyle “delil” olacaktır. 53 Yine Sevgili Peygamberimizin müjdelediğine
göre, “Sadaka/zekât vermek, suyun ateşi söndürdüğü gibi hataları yok eder.” 54 İhtiyaç sahiplerinin bu paydan yararlandıkları sırada yaşadıkları sevinç ve
memnuniyet, verenin gönlünde huzura ve genişliğe dönüşür. Böylece zekâtın tam olarak verildiği yerlerde denge ve sükûnet egemen olur. Yoksul, zengin
kardeşinin malına kem gözle bakmak şöyle dursun, kendisi de yararlandığı için o malı kendi gözü, kendi malı gibi korur, kollar. Böyle bir ortamda,
hırsızlık, kapkaç ve gasp gibi malî suçlar azalır, zamanla yok olur.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

EN ÇOK İLGİ GÖRENLER

HADİSLERLE İSLAM ANA MENÜ

HADİSLERLE İSLAM ANA MENÜ HADİSLERLE İSLAM CİLT 1 HADİSLERLE İSLAM CİLT 2 HADİSLERLE İSLAM CİLT 3 HADİSLERLE İSLAM CİLT 4 HA...