HZ. PEYGAMBER DÖNEMİNDE MÜŞRİKLERLE HİKMETLİ MÜCADELESİ
Hz. Ali'den rivayet edildiğine göre,
Ebû Cehil, Hz. Peygamber'e (sav) şöyle dedi:
“Biz seni yalanlamıyoruz, senin getirdiklerini (vahyi) yalanlıyoruz.” Bunun üzerine Allah şu âyeti indirdi: “…Aslında onlar seni yalanlamıyorlar. Bu zalimler
açıkça Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorlar.”
(En'âm, 6/33; T3064 Tirmizî, Tefsîrü'l-Kur'ân, 6)
***
Câbir b. Abdullah anlatıyor: “Resûlullah (sav) (tebliğin ilk yıllarında) Arafat'ta vakfe yerinde bulunan insanlara kendisini tanıtarak şöyle buyururdu: 'Beni
kavmine götürecek kimse yok mu? Kureyş (müşrikleri) beni, Rabbimin kelâmını tebliğ etmekten alıkoymaktadır.' ”
(D4734 Ebû Dâvûd, Sünnet, 20; T2925 Tirmizî, Fedâilü'l-Kur'ân, 25)
***
Habbâb b. Eret şöyle demiştir: Allah Resûlü (sav) Kâbe'nin gölgesinde elbisesini yastık yapıp uzanmış vaziyette iken kendisine (Kureyş müşriklerinin
eziyetlerinden) şikâyette bulunmuş ve “Bizim için (Allah'tan) yardım dileyemez misin? Bizim için dua edemez misin?” demiştik. Bunun üzerine o şöyle
buyurmuştu: “Sizden önceki ümmetler içinde öyle kişiler vardı ki müşrikler tarafından yakalanır, onun için yerde bir çukur kazılır, o kişi o çukurun içine gömülürdü.
Sonra büyük bir testere getirilir, onun başı üzerine konulurdu da başı iki kısma ayrılırdı. Bir başkasının da demir taraklar ile etinin altındaki kemiği ve sinirleri
taranırdı ama bu işkenceler o mümini dininden çeviremezdi. Allah'a yemin ederim ki bu din kesinlikle tamamlanacaktır. Öyle ki biniti üzerinde bir kimse (tek başına)
San'â'dan Hadramevt'e kadar gidecek de Allah'tan başka hiçbir şeyden korkmayacaktır… Fakat sizler acele ediyorsunuz!”
(B6943 Buhârî, İkrâh, 1)
*****************
Mukaddes şehir Mekke, insanlığın kurtuluşu için yeni bir ümidin ve yeni bir doğumun muştusuna sahne olmuştu. Allah Resûlü'nün peygamber olarak
gönderilişinin üzerinden birkaç yıl geçmiş, ilâhî mesajların açıktan açığa insanlara duyurulma vakti gelmişti. Yüce Allah, Elçisi'ne en yakın akrabasından
başlamak 1 üzere insanları uyarması talimatını vermişti. Bunun üzerine Allah Resûlü, Safâ tepesine çıkarak aynı soydan gelen akrabalarına: “Ey Fihroğulları,
ey Adîoğulları...” diye oymak oymak seslenmişti. 2 Belli ki çok önemli bir meseleyi görüşmek, konuşmak istemekteydi. Sevilen, güvenilen birisi olduğu için
çağrıyı duyan yakın akrabaları hemen oraya koşmuşlardı. Topluluk merakla neler olacağını beklemeye koyulmuştu ki, Hz. Peygamber (sav) söze başladı:
“Ne dersiniz, size şu dağın arkasında (sizinle savaşmak üzere) atlılar bekliyor diye haber versem bana inanır mısınız?” Onlar, “Biz senden hiç yalan işitmedik.”
demişlerdi. Bunun üzerine Allah Resûlü, “Öyle ise yakında gelecek çok çetin bir azap öncesinde sizi uyarıyorum.”
Toplantıya katılanlar arasında müşriklerin ileri gelenlerinden Ebû Leheb de vardı. Hemen söze atıldı ve toplantının amacına ulaşmasına mani olmak için, “
Yazıklar olsun sana! Bizi buraya bunun için mi topladın!” dedi, sonra oradan ayrıldı. Hz. Peygamber'in (sav) amcalarından olan Ebû Leheb'in bu sert
muhalefeti üzerine şu âyetler nâzil oldu: “Ebû Leheb'in elleri kurusun. Zaten kurudu da! Ona ne malı, ne de kazandığı fayda verdi! O, alevli bir ateşe girecek. Ve
karısı da boynunda hurma lifinden bükülmüş bir ip olduğu hâlde odun hamalı olarak (ateşe girecek).” 3
Oradaki herkes gibi Ebû Leheb de bir müşrikti. Yani “Allah'ın dışında uydurma ilâhları O'na ortak koşan bir kimse idi. Kur'an Mekkelilerin çoğunluğunu
oluşturan müşriklerin ortak koşmalarından, bâtıl inançlarından ve bazı olumsuz davranışlarından bahseder. Söz gelimi, Kur'an'da Allah'a inanmakla birlikte
putlara da tapınmak, 4 Allah'a oğul ve kız isnadında bulunmak, 5 putları şefaatçi yani Allah'a yakınlaşma vasıtası olarak görmek 6 ve O'na bâtıl zan ve
isnatlarda bulunmak 7 gibi hususlara dikkat çekilmektedir. Müşriklerden bahseden âyetler, onları, putlardan yardım bekleyen, Allah'ı ve âyetlerini
yalanlayan ve kıyamet gününün varlığına inanmayan kimseler olarak takdim etmektedir. 8
Dolayısıyla âyetlerde onların asla dost edinilmemesi ve onlardan yardım talep edilmemesi emredilmektedir. 9
Allah Resûlü, başlangıçta Mekkeli müşrikleri İslâm'a davet etmiş, fakat karşılığında çok farklı tepkiler almıştı. Müşrikler önce aleyhte faaliyette bulunmak
suretiyle İslâm'a daveti engellemeye çalışmışlar ve hatta Hz. Ömer'in Müslüman oluşuna kadar Müslümanların Kâbe'de alenen namaz kılmalarına mani
olmuşlardı. 10 Allah Resûlü, panayırlara gelenleri İslâm'a davet ederken amcası Ebû Leheb onu takip ederek, “Ona uymayın, onu dinlemeyin!” diye
telkinlerde bulunurdu. 11 Müşrikler ayrıca, münazara ve tartışma ortamı oluşturarak davete engel olmaya çalışırlardı. Nitekim müşriklerin ileri gelenleri,
“Ey Muhammed! Gel, biz senin dinine uyalım, sen de bizim dinimize uy. Bir sene sen bizim ilâhlarımıza tap bir sene de biz senin ilâhına tapalım. Eğer senin
getirdiğin bizimkilerden daha hayırlıysa biz de sana bu konuda ortak olmuş ve ondan nasibimizi almış oluruz.” demişler ve bunun üzerine Kâfirûn sûresi
indirilmişti: “De ki: Ey kâfirler! Ben sizin taptıklarınıza tapmam. Siz de benim taptığıma tapmazsınız...” 12 Müşrikler sadece Resûlullah'a eziyet etmekle
kalmamış, aynı zamanda ashâbına da işkence etmişlerdir. Nitekim sahâbe-i kirâmdan Abdullah b. Mes'ûd, 13 Ammâr b. Yâsir, Süheyb b. Sinân, Bilâl-i
Habeşî, Mikdâd b. Esved 14 ve Abdurrahman b. Avf 15 gibi isimler de bundan nasibini almışlardı. Müslümanların Allah Resûlü'nün izniyle Habeşistan'a
yaptıkları hicret de müşriklerin Müslümanlara yaptıkları bu eza ve cefanın bir neticesiydi. 16
Müşriklerin İslâm'a ve Elçisi'ne karşı gösterdikleri bu tahammülsüz muhalif tavırları, zamanla artan bir sertleşme seyri izlemiş ve özellikle putperestliği
eleştiren 17 ve putların hiçbir güce sahip olmadıkları, 18 sadece müşrikler tarafından uydurulmuş birer isimden ibaret oldukları mesajını veren 19 âyetler
geldikçe, İslâm davetine karşı düşmanlık boyutuna varan tepkiler ortaya çıkmıştı. Allah Resûlü'ne karşı gösterilen bu tepkinin temelinde önemli ölçüde
ticarî kaygı ve buna bağlı olarak Mekke'nin liderliğini elinde tutan seçkin sınıfın menfaatlerinin kaybolması endişesi 20 yatıyordu.
Müşriklerin elebaşları, İslâm davetinin yayılması durumunda kendi otorite ve egemenliklerinin büsbütün tehlikeye gireceği endişesini taşıyorlardı. Aslında
onlar Allah'ın Resûlü'ne değil otoritelerini sarsan vahye karşı çıkıyorlardı. Bir keresinde bu gerçeği Ebû Cehil Allah Resûlü'ne açıkça dile getirmişti: “Biz seni
yalanlamıyoruz, senin getirdiklerini yalanlıyoruz.” Bunun üzerine Allah şu âyeti indirmişti:
“...Aslında onlar seni yalanlamıyorlar. Bu zalimler açıkça Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorlar.” 21 Müşrikler bu nedenle öncelikle Allah Resûlü'nün tebliğ
faaliyetlerine mani olmaya kalkıştılar. Bu maksatla hac yapmak için Mekke'ye gelen kabilelere davetini ulaştırmaya çalışan Allah Resûlü'ne zorluk
çıkarıyorlardı. Resûlullah (sav) Mekke'ye gelen gruplara kendini tanıtarak şöyle diyordu: “Beni kavmine götürecek kimse yok mu? Kureyş (müşrikleri) beni,
Rabbimin kelâmını tebliğ etmekten alıkoymaktadır.” 22
Müşrikler, Kur'an okunduğunu duyduklarında, hem Kur'an'a, hem onu indirene hem de onu getiren Allah Resûlü'ne ağır küfürler savuruyorlardı. Bu
sebeple müminlerden, Mekke'de Kur'an okuyacakları zaman gizli ile aşikâr arası bir okuyuş tarzını seçmeleri istenmişti. 23 Müşrikler, dinî konularda
tartışmalar çıkarmak suretiyle de Allah Resûlü'nü zor durumda bırakmaya çalışıyorlardı. 24 İncitici ve yakışıksız sözler sarf ederek onu ashâbı arasında
mahcup edip alaya alıyorlardı 25 Bir ara vahyin bir müddet gecikmesi üzerine, “Muhammed (Rabbi tarafından) terk edildi.” diyerek rahatsızlık vermeye
çalışmışlardı. Bu olay üzerine Yüce Allah, “Andolsun kuşluk vaktine ve sükûna erdiğinde geceye ki Rabbin seni bırakmadı ve sana darılmadı da.” 26 âyetlerini
indirmişti. 27
Allah Resûlü'nün etrafında birikenlerin sayısı giderek arttıkça müşriklerin de tehdit ve şiddete yönelik tavırları artıyordu. Nitekim bir gün Ukbe b. Ebû
Muayt Allah Resûlü'nü Kâbe'de namaz kılarken görünce üzerindeki elbiseyi boğazına dolayarak onu boğmaya kalkışmış, Hz. Ebû Bekir'in zamanında
yetişmesiyle oradan uzaklaştırılmıştı. 28 Ebû Cehil de aynı şekilde Resûlullah'ı Kâbe'de namaz kılarken görürse boğazını sıkacağını söylemişti. Bu sözler Hz.
Peygamber'e iletildiğinde o, böyle bir şey yapması durumunda meleklerin onun hakkından geleceğini söylemişti. 29 Benzer bir şekilde Ebû Leheb ile şerde
ortaklık kuran ve bu birlikteliği cehenneme kadar uzanacak olan hanımı da Peygamber Efendimizin geçtiği yollara dikenler atmıştı. 30
Bir başka seferinde Allah Resûlü Kâbe'nin yanında namaz kılarken Ebû Cehil ve yandaşları gizli bir plan yapmışlar ve secdeye vardığında yeni boğazlanmış
bir devenin işkembesini sırtına koyarak kahkaha atıp eğlenmişlerdi. O günlerde henüz yaşı küçük olan kızı Hz. Fâtıma gelerek babasının üzerini temizlemiş
ve yaşının küçük olmasına rağmen onlara sert sözler söylemişti. Allah Resûlü namazını tamamladıktan sonra üç defa, “Allah'ım, Kureyş'i sana havale
ediyorum!” demiş ve ardından,
“Allah'ım, Ebû Cehl b. Hişâm'ı, Utbe b. Rebîa'yı, Şeybe b. Rebîa'yı, Velîd b. Ukbe'yi, Ümeyye b. Halef'i ve Ukbe b. Ebû Muayt'ı sana havale ediyorum!” sözleriyle
Rabbine sığınmıştı. 31 Bedir Savaşı sırasında yaşı henüz genç olan sahâbîlerden Abdullah b. Mes'ûd'un anlattığına göre, Resûlullah'a eziyet eden müşriklerin
bu elebaşları Müslümanlar tarafından tek tek yere serilmişler ve hak ettikleri cezayı bulmuşlardı. 32
Müşriklerin ileri gelenleri Peygamber Efendimizin bunca eziyete rağmen davasından vazgeçmediğini görünce Dârünnedve'de toplanmışlar ve Utbe b.
Rebîa'yı Resûlullah'la konuşmak üzere göndermişlerdi. Utbe, Allah Resûlü'ne, “Vallahi biz, kavmine karşı senden daha fazla uğursuzluk getiren bir yeni
yetme görmedik. Topluluğumuzu parçaladın, düzenimizi bozdun, dinimizi ayıpladın. Bizi Araplar arasında rezil rüsva ettin. Hatta aralarında, Kureyş içinde
bir sihirbaz, bir kâhin çıktığı iddiaları dolaşmaya başladı. Artık birbirimizi kılıçla doğru yola getirmekten başka çaremiz kalmadı. Ey adam! Eğer amacın
evlenmekse, Kureyş'in hangi kadınlarını istersen seç, seni onlarla evlendirelim. Eğer istediğin malsa, seni Kureyş'in en zengin adamı yapacak kadar mal
toplayalım.” dedi. Allah Resûlü, onun bu sözlerine şu âyetlerle 33 karşılık verdi: “Hâ mîm, (Bu Kur'an) Rahmân ve Rahîm (olan Allah) katından indirilmiştir...
Eğer onlar yüz çevirirlerse onlara de ki: Ben sizi Âd ve Semûd kavimlerini çarpan yıldırım gibi bir yıldırıma karşı uyarıyorum.” 34
Resûlullah (sav) Mekke'de kaldığı sürece ne kadar zor ve sıkıntılı günler geçirdiğini şu sözlerle ifade etmişti: “Bana, Allah yolunda, hiç kimsenin yaşamadığı
kadar büyük bir korku yaşatıldı. Yine bana, Allah yolunda, hiç kimsenin çekmediği kadar eziyet çektirildi.” 35 Bu dönemde Sevgili Peygamberimizi himaye eden
en güçlü kişi, amcası Ebû Tâlib idi. Müşrikler onun desteğini kesebilmek için onunla defalarca görüşmüşler, Hz. Peygamber'i davasından vazgeçirmesi için
ona baskı yapmışlardı. Ebû Tâlib bir ara onların isteğine uyarak onu bu işten vazgeçmesi ve atalarının dinine uyması konusunda ikna etmeye çalışmış,
ancak Allah Resûlü'nün kararlığını görünce, artık ne yaparsa yapsın, kendisini onlara teslim etmeyeceğini ifade etmişti. 36 Ebû Tâlib, İslâm öncesi dönemde
de erdemli davranışlarıyla tanınan, her zaman mazlumun yanında yer alan, hakkaniyetli bir kişiydi. 37 Allah Resûlü (sav) çok sevdiği ve saydığı amcasından
büyük destek gördüğü için onun iman etmesini çok arzulamıştı. Lâkin o da diğerleri gibi Allah Resûlü'ne inanmadan ruhunu teslim etmişti. 38
Nübüvvetin yedinci yılında müşrikler daha da acımasız bir planı devreye soktular. Müslümanları tümüyle hayattan tecrit etmek maksadıyla boykot kararı
aldılar. Onlarla her türlü ilişkiyi kesmeyi, kız alıp vermemeyi, alış veriş yapmamayı 39 ve onlarla konuşmamayı kararlaştırdılar. Müslümanlara karşı sosyal
ve ekonomik bir abluka içeren bu kararları yazılı bir metin hâline getirerek Kâbe'nin içine astılar. 40 Müslümanlar topluca işkenceye tâbi tutuldular. Üç yıl
süren bu boykot esnasında açlık ve yokluktan çok bitkin duruma düştüler; çocuklardan ve yaşlılardan ölenler oldu. Sonunda Kureyş'ten bazı insaflı
kimseler bu acımasız duruma tepki gösterdiler ve alınan kararlara uymayarak ablukayı deldiler. Müslümanlarla ilişki kurdular ve onları bu durumdan
kurtardılar. 41
Resûlullah (sav), bütün bu eziyet ve haksızlıklar karşısında büyük bir sabır ve metanet gösteriyor, bu tavrıyla ashâbına da örnek oluyordu. Zira Kur'ân-ı
Kerîm'de Allah Resûlü'nden “sabretmesi” 42 ve “müşriklerden yüz çevirmesi” isteniyordu. 43 Ashâbdan bazılarının yapılan bu eziyet ve işkenceler karşısında
kimi zaman şikâyette bulunmaları üzerine Allah Resûlü de onlara sabrı tavsiye ediyordu. Nitekim Habbâb b. Eret'in naklettiğine göre, Allah Resûlü (sav)
Kâbe'nin gölgesinde hırkasını yastık yapıp uzanmış vaziyette iken kendisine Kureyş müşriklerinin eziyetlerinden bahsedip şikâyette bulunmuşlar ve “Bizim
için (Allah'tan) yardım dileyemez misin? Bizim için dua edemez misin?” demişlerdi. Allah Resûlü şöyle buyurmuştu: “Sizden önceki ümmetler içinde öyle
kişiler vardı ki müşrikler tarafından yakalanır, onun için yerde bir çukur kazılır, o kişi o çukurun içine gömülürdü. Sonra büyük bir testere getirilir, onun başı üzerine
konulurdu da başı iki kısma ayrılırdı. Bir başkasının da demir taraklar ile etinin altındaki kemiği ve sinirleri taranırdı ama bu işkenceler o mümini dininden
çeviremezdi. Allah'a yemin ederim ki bu din kesinlikle tamamlanacaktır. Öyle ki biniti üzerinde bir kimse (tek başına) San'â'dan Hadramevt'e kadar gidecek de
Allah'tan başka hiçbir şeyden korkmayacaktır... Fakat sizler acele ediyorsunuz!” 44 Bu sözleriyle o, Allah'ın dinini mutlaka kemale erdireceğini ve müminleri
galip getireceğini haber veriyordu.
Resûlullah (sav), ashâbını müşriklerin bu amansız takiplerinden kurtarıp dinlerini daha güvenli bir ortamda yaşayabilmelerini sağlamak maksadıyla onlara,
komşu ülke Habeşistan'a hicret etmelerini tavsiye etti. Müminlerin Habeşistan'a hicreti, müşriklerin baskısından kurtulmak için bir çıkış yolu olmuştu. Zira
Habeş kralı Necâşî, âdil bir hükümdardı ve Müslümanlara ülkesinde çok iyi davranmıştı. 45
Allah Resûlü, bir başka çıkış yolu olmak üzere Sakîf kabilesinin yaşadığı Tâif'e gitmeye karar verdi. Yanına evlâtlığı Zeyd b. Hârise'yi de almıştı. Sakîf
kabilesi, putlara tapan müşrik bir topluluktu. Resûlullah (sav) kabilenin ileri gelenlerini İslâm'a davet etti. Kureyşlilerle akrabalık ve ticaret bağları bulunan
Sakîf kabilesi müşrikleri, onun çağrısını dinlemedikleri gibi, şehrin ayak takımını peşine takarak taşlatmışlardı. Atılan taşlarla ayakları kanlar içinde kalan
Allah Resûlü, bu zor anında Rabbine yönelmiş, O'na teslim olup rızasını talep etmiş 46 ve “Allah'ım! Sakîf'e hidayet et.” diye duada bulunmuştu. 47 Nitekim
Resûlullah (sav) Mekke'ye girmek istediğinde, bu kez Mekkeli müşrikler, birilerinin himayesine girmeden onu Mekke'ye sokmak istemeyeceklerdi. Hz. Âişe
validemizin Uhud'dan daha zor bir gün yaşayıp yaşamadığını sorması üzerine Allah Resûlü, bu zorlu ânı daha sonraları şöyle anlatmıştı: “...Bir ara başımı
yukarı kaldırdığımda, beni gölgelendirmekte olan bir bulut gördüm. Baktım ki içinde Cebrail var. Bana seslendi ve şöyle dedi: 'Şüphesiz Allah, kavminin sana
söylediklerini ve seni (korumayı) reddettiklerini duymuştur. Onlar hakkında kendisine dilediğini emretmen için sana dağlar meleğini göndermiştir.' Bunun üzerine
dağlar meleği bana seslendi, selâm verdi ve şöyle dedi: 'Yâ Muhammed! Ne dilersen olacaktır. İki dağı onların üzerine kapamamı dilersen (yaparım).'” Fakat çektiği
bu kadar eziyete rağmen Rahmet Elçisi'nin dudaklarından yalnızca şu cümleler dökülmüştü: “(Hayır), Bilakis ben Allah'ın, onların soyundan yalnız Allah'a
kulluk eden ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmayan kimseler çıkarmasını dilerim.” 48 Nitekim Allah Resûlü'nün bu duası kabul olmuş, Yüce Allah'ın ona Mekke'nin
fethini nasip ettiği günden itibaren Arap yarımadasında yaşayan müşrik topluluklar akın akın İslâm'a yönelmişlerdi. 49
Kutlu Nebî, müşriklerin bunca eziyet ve dayatmalarına rağmen insanlara İslâm'ı tebliğ etme konusunda büyük bir kararlılık gösteriyor, bu maksatla farklı
çıkış yolları aramaya devam ediyordu. Milâdî 620 yılında Akabe'de gizlice görüştüğü 50 Medineliler, davetine icabet ederek Müslüman olmuşlar ve o
tarihten itibaren müminler Medine'ye hicret etmeye başlamışlardı. Medine'ye ilk hicret eden sahâbî Mus'ab b. Umeyr olmuştu. 51 Hicret edenlerin sayısı
hızla artıyor, müşrikler bundan büyük rahatsızlık duyuyorlardı. Hz. Peygamber'in de oraya giderek daha büyük bir tehlike oluşturacağından endişe
ediyorlardı. Bir gün Dârünnedve'de toplanıp Ebû Cehil'in teklifiyle Resûlullah'ı öldürmeye karar verdiler. Onların bu niyetlerinden
Cebrail aracılığıyla haberdar olan Allah Resûlü (sav) yanına yol arkadaşı olarak 52 Hz. Ebû Bekir'i de alıp Medine'ye hicret etti. 53
Yüce Allah, bu yolculuk esnasında Resûlü'nü ve onun en yakın dostu Hz. Ebû Bekir'i muhafaza etmişti. Hicret yolcuları müşrikleri yanıltmak için ters
istikametteki Sevr mağarasına sığınmışlar fakat müşrikler mağaranın önüne kadar yaklaştıkları hâlde onları bulamayarak geri dönmüşlerdi. 54 Yüce Allah'ın
bu yardımı Kur'an'da şöyle ifade edilmektedir: “Eğer siz ona (Peygamber'e) yardım etmezseniz, (biliyorsunuz ki) inkâr edenler onu iki kişiden biri olarak
(Mekke'den) çıkardıkları zaman, ona bizzat Allah yardım etmişti. Hani onlar mağarada bulunuyorlardı. Hani o arkadaşına, “Üzülme, çünkü Allah bizimle beraber.”
diyordu. Allah da onun üzerine güven duygusu ve huzur indirmiş, sizin kendilerini görmediğiniz birtakım ordularla onu desteklemiş, böylece inkâr edenlerin sözünü
alçaltmıştı. Allah'ın sözü ise en yücedir. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” 55
Mekkeli müşriklerin Hz. Peygamber (sav) ve ashâbına karşı düşmanlıkları, Medine'ye hicretten sonra da devam etmiştir. Onlar, Müslümanları rahat
bırakmıyorlar ve düşmanca tavırlarını her fırsatta ortaya koyuyorlardı. Nitekim Medineli Müslümanlardan Sa'd b. Muâz, hicretten kısa bir süre sonra
Mekke'ye gelmişti. Sa'd'la Mekkeli müşriklerin elebaşlarından Ümeyye b. Halef arasında daha öncesine dayalı sıkı bir dostluk vardı. Ümeyye, Medine'ye
geldiğinde Sa'd'a misafir olur, Sa'd da Mekke'ye gidince Ümeyye'nin misafiri olurdu. Bu kez Sa'd, umre yapmak için Mekke'ye gelmiş ve Ümeyye'ye misafir
olmuştu. Ümeyye onu tenha bir vakitte Kâbe'ye götürdü. Bu sırada Ebû Cehil'le karşılaştılar. Ebû Cehil, Ümeyye'nin yanındaki şahsın Medineli Sa'd
olduğunu öğrenince, hemen tehditkâr ifadelerini sıralamaya başladı: “Dikkat et.” dedi, “Senin Mekke'de güven içinde Kâbe'yi tavaf ettiğini görüyorum.
Halbuki siz (Medineliler), o dinlerini değiştirenleri himaye ettiniz ve onlara yardım ettiniz. Şunu iyi bil ki vallahi eğer sen Ebû Safvân (Ümeyye) ile birlikte
olmasaydın, ailene sağ salim dönemezdin!” Sa'd da onun bu sözlerine aynı sertlikle karşılık verdi. Ümeyye araya girmeye çalıştıysa da Sa'd, Ümeyye'ye Hz.
Peygamber'den (sav) aldığı bir haberi iletti ve Müslümanların kendisini öldürmeyi planladıklarını bildirdi. Ümeyye bu haberi aldıktan sonra, Mekke'den hiç
çıkmamaya yemin etmiş, ancak Ebû Cehil'in zoruyla Bedir Savaşı'na katılmış ve Müslümanlarca öldürülmüştü. 56
Medine'ye hicretin üzerinden henüz iki yıl geçmemişti ki Medineli Müslümanlarla Mekkeli müşrikler, Ramazan ayında Bedir Savaşı'nda
karşı karşıya geldiler. 57 Allah'ın yardım ve inayetiyle 58 Müslümanlar, sayıca kendilerinden fazla olan 59 müşrikleri mağlup ettiler. Müşriklerin elebaşları
tek tek öldürüldü. Ebû Cehil ve diğerleri, Hz. Peygamber'e (sav) ve İslâm'a karşı gösterdikleri düşmanca tavırlarının cezasını çok ağır ödediler. 60
Müşriklerden bir kısmı esir alınmış 61 ve esirler malî durumlarına göre fidye ödemek suretiyle 62 veya Müslüman çocuklara okuma yazma öğretmeleri
karşılığında 63 ya da karşılıksız olarak 64 serbest bırakılmıştı. Allah Resûlü savaş sonrasında, İslâm'a açıkça düşmanlık eden müşriklere karşı lütfettiği bu
parlak zafer ve ilâhî yardım dolayısıyla Allah'a hamd ve senâda bulunmuştu. 65
Bedir'de alınan bu ağır mağlubiyet dolayısıyla, Mekkeli müşrikler bu kez intikam hırsına kapılarak yeniden saldırıya geçme hazırlıklarına başladılar.
Hazırladıkları üç bin kişilik bir orduyla Medine'ye doğru hareket ettiler. 66 Allah Resûlü yaklaşık bin kişiden oluşan ordusuyla Uhud dağı eteklerine kadar
ilerledi. 67 İki ordu bu kez Uhud'da karşı karşıya geldi. Başlangıçta Müslümanlar müşrikleri bozguna uğrattıysa da Resûlullah'ın stratejik öneme sahip
Ayneyn tepesine yerleştirdiği okçuların çoğunun onun talimatına aykırı hareket ederek yerlerini terk etmeleri üzerine müşrikler arkadan saldırarak savaşın
seyrini değiştirdiler. 68 Bu esnada Allah Resûlü'nün amcası Hz. Hamza şehit düşmüş, 69 kendisi de yüzünden yaralanmış, dişi kırılmış, omuzundan da ok
yarası almıştı. Yüzüne kanlar akarken, bir taraftan kanını siliyor, diğer taraftan da “Peygamberlerinin başını yaran, dişini kıran bir kavim nasıl felâh bulur!
Halbuki o (Peygamber) onları Allah'a davet ediyor.” 70 diye hayıflanıyordu.
Müşriklerin Medineli Müslümanlara yönelik son saldırısı, Yahudiler ve diğer müşrik Arap kabilelerinin de katılımıyla gerçekleştirilen zorlu Hendek
Savaşı'nda vuku bulmuştu. Bu savaşta Allah Resûlü ve ashâbı çok büyük zorluklar yaşamışlar, şehri müşriklere karşı savunabilmek için Medine etrafına
hendek kazmışlar, günlerce süren bu çalışmalar esnasında açlığa tahammül etmek zorunda kalmışlardı. 71 Savaş esnasında son anda müşriklerle gizlice
ittifak kuran Kurayza Yahudilerinin ihanetine uğramışlar 72 ve o kadar zorlu anlar yaşamışlardı ki hiçbir zaman namazını geçirmeyen Allah Resûlü, kuşatma
sırasında günün bazı namazlarını eda edememiş, daha sonra hepsini birlikte kılmak zorunda kalmıştı. 73 O, buna çok üzülmüş ve bundan dolayı
müşriklere beddua etmişti. 74 Yirmi gün kadar devam eden 75 kuşatmada müşrikler topluluğu bir sonuç alamamış,
Allah'ın inayetiyle şiddetli bir fırtınanın ardından 76 kuşatmayı kaldırıp Mekke'ye geri dönmüşlerdi. 77
Milâdî 628 yılına gelindiğinde, hicretin üzerinden altı yıl geçmiş, vatan özlemi ve Kâbe'yi ziyaret etme arzusu, Peygamber Efendimizi ve Mekkeli
Müslümanları her geçen gün daha fazla etkilemeye başlamıştı. Allah Resûlü (sav) gördüğü bir rüya üzerine 78 umre yapmaya karar verdi ve ashâbından da
sefer için hazırlanmalarını istedi. 79 Ashâbıyla birlikte Medine'den hareket ettiler ve Hudeybiye denilen yere geldiler. Müşrikler, onların Mekke'ye
girmelerini istemiyorlardı; karşılıklı yapılan görüşmeler sonrasında bir antlaşma imzalandı. 80 Antlaşmaya göre, Müslümanlar o yıl Mekke'ye girmeden
dönecekler, umre için ertesi yılı bekleyeceklerdi. Mekke'den biri Medine'ye sığındığında iade edilecek, ancak aynı durum Medineliler için söz konusu
olduğunda iade edilmeyecekti. Barış on yıl sürecek ve taraflar antlaşmaya ihanet etmeyecekti. 81 Antlaşmanın maddeleri ilk bakışta Müslümanların aleyhine
gibi görünse de o güne kadar Müslümanları muhatap bile kabul etmeyen müşrikler, bununla birlikte en azından antlaşma zemininde buluşmak suretiyle
Müslümanların varlığını onaylamak zorunda kalmışlardı. Antlaşma sonrasında Allah Resûlü tebliğ faaliyetlerine hız vermiş ve bazı devlet başkanlarına
gönderdiği davet mektupları 82 sayesinde, İslâmiyet Arap yarımadasında hızla yayılmaya başlamıştı. Nitekim bundan dolayı müşriklerle yapılan bu
antlaşma Kur'an'da, “feth-i mübîn” (apaçık bir fetih) ve “nasr-ı azîz” (şanlı bir zafer) olarak nitelendirilmiştir. 83
Mekkeli müşrikler, Benî Bekir kabilesiyle ittifak kurup Müslümanların müttefiki olan Huzâalılara saldırarak Hudeybiye Antlaşması'nı bozmuşlardı. 84
Mekke'nin lideri konumundaki Ebû Süfyân bunun farkındaydı, antlaşmayı tekrar yenilemek istediyse de bunu başaramadı. 85 Tarihler milâdî 630 yılını
gösterdiğinde, Allah Resûlü gizlice sefer hazırlıklarına başladı. 86 Mekkeliler ne olduğunu anlayamadan, on bin kişilik İslâm ordusu Mekke'ye doğru yola
çıktı. 87 Müşrikler yirmi otuz kişilik bir grubun dışında direniş gösteremeden teslim oldular. Kâbe'deki bütün putlar temizlendi. 88 Resûlullah (sav),
müşriklerin kendisine ve ashâbına yaptıkları onca eziyet, işkence ve haksızlıklara rağmen birkaç kişinin dışında tüm Mekkelileri affetti. 89
Fetihten sonra Mekkeli müşrikler, Allah Resûlü'nün huzuruna gelerek Müslüman oldular. 90 Mekke'nin fethiyle birlikte müşriklerin Resûlullah'a ve
ashâbına
karşı olan düşmanlıkları da sona ermiş ve böylelikle yarımadanın bu bölgesinde İslâm'ın yayılışı önündeki bütün engeller ortadan kaldırılmış oldu.
Ayrıca bu fetih, Resûlullah'ın kendisine onca eza ve cefa çektiren Mekkeli müşriklere karşı ne kadar müşfik olduğunu bir kez daha göstermiş oldu. O (sav),
tüm bu zulüm ve işkencelere rağmen sabretti. Daima onların 'olmalarını' istedi, ölmelerini değil. Her zaman onların İslâm'a girmelerini ve böylece dünya
âhiret mutluluğunu kazanmalarını istedi ve onları kazanmaya çalıştı. Hatta Bedir'de esirleri fidye karşılığı serbest bırakması gibi sebeplerle ilâhî ikaza
uğradı. 91 Yaptığı savaşlarda bile onların yaşamaları ve İslâm'ı seçmeleri ümidini taşıdı. Neticede Mekke'den kendisini kovanların hepsini ele geçirmesine
rağmen onlardan öç, intikam almadı... Bu, sabrın, rahmetin bir ifadesiydi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder