yukarı kaydırma oku

YAZI KOPYALAMA ENGELİ

sağtuş engeli

ANA MENÜ

ADALET MÜLKÜN TEMELİDİR

ADALET MÜLKÜN TEMELİDİR

Hâcib b. Mufaddal b. Mühelleb'in,
babasından naklettiğine göre o, Nu'mân b. Beşîr'i
Resûlullah'tan (sav) şöyle naklederken işitmiştir:
“Çocuklarınız arasında adaletli davranın, çocuklarınız arasında adaletli davranın!”
(D3544 Ebû Dâvûd, Büyû' (İcâre), 83)


***

Ebû Hüreyre'den nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Devlet otoritesi en büyük hamidir. Haksızlıklarla onun vasıtasıyla (yani hukuk yoluyla)
mücadele edilir ve onun vasıtasıyla (tehlikelerden) korunulur. Şayet bu otoriteyi kullanan(lar), Allah'tan sakınmayı emreder ve adaletle hükmeder(ler)se bu yaptıklarından sevap
kazanır(lar). Bunun aksine davranır(lar)sa (vebalini) çeker(ler).”
(M4772 Müslim, İmâre, 43)


***

Ebû Hüreyre'den nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Yedi sınıf insan vardır ki Allah onları gölgesinden (himayesinden) başka gölgenin
(himayenin) olmadığı günde, bizzat kendi gölgesinde (himaye edecektir) gölgelendirecektir: Âdil yönetici,...”
(B660 Buhârî, Ezân, 36)


***

Abdullah b. Amr b. Âs'tan nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Yönettikleri insanlara, ailelerine ve sorumlu oldukları kişilere karşı adaletli
davrananlar, Allah katında, Rahmân'ın yanında nurdan minberler üzerinde ağırlanacaklar.”
(N5381 Nesâî, Âdâbü'l-kudât, 1)


*****************************


Mekke yeni fethedilmişti. Allah Resûlü ve Müslümanlar sevinçliydi. Ancak öteden beri Müslümanları rahatsız eden Hevâzinlilerin o sıralarda savaş hazırlıkları
yaptıkları haberleri geldi. Allah Resûlü derhâl gözcülerini o bölgeye gönderdi. Durumun doğru olduğu haberini alınca savaş kaçınılmaz oldu. 1 Hz. Peygamber
ordusuyla hemen harekete geçti. Tarihte Huneyn veya Hevâzin olarak anılan bu savaşta Müslümanlar işin başında sayılarının çokluğuna güvenerek 2 kendilerinden
emin ve rahat hareket edince bozguna uğrayıp geri çekilmek zorunda kaldılar. 3 Ancak Allah Resûlü ve sadık sahâbîlerin teşvikiyle güçlerini yeniden toparlayıp tekrar
savaşmaya başladılar ve düşmanlarını mağlup ettiler. 4
Hevâzinliler savaş meydanına yüklü malları ve çoluk çocuklarıyla gelmişlerdi. Bozguna uğrayıp dağılınca bütün malları Müslümanlara kalmıştı. Allah Resûlü
ordusunu Mekke'nin 15 km. kuzey istikametinde yer alan Ci'râne mevkiinde topladı. Savaştan elde ettikleri ganimetleri Müslümanlara paylaştırmaya başladı. 5 Çok
geçmeden, Benî Temîm kabilesine mensup Zülhuveysıra adlı bir bedevî geldi ve “Yâ Resûlallah! Adaletli ol!” dedi. Hz. Peygamber, “Yazıklar olsun sana! Ben de adaletli
olmazsam kim adaletli olabilir? Eğer adaletli olmazsam, sen hüsrana uğrarsın, bütün umutların boşa çıkar.” 6 diyerek bu kişiye sitemde bulundu. Başka bir rivayete göre de
taksimat sırasında orada bulunan bir adam, “Vallahi bu, adalet gözetilmeyen, Allah'ın rızasını hedeflemeyen bir taksimdir.” dedi. Bunu haber alan Hz. Peygamber'in
yüzü kıpkırmızı kesildi. “Allah ve Resûlü âdil olmazsa, kim âdil olur!” dedikten sonra, “Allah Musa'ya rahmet eylesin. O bundan daha çok eziyet görmesine rağmen
sabretmişti.” buyurdu. 7
Peygamber Efendimiz bu savaşta, henüz yeni Müslüman olmuş Ebû Süfyân b. Harb, Safvân b. Ümeyye, Uyeyne b. Hısn ve diğer Mekkeli liderlere ganimetten biraz
fazla hisse vermiş, 8 böylelikle onların kalplerini İslâm'a ısındırmayı amaçlamıştı. Zülhuveysıra, Allah Resûlü'nün bu uygulamasına itiraz etmişti. Onun beklentisine
göre adalet, savaşa katılan her nefere eşit şekilde hisse verilmesiyle gerçekleşebilecekti. Uygulama bu şekilde olmayınca da duruma itiraz etmişti. Allah Resûlü de
aslında

ganimeti eşit şekilde paylaştırırdı. Ancak burada farklı bir durum vardı. Henüz güçlenmeye başlayan İslâm dininin önde gelen düşmanları Mekke'nin fethi sırasında
yeni Müslüman olmuşlar ve on yedi gün sonra da Allah Resûlü ile beraber Huneyn Savaşı'na katılmışlardı. Peygamber Efendimiz İslâm'ı benimsemeleri ve dinde sebat
göstermeleri için onlara fazla pay vermiş ve böylece gönüllerini kazanmıştı. Burada yadırganacak bir durum söz konusu değildi. Nitekim Allah Teâlâ zekât
verilebilecek kişiler arasında kapleri İslâm'a ısındırılacak olan bu tür kişileri de saymaktaydı. 9 Gerçekten de kendilerine fazla mal verilenler İslâm'a daha sıkı sarılmış
ve kendilerini Müslümanlara daha yakın hissetmişlerdi. Hatta kendisine fazla mal verilenlerden birisi Mekke'nin ileri gelenlerinden Safvân b. Ümeyye idi. Safvân daha
sonra şu itirafta bulunmaktan kendini alamamıştı. “Resûlullah, insanlar içinde en sevmediğim kimse idi. Fakat Huneyn günü, bana o kadar çok mal verdi ki, neticede
o, bana insanların en sevimlisi hâline geldi.” 10
Allah Resûlü'nün en önemli özelliklerinden biri âdil olmasıydı. O, câhiliye toplumunda yaygın olan haksızlık ve zulmün, tahakkümün, dengesizliğin bulunduğuna
şahit olduğundan, bütün bunları düzeltmek maksadıyla insanlar tarafından kabul edilebilecek, adalete dayalı bir sosyal düzen kurmak üzere ilâhî bir görev
üstlenmişti. Nitekim bütün hayatı da adaletin tesisi için mücadeleyle geçmiştir.
Adalet, kabaca, “bireysel ve toplumsal hayatta dirlik ve düzeni, hakkaniyet ve eşitlik ilkelerine uygun yaşamayı sağlayan ahlâkî erdem” olarak tanımlanabilir. Adalet,
bireysel ve sosyal anlamda insanlar arasında dirlik ve düzenin sağlanması için eşitlik ve hakkaniyet esaslarına uygun hareket etmeyi gerektirir. Hakkaniyetin temin
edilmesi, bütün hukuk düzenlemelerinin, kanun ve nizamların ortaya çıkmasının temel ve nihaî sebebidir. Çünkü insanlar arasında malların, hakların, görevlerin,
dengeli ve ölçülü bir şekilde bölüşülmesi; insan şeref, onur ve haysiyetinin korunması, adaletin uygulanması ile gerçekleşir.
Adalet kayıtsız şartsız eşitlik olarak anlaşılmamalıdır. Adalet, her hak sahibine hakkının verilmesidir. Mutlak eşitlik prensibi ile hareket etmek her zaman adaleti
sağlamayabilir. Çünkü insanlar fiziksel ve zihinsel özellikleri kültürel birikimleri ve yetenekleri bakımından farklı durumlarda olduklarından katı eşitlikçi tutum
adaleti sağlamak yerine, adaletin zıttı olan zulmü doğurabilir. Adaletin eşit uygulanması, hukuk önünde eşitlik ve her bireyin eşit haklara ve imkânlara sahip olması ile
ilgilidir.


Peygamber Efendimizin vefatına yakın bir zamanda verdiği şu mesaj çok manidardır: “Ey insanlar! Şunu iyi biliniz ki Rabbiniz birdir, babanız da birdir. Arap'ın Arap
olmayana, Arap olmayanın Arap'a, beyaz tenlinin siyaha, siyah tenlinin de beyaza bir üstünlüğü yoktur.” 11 İslâm inancında bütün insanlar tarağın dişleri gibi eşit kabul
edilir. 12 Bütün insanlar etnik köken, ırk, aile, kabile, sosyal sınıf, renk, din ve dil gibi özelliklerine bakılmaksızın hukuk önünde eşittir. İslâm, insanlar arasında
adaletin tesis edilmesini hedeflerken, insanlar arasında ihsan, fedakârlık ve başkasını kendine tercih gibi insanî faziletlerin yaygınlaştırılmasını öğütlemektedir. 13
Adalet, temel insan hakları ve değerleri açısından insanlar arasında hiçbir ayırım yapılmaksızın her hakkın sahibine verilmesini temin etmeyi amaçlamaktadır.
Peygamber Efendimizin farklı vesilelerle dile getirdiği, “Her hak sahibine hakkını ver.” 14 öğüdü, bu konuyu açıklığa kavuşturacak temel bir ilkedir. Buna göre ana
ölçülere bağlı kalmak suretiyle her kişiye hak ettiğinin verilmesi, adaletin en güzel şekilde temin edilmesini sağlayacaktır. Kişiye hak ettiği değer ölçüsünde mükâfat
veya ceza verilmesi insanî erdemlerin gelişmesi ve yerleşmesi açısından son derece önemlidir. Nitekim Hz. Peygamber'den sonra iş başına geçen ilk iki halifenin
Müslümanlara yıllık olarak dağıttıkları meblağı belirlemedeki farklı bakışı bunun tipik bir örneğidir. Bu konuda Hz. Ebû Bekir Peygamber Efendimizin eşit dağıtım
ilkesini esas alarak herkese eşit hisse vermiştir. Ancak adaletiyle ün salmış olan Hz. Ömer kendi döneminde hizmet-liyakat prensiplerinden hareketle herkese farklı
oranda hisse dağıtmayı tercih etmiştir. 15
Esmâ-i Hüsnâ'dan “el-Adl” ve “el-Muksit” isimleri mutlak adalet sahibi olan Allah'ın, bütün varlığı adalet ile yarattığını ifade eder. Bundan dolayıdır ki Yüce Allah,
sorumluluk verdiği insanların da bu ilke ile hareket etmelerini istemiştir. “Allah göğü yükseltti ve mizanı (dengeyi) koydu. (Siz, ey insanlar), sakın dengeyi bozmayın. Ölçüyü
adaletle tutun ve eksik tartmayın.” 16 âyetinde kâinatın bir mizan (denge ve ölçü) dâhilinde yaratıldığı, insanlar arası bütün ilişkilerin adaletin de sembolü olan mizan
(denge, ölçü) esasına uygun olması gerektiğini belirtmiştir. İnsanın maddî ve mânevî bakımdan bir mizan içinde yaratıldığı da, “O değil mi seni yaratan, seni düzgün ve
dengeli kılan.” 17 âyetiyle vurgulanmıştır. İnsanı ve insan için yaratılan kâinatı yerli yerinde, belirli düzen, intizam ve neticede bir mizan ile yaratan, “Allah adaleti,
ihsanı, akrabaya yardım etmeyi emreder, çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” 18


âyetiyle de insanların idarede, yargıda ve bütün insanî ilişkilerinde adalet ölçülerine göre hareket etmelerini istemiştir.
Şu veya bu hakkı çiğneyerek zalim vasfı kazanan bir insan, âhiret günü bu zulmünün karşılığı olan azapla karşılaştığında, sahip olduğu her şeyi hatta yeryüzünde
bulunan bütün zenginlikleri bu azaptan kurtulmak için vermek isteyecektir. Ancak yüce mahkemenin tavrı bellidir: “Aralarında adaletle hükmolunur ve onlara
zulmedilmez. Yine bilesiniz ki, Allah'ın vaadi haktır, fakat onların çoğu bilmez.” 19
Allah'ın verdiği söz, hassas bir denge ve adalettir: “Yeryüzü, Rabbinin nuru ile aydınlanır, kitap konulur, peygamberler ve şahitler getirilir ve aralarında hakkaniyetle hüküm
verilir. Onlara asla zulmedilmez.” , 20 “Biz, kıyamet günü için adalet terazileri kurarız. Artık kimseye, hiçbir şekilde haksızlık edilmez. (Yapılan iş), bir hardal tanesi kadar dahi
olsa, onu (adalet terazisine) getiririz. Hesap gören olarak biz (herkese) yeteriz.” 21
Kişinin başkalarına karşı olduğu gibi bizzat kendisini ilgilendiren meselelerde bile istediği veya kendi düşünceleri doğrultusunda dilediği gibi sınırsız ve ölçüsüz
davranma hakkı yoktur. Kişi, kendine karşı da âdil olmalıdır. İnsanın yaptığı ibadetler dahi bu çerçeveye dâhildir. Kişinin, üzerinde bizatihi kendi nefsinin hakkı
vardır, Rabbinin hakkı vardır, misafirinin hakkı vardır, ailesinin hakkı vardır ve her hak sahibine hakkını verme yükümlülüğü vardır. 22
Özellikle eşlerin birbirleri üzerindeki haklara riayet etmeleri, haksızlık etmemeleri gerekir. Hz. Peygamber'in bu konuda ne kadar hassas olduğu birçok rivayette dile
getirilmiştir. 23 Çünkü adalet bilincinin oluştuğu ilk yer şüphesiz ailedir. Cinsiyet farkı gözetilmeksizin bütün aile bireylerinin maddî ve mânevî gereksinimlerinin
Allah'ın belirlediği adalet ölçüleri içinde karşılandığı bir ailede yetişen insanlar, hayatları boyunca âdil davranmaya namzettir. Bunun içindir ki Allah Resûlü, “Allah'tan
hakkıyla sakının!” diye başladığı uyarının hemen peşinden, “Çocuklarınız arasında adaletli davranın.” 24 buyurmuştur. Çünkü Allah korkusu ile adalet komşudur, yan
yanadır, birbirinin tamamlayıcısıdır. Yine Hz. Peygamber'in verdiği müjdeye göre bu hassasiyete sahip ana babalara verilecek karşılık ise doğrudan cennet olacaktır. 25
Adalet duygusunun filizlendiği yer olması açısından aile ocağı ve buradaki tasarruflar Allah Resûlü'nün özel dikkat gösterdiği hususlar olmuş, o (sav) hakkaniyete
uygun olmayan davranışları asla onaylamamıştır.


Nitekim servetinin bir kısmını çocuklarından birine bağışlayan sahâbîye karşı takındığı tavır, bunun güzel bir örneğidir. Nu'mân b. Beşîr'in annesi Amra bint. Revâha,
eşinden, çocuğu için bir miktar mal ister. Nu'mân'ın babası ise işin üzerine düşmez ve bir yıl kadar eşini oyalar. Ancak eşi talebinden vazgeçmez. Sonunda babası
Nu'mân'a bağışta bulunmayı kabul eder. Ancak bu sefer de annesi, yapacağı bu hibeye Allah Resûlü'nü şahit göstermedikçe ikna olmayacağını ifade eder. Babası, o
zaman henüz bir çocuk olan Nu'mân'ın elinden tutarak Efendimize gider ve durumu şöyle arz eder: “Yâ Resûlallah bu çocuğun annesi Bint Revâha, ona yaptığım
bağışa şahit olmanı istiyor.” Hz. Peygamber hemen sorar: “Başka çocuğun var mı?” “Evet, var.” yanıtını alınca tekrar sorar: “Peki, hepsine aynı miktarda mal verdin mi?”
Baba, “Hayır, ey Allah'ın Resûlü!” diye cevaplar. Resûlullah bunun üzerine, “O zaman beni şahit tutma. Çünkü ben adaletsizliğe şahit olamam!” 26 buyurur. Ayrıca, “İyilik
yapmaları konusunda çocuklarının sana eşit davranmalarını istemez misin?” diye ekler. Nu'mân'ın babası, “Elbette isterim yâ Resûlallah!” diye cevap verir. “O hâlde bu
yaptığın olmaz! 27 Çocuklarınız arasında eşitliği gözetin. 28 Onların sana iyi davranmaları nasıl senin onlar üzerindeki hakkın ise aralarında adaletli davranman da onların
senin üzerindeki haklarıdır.” buyurur Hz. Peygamber. 29 Bu bilincin hâkim olduğu bir ailede yetişen çocuk, gelecekte hayata atıldığı zaman kendine karşı olduğu gibi
diğer bütün insanlara da adalet ile muamelede bulunacaktır. Hangi işi yaparsa yapsın, hangi sorumluluğu üstlenirse üstlensin durum değişmeyecektir. İster en üst
düzeyde bir yönetici isterse bir işverenin emri altında çalışan işçi olsun gönlünde her zaman hak ve hakkaniyet duygusu, adalet hissi ve Allah korkusu bulunacaktır.
Adaletin uygulanması ve toplumda yaygınlaşması için yöneticilere büyük görevler düşmektedir. Kur'an'ın ilk muhatabı ve insanlığın rehberi, “(Herhangi bir konuda)
hakemlik yaptığınız zaman âdil olun.” 30 hadisiyle her hükmün dayanması gereken temel kaidenin adalet ilkesi olduğunu belirtmiştir. Bundan dolayı Allah Resûlü
yöneticilere âdil olmaları hususunda sık sık tavsiyelerde bulunurdu. Çünkü devletin âdil olması bütün toplumu etkilemekte ve yönetenlerle yönetilenler arasında
güvene dayalı bir bağ kurmaktadır. Bu hususta Allah Resûlü şöyle buyurmuştur: “Devlet otoritesi en büyük hamidir. Haksızlıklarla onun vasıtasıyla (yani hukuk yoluyla)
mücadele edilir ve onun vasıtasıyla (tehlikelerden) korunulur. Şayet bu otoriteyi kullanan(lar), Allah'tan sakınmayı emreder ve adaletle hükmeder(ler)se


bu yaptıklarından sevap kazanır(lar). Bunun aksine davranır(lar)sa (vebalini) çeker(ler).” 31
Hz. Peygamber'in verdiği müjdeye göre, âdil yönetici, duaları reddedilmeyen üç grup insandan biridir. 32 Âdil bir yönetici, haktan, hukuktan yana ortaya koyduğu
adaletli yönetimin olumlu sonuçlarını dünyada fazlasıyla görür. Adaletin egemen olduğu bu idarede, huzur, esenlik, dirlik olur. Fakat o, asıl mükâfatını kıyamette elde
eder. Peygamber Efendimiz Allah Teâlâ'nın onu, kendi özel himayesinde tutacağı yedi sınıf insandan ilki olarak zikretmiştir. 33 Zira o, Allah katında en çok sevilen
kişidir ve bu sevgi nedeniyle O'nun en yakınında bulunur. Bu büyük günde Allah'ın en çok kızdığı kişiler ise en şiddetli azaba uğrayacak olan zalim idareciler
olacaktır. 34
Şüphesiz adaletin en çok arandığı alan yargıdır. Hatta yargı, bizzat bunun için vardır. Bu vasfıyla yargı, toplumun bireyleri arasındaki dengeyi temin eden, oluşabilecek
düşmanlıkları engelleyen, hak ve adaletin şahsî ve keyfî hesaplara göre taksimine engel olan temel müessesedir. Buna binaen Allah Teâlâ, kendi Sevgili Elçisi'ni bile
uyarır ve ona, “... Eğer hüküm verirsen, aralarında adaletle hükmet. Zira Allah âdil olanları sever.” 35 buyurur. Şüphesiz bu husus diğer insanlar için de geçerlidir:
Nitekim, “Allah, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hüküm verdiğiniz zaman adaleti yerine getirmenizi emretmektedir.” 36 Yaşanan şu örnek Allah Resûlü'nün
adalet anlayışını en güzel şekilde yansıtmaktadır. Arapların en saygın kabilelerinden olan Kureyş'in Mahzumoğulları koluna mensup Fâtıma bnt. el-Esved isimli bir
kadın vardı. 37 Bu saygınlığın arkasına gizlenip yasal olmayan şeyler yapıyordu. Tanınmış insanların adını kullanarak, toplumun zenginlerinden borç istiyordu. 38
Ancak Fâtıma zamanı gelmesine rağmen borcunu ödemiyordu. Bunun üzerine alacaklılar, Fâtıma'nın borç isterken adını kullandığı kişilere gidip alacaklarını istediler.
Oysa bu insanların hiçbir şeyden haberi yoktu. Olayın biraz üzerine gidince Fâtıma'nın yalan söylediği, aslında her şeyi kendisi için yaptığı anlaşıldı. Ancak o, her şeyi
inkâr etmekteydi. Alacaklılar için başka çare kalmamıştı. Onu Hz. Peygamber'e şikâyet ettiler. Allah Resûlü olayı hırsızlık olarak değerlendirdi ve kadının
cezalandırılmasını emretti. 39
Fâtıma'nın mensubu olduğu Mahzûmoğulları, kendi isimlerini taşıyan birinin cezalandırılmasını istemediler. Kabilenin önemli isimleri hemen bir araya gelip Fâtıma'yı
cezadan kurtaracak bir yol aradılar. Allah Resûlü'nün çok sevdiği azatlısı Üsâme'yi ikna edip Hz. Peygamber'e


aracı olarak gönderdiler. En sevdiği insanların birinden gelen bu beklenmedik talep karşısında Allah Resûlü oldukça kesin ve keskin konuşmuş ve “Bizzat Allah
tarafından tespit edilmiş bir cezanın affını mı istiyorsun!” diyerek Mâide 5/38. âyetine atıfta bulunmuştur.
Daha sonra insanları toplamış ve şu açıklamayı yapmıştır: “Sizden önceki insanlar şu yüzden helâk oldular: Onların ileri gelenlerinden biri hırsızlık yaptığında onu bırakırlar,
güçsüz ve zayıf biri çaldığında ise onu cezalandırırlardı. Allah'a yemin olsun ki eğer Muhammed'in kızı Fâtıma hırsızlık yapsaydı, onun elini de keserdim.” 40 Allah Resûlü, bu
sözleriyle ne şahsî bakış açılarının, ne akrabalık bağlarının, ne soy-sop veya tabaka farklılıklarının, ne ırk veya kabile ilişkilerinin adalete engel olamayacağını
vurgulamıştır.
Allah Resûlü hayatı boyunca adaletin yerleşmesi için uğraşmış ve bunu da temin etmiştir. Hicretten önce Medine'den Mekke'ye gelip Allah Resûlü'ne biat eden
sahâbîlerden olan Ubâde b. Sâmit'in, Allah Resûlü'ne nerede olurlarsa olsunlar adaleti dile getirmek ve bu konuda hiç kimsenin kınamasından korkmamak üzere biat
ettiklerini söylemesi, 41 Kutlu Elçi'nin adaleti tesis etmek için harcadığı çabayı göstermektir. Nitekim Allah Teâlâ da, “Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan,
kendiniz, ana babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa Allah için şahitlik eden kimseler olun. (Haklarında şahitlik ettikleriniz) zengin olsunlar, fakir olsunlar Allah onlara (sizden)
daha yakındır. Hislerinize uyup adaletten sapmayın, (şahitliği) eğer, büker (doğru şahitlik etmez), yahut şahitlik etmekten kaçınırsanız (biliniz ki) Allah yaptıklarınızdan
haberdardır.” 42 buyurmuştur.
Adaletin tesisi bir anlamda hâkimin objektif tutumuna ve hakkaniyet kıstaslarına göre davranmasına bağlıdır. Bu sebeple hâkim, yargılama esnasında şahsî
davranamaz. Meselâ öfkeli iken davaya bakmaz, taraflar arasında hüküm vermez. 43 Taraflar hakkında ön yargısı yoktur. Onlardan birine karşı duyduğu kin, onu
adaletten alıkoymaz. 44 O, insaf sahibi olduğu kadar tarafsızdır da. Bu nedenle davacılar huzuruna geldiğinde onları aynı dikkatle dinler. 45 Mesele hakkında bir
kanaati oluşuncaya kadar soruşturmasına devam eder. Varsa şahitlere müracaat eder. Zira büyük hesap gününde Allah Teâlâ da, verdiği hükümler karşısında kullarının
herhangi bir şüphesi kalmasın diye ilâhî mesajları kendilerine ileten peygamberleri ve diğer şahitleri yüce huzuruna çağırır. 46
Şahitlere emredilen de yine haktan yana olmaları ve adaletten ayrılmamalarıdır. Önemine binaen Yüce Allah, adalete uygun bir hâkimlik


ve şahitliği doğrudan iman ile ilişkilendirir, “Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun!” uyarısına, “Ey iman edenler!” hitabıyla başlar. 47 Diğer bir
önemli nokta ise adaleti temin için uğraşmanın sadece eşe dosta karşı değil, düşmanlara karşı da uygulanması gerektiğidir.
İşte bu hususları dikkate alan bir hâkim, Allah Resûlü'nün beyanına göre, cennetliktir. Böyle bir sorumluluğa talip olan kişi, bunun gereğini düşünmeli ve ona göre
davranmalıdır. Zira Hz. Peygamber, “Her kim Müslümanlar arasında hâkimlik yapmak ister ve bunu elde ettikten sonra adaleti zulmüne baskın gelirse cennetlik olur. Zulmü
adaletine baskın gelen kimse ise cehennemlik olur.” buyurmuştur. 48 Bütün bu uyarılar doğrultusunda hem davalı hem de davacı doğruyu söylemeli, şahitler sadece
bildiklerini ve gördüklerini anlatmalı, hâkim ise tarafsız davranarak adaletin yerine gelmesine katkıda bulunmalıdır.
Adil yönetici Hz. Ömer'in şu uygulaması güzel bir örnektir: Halife Hz. Ömer ve ashâbdan Übey b. Kâ'b arasında bir konuda anlaşmazlık meydana gelir. Bunu çözmek
üzere hukukî davalara bakan sahâbîlerden Zeyd b. Sâbit'e giderler. Zeyd misafirler gelir gelmez özellikle Halife Ömer'e karşı saygılı davranıp ona oturması için yer
açar. Bu durum âdil Halife Hz. Ömer'in hoşuna gitmez ve hemen müdahale eder: “Vereceğin kararda ilk adaletsizliği yaptın. Ben Übey ile aynı yerde oturacağım.” der.
Übey b. Kâ'b, davasını ileri sürünce Hz. Ömer bu iddiayı kabul etmez. Ancak bu durumda da Hz. Ömer'in yemin etmesi gerekmektedir. Zeyd, Übey'e hitaben,
“Halife'ye yemin ettirme. Davacı olduğun kişi bir başkası olsaydı sana böyle bir teklifte bulunmazdım.” der. Bu teklifi duyan Hz. Ömer bunu da ayrıcalık kabul ederek
hemen yemin eder. Ardından da Zeyd hakkında şöyle demekten kendini alamaz: “Ömer ile herhangi bir Müslüman onun yanında aynı konumda olmadıkça Zeyd b.
Sâbit hâkimlik görevini hakkıyla yerine getirmiş olmaz.” 49 Halife Ömer ilk etapta kendi lehinde görülen durumu kabul etmeyerek adaletten yana tavır sergilemiştir.
İşte bu nedenle Allah Resûlü'nün, “Yönettikleri insanlara, ailelerine ve sorumlu oldukları kişilere karşı adaletli davrananlar, Allah katında, Rahmân'ın yanında nurdan
minberler üzerinde ağırlanacaklar.” 50 müjdesine nail olacakların başında hiç kuşkusuz Hz. Ömer gelecektir.
Adalet sadece mahkemede görülen bir husus değildir. Hayatın her alanında adalet söz konusudur. Devlet yetkilisi halkına, âmir memuruna, baba çocuklarına,
öğretmen öğrencisine, satıcı müşterisine, işçi işverenine, ev sahibi


kiracısına, kısacası herkes muhatabına karşı âdil olmalıdır. Zira bunlardan her biri toplumun bir kesimine karşı “adaleti gözetmesi gereken” kişi konumundayken, bir
başkası karşısında “adalet arayan” durumundadır.
Adaletin hak ve eşitlik esasları üzerinde bina edilmesi toplumun ve bireylerin tümünü memnun edecektir. Adalet ile karar verildiğini bilen insanlar, işlerinin
görülmesi için aracılara başvurmayarak gönül huzuru ile işlerine devam edeceklerdir.
Yüksek ahlâkî bir erdem olarak adalet, birey ve toplumsal bağlamda güven, uyum ve dengeyi temin eder. Adaleti kabul eden, özümseyen ve uygulayan kimseler
onurlu ve erdemli insanlardır. Aynı durum adaletle yönetilen insanların toplumsal uygulamalarına da yansır. Bunun aksine fert ve toplum olarak adalete ilişkin
hususlarda görevini yerine getirmeyenler, adaleti uygulamayanlar ise eksiktir. Kur'an'da, adaleti emretmeyen ve doğru yoldan sapan kimse, “dilsiz, yetersiz ve görevini
yerine getirmekten âciz” 51 bir şahsa benzetilmiştir.
Adalet aynı zamanda insanların rahat ve güvenlik içinde yaşamalarını da temin eder. İnsanların canına, malına, ırzına kastedenler, adalet ile yargılanıp hak ettikleri
cezayı aldıklarında suç işlemeye meyilli olanlar, durumun farkında oldukları için bu eylemleri yapmaktan kaçınır. Ayrıca adaletin varlığı insanların kişisel olarak
intikam alma, husumet besleme, kan davası peşinde koşmalarının önüne geçerek husumetlerin büyümesine engel olur.
Özet olarak, adalet kişinin kendine, Allah'a ve toplumun diğer bireylerine karşı her zaman ve her şart altında gözetmek durumunda olduğu; denge, hak, eşitlik, orta
yol, itidal gibi değerleri bir araya getiren yüce bir erdemdir. Adalet, mülkün temelidir.






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

EN ÇOK İLGİ GÖRENLER

HADİSLERLE İSLAM ANA MENÜ

HADİSLERLE İSLAM ANA MENÜ HADİSLERLE İSLAM CİLT 1 HADİSLERLE İSLAM CİLT 2 HADİSLERLE İSLAM CİLT 3 HADİSLERLE İSLAM CİLT 4 HA...