yukarı kaydırma oku

YAZI KOPYALAMA ENGELİ

sağtuş engeli

ANA MENÜ

Bayram Sevinç Ve Coşku Günleri

Bayram  Sevinç Ve Coşku Günleri

Hz. Âişe anlatıyor:
“Yanımda ensarın cariyelerinden iki küçük kız Buâs gününe dair (ensarı öven ve düşmanlarını yeren sözlerden oluşan) şarkılar söylüyorlardı. Bu iki küçük
kız şarkıcı da değillerdi. Bu esnada Ebû Bekir yanıma girdi ve 'Resûlullah'ın (sav) evinde şeytan işi çalgılar ha!' dedi. Bu olay bayram günü yaşanmıştı.
Resûlullah (sav) bunun üzerine, 'Ebû Bekir! Her toplumun bir bayramı vardır, bu da bizim bayramımızdır.' buyurdu.”
(M2061 Müslim, Îdeyn, 16; B952 Buhârî, Îdeyn, 3)


****

Enes (b. Mâlik) anlatıyor: “Hz. Peygamber (sav) Medine'ye geldiğinde halkın eğlence ile geçirdiği iki gün vardı. Hz. Peygamber: 'Bu iki gün(ün özelliği) nedir?'
diye sordu. 'Câhiliye döneminde o günlerde eğlenirdik.' dediler. Bunun üzerine Resûlullah (sav) şöyle buyurdu: 'Şüphesiz Allah sizin için o günleri onlardan
daha hayırlı olan Kurban ve Fıtır (Ramazan) bayramlarıyla değiştirdi.' ”
(D1134 Ebû Dâvûd, Salât, 239)


***

Berâ' (b. Âzib) anlatıyor: “Hz. Peygamber'in (sav) hutbe verirken şöyle buyurduğunu işittim: 'Bugün ilk işimiz, (bayram) namazı kılmak, sonra dönüp kurban
kesmektir. Böyle yapanlar, sünnetimize uygun davranmış olur.' ”
(B951 Buhârî, Îdeyn, 3)


***

İbn Ezher'in azatlı kölesi Ebû Ubeyd anlatıyor: “Ömer b. Hattâb (ra) ile birlikte bir bayram geçirdim. Ömer geldi, namazı kıldırdı. Sonra cemaate dönerek
bir konuşma yaptı ve şöyle dedi: 'Resûlullah (sav) şu iki günde oruç tutmanızı yasakladı: Biri, Ramazan orucunuzu bitirip de bayram ettiğiniz gün, diğeri de
kurbanlarınızı kesip etini yediğiniz gündür.'”
(M2671 Müslim, Sıyâm, 138; B1990 Buhârî, Savm, 66)


***

Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Ramazan, oruca başladığınız gün; Ramazan Bayramı, orucu bitirdiğiniz gün;
Kurban Bayramı da kurban kestiğiniz gündür.”
(T697 Tirmizî, Savm, 11)


********************

Medine'de bir Kurban Bayramı günü idi. Hz. Âişe'nin yanında iki küçük kız def çalıp şarkı söylüyor, Medine'nin İslâm'la şereflenmesinden önce kabileler
arasında yaşanan Buâs Savaşı'na dair şiirlerden oluşan nağmeleri dillendiriyorlardı. Allah Resûlü ise aynı odada örtüsüne bürünerek yatağında uzanmış, sırtı
dönük vaziyette istirahata çekilmişti. Derken içeriye Hz. Ebû Bekir girdi ve muhtemelen istirahat hâlindeki Hz. Peygamber'i rahatsız ettikleri düşüncesiyle,
'Peygamber'in yanında şeytan işi çalgılar ha!' diyerek kızı Âişe'ye çıkıştı. 1 Hz. Ebû Bekir'in bu tepkisi üzerine Peygamber Efendimiz yüzünü açtı ve “Ebû
Bekir! Onlara karışma! Çünkü bunlar bayram günleridir.” buyurdu. 2
Eğlence, her kültürde olduğu gibi Arap kültüründe de önemli bir yere sahipti. Allah Resûlü, dostu Hz. Ebû Bekir'e eğlenmenin insan hayatındaki yerini
hatırlatırken, “Her toplumun bir bayramı vardır. Bu da bizim bayramımızdır.” 3 diyerek bayramların özel günler olduğunu ifade etmişti. Zira bayramlar hüzün
ve sıkıntının paylaşıldığı, sevinçlerin çoğaltıldığı günlerdir. Bugünlerde insanların birlikte eğlenmeleri, onlarda topluma aidiyet bilincini geliştirir ve
kimliklerinin korunmasına katkı sağlar.
Hz. Peygamber hayatta iken bilhassa Medine döneminde Müslümanlar bayramları neşe ve mutluluk içinde geçirirlerdi. Küçük kızların şarkılar söylediği
bayram gününün bir başka vaktinde Allah Resûlü, Habeşlilerin mescitte sergiledikleri mızrak kalkan oyunlarını eşi Hz. Âişe ile birlikte seyretmiş, 4
gösterilere müdahale etmek isteyen Hz. Ömer'e engel olmuş 5 ve gösteri yapanların rahatsız edilmesine izin vermemişti. 6 Bayramlarda eğlence düzenleme
âdeti daha sonra da sürdürülmüş, hatta sahâbeden İyâz b. Amr el-Eş'arî, Fırat'ın sol kıyısında sıralı şehirlerden biri olan Enbâr'da 7 neşesiz geçen bir bayram
gününe şahit olunca, alışık olmadığı bu durum karşısında, “Neden Resûlullah'ın huzurunda çocukların çalgılar eşliğinde oynadığı gibi sizin de oyunlar
oynadığınızı göremiyorum?” diye uyarma ihtiyacı hissetmişti. 8 Çünkü bayramlarda eğlenmek Hz. Peygamber'in bir sünneti idi. 9
Hz. Peygamber Medine'ye geldiğinde şehir halkının yılın iki gününü tören ve eğlence ile kutladıklarını görmüştü. Bunlar Nevruz ve Mihrican günleriydi. 10
O dönemde bayram coşkusunu hisseden çocuklardan biri


olan Enes'in dilinden bu iki bayramın değiştirilmesi şöyle anlatılır: “Hz. Peygamber (sav) Medine'ye geldiğinde halkın eğlence ile geçirdiği iki gün vardı. Hz.
Peygamber, 'Bu iki gün(ün özelliği) nedir?' diye sordu. 'Câhiliye döneminde o günlerde eğlenirdik.' dediler. Bunun üzerine Resûlullah (sav) şöyle buyurdu:
'Şüphesiz Allah sizin için o günleri onlardan daha hayırlı olan Kurban ve Fıtır (Ramazan) bayramlarıyla değiştirdi.' ” 11
Hicretin birinci yılında belirlenmelerine rağmen her iki bayram da ilk defa hicretin ikinci yılında kutlanmıştı. Zira Sevgili Efendimiz Medine'ye 8
Rebîülevvel (20 Eylül 622) tarihinde varmışlardı. Bundan sonraki yılda Medinelilerin yaşamlarını, ve bayramlarını gözlemleme fırsatı bulmuştu.
Bayramların belirlenmesinden sonra, o senenin Ramazan ve Zilhicce ayları geçmiş olduğundan Müslümanların kutlayacağı ilk bayram ikinci senenin
Ramazan Bayramı olmuştu. Hicretin ikinci yılı Şâban ayında orucun da farz kılınması üzerine Şevval ayının ilk günü (27 Mart 624) Ramazan Bayramı
olarak kutlanmıştı. Hac ibadeti hicrî dokuzuncu yılda farz kılınmakla birlikte Kurban Bayramı da yine ikinci yılda Zilhicce ayının onunda (3 Haziran 624)
kutlanmaya başlanmıştı. 12
Artık Müslümanların kendilerine özgü iki bayramı vardı. Ve bu bayramlar onları diğer inanç mensuplarından ayıran bazı ibadetlerle birlikte anılıyordu. Bu
iki özel gün, iki özel zaman dilimine bitişikti; birincisi Ramazan ayına, diğeri de hac günlerine. Ramazan boyunca oruç tutup, namaz kılan, zenginse zekât
ve fıtır sadakası verip fakirlerin sıkıntılarına çare olan, kısacası bir ayı ibadetle geçiren ve yaptığı güzel işlerle Allah'ın rahmetini ümit eden Müslümanlar,
sevinmeyi hak etmişlerdi. Sonra ikinci bir mutluluğu da hac mevsiminde yani Kurban Bayramı'nda yaşamaları lütfedilmişti. Hz. İbrâhim'in gördüğü bir
rüya üzerine oğlunu kurban etmek istemesi, oğlunun babasına itaati ve onların bu sadakatine karşılık verilen kurbanın 13 hatırası böylece Müslümanlar
tarafından her yıl yâd ediliyordu.
Bütün Müslümanların katılımıyla musallâda kılınan bayram namazları, bir anlamda bayramın başlangıcıydı. Peygamberimiz bayram namazında normal
namaz tekbirlerine ilâve tekbirler alır, 14 namazda A'lâ ve Gâşiye sûrelerini okur, 15 ardından bayram hutbesini irad ederdi. 16 Bayram namazından önce
başka namaz kılmayan Hz. Peygamber, bayram namazını kılıp evine döndükten sonra iki rekât namaz kılardı. 17 Kurban Bayramı'nda ilk iş olarak namaz
kılar sonra kurbanını keser ve “Böyle yapanlar, sünnetimize uygun davranmış olur.” buyururdu. 18

Namazdan sonra ilk bayramlaşma musallâda olurdu. Türkçede “namazgâh” da denilen bu alandan ayrılmadan yapılan bayramlaşma, az önce aynı kıbleye
yönelen kalplerin bu sefer birbirlerine yöneldiği anlamını taşıyor olmalıdır. Esasen Müslümanların bir araya gelip ortak bir hedefe aynı duygularla
yönelmesi, başlı başına bir bayramdır. Cuma gününün de bayram olarak tanımlanmasında 19 kuşkusuz Müslümanları bir araya getirme vasfı etkili
olmuştur. Aynı şekilde, Arafat'ta vakfe yapan farklı ırk, mezhep ve meşrepten binlerce Müslüman'ın toplu görüntüsü de Arafat gününe bayram niteliği
kazandırmıştır. 20
Medine'de Ramazan ve Kurban Bayramlarının ilk günlerinde kadın ve çocukların da katılımıyla bayram namazları musallâda eda edilirdi. “Musallâ”, bayram
namazının topluca kılındığı açık ve geniş alandı. Allah Resûlü'nün musallâya giderken ve gelirken farklı yollar kullandığına dair haberlere 21 bakılırsa
musallâ mescitten uzak bir yerde olmalıdır. Hz. Ali, İbn Ömer, Ebû Hüreyre ve Abdullah b. Ömer gibi ashâbın önde gelenleri de onun bu sünnetini
uygulamışlar, aynı zamanda bizlere de nakletmişlerdir. 22 Bundan dolayıdır ki bayram namazına yürüyerek gitmek, dönüşte de farklı bir yoldan gelmek ve
yolda tekbir getirmek hoş karşılanmış, müstehap kabul edilmiştir. 23 Farklı yollardan gidip gelmede farklı Müslüman kardeşleriyle karşılaşıp onların da
bayramlarını tebrik etmeyi sağlama düşünülmüş olmalıdır. Günümüzde bazı Müslüman ülkelerde bayram namazlarının musallâda kılınması geleneği hâlâ
devam etmektedir. Bu güzel gelenekle toplumun her kesiminin namaza iştirakinin sağlanması ve tam bir bayram coşkusu yaşanması amaçlanmıştır. Ancak
Ebû Hüreyre'nin rivayetine göre, bayram namazlarını hemen her zaman musallâda kılan Sevgili Efendimiz, bir bayram yoğun yağmur sebebiyle musallâya
çıkamamış, namazı mescitte kıldırmıştı. 24 Bu uygulama bayram namazlarının namazgâhta kılınmasının bir tercih sebebi olmakla beraber camilerde de
kılınabileceğini göstermiştir.
Peygamberimiz, bayram sabahı namaza katılma konusunda son derece titiz davranır, hatta bayramlık elbisesi olmayan hanımların bile bir arkadaşından
ödünç elbise alarak musallâya gelmelerini isterdi. 25 Ensar hanımlarından Ümmü Atıyye'nin anlattığına göre Resûlullah, genç yaşlı, evli bekâr bütün
hanımların bayram günü musallâya çıkmasını, hatta âdetli olanların da gelerek namaz kılmaksızın bir kenarda durmalarını ve duaya iştirak etmelerini
istemişti. 26 Böylece herkesin mutlu olduğu günde

bazı kadınların özel hâlleri nedeniyle bayram sevincine ortak olmaktan mahrum kalmalarına gönlü elvermemiş, bu sevincin herkese ulaşmasını arzu
etmişti. Bayram günü, kadın erkek bütün Müslümanlar açık alanda toplanır; buradan tekbir nidaları yükselir ve inananlar ortak dualara âmin derlerdi.
Birlikleri, dirlikleri, arınmaları ve günlerinin bereketli olması için dualar ederlerdi. 27 Bayramlar, aynı zamanda dayanışma ve yardımlaşma içerisinde
müminlerin birbirlerine kenetlendikleri günlerdi. Nitekim bir bayram namazından sonra Hz. Peygamber, Bilâl ile birlikte hanımların yanına giderek onlara,
“Ey hanımlar topluluğu! Sadaka verin, zira sadaka sizin için daha hayırlıdır!” buyurmuş, 28 yoksullar için onlardan yardım talep etmişti. Resûlullah'ın bu
çağrısına kadınlar yüzüklerini, küpelerini ve çeşitli ziynet eşyalarını bağışlamak suretiyle cevap vermişlerdi. 29
Allah Resûlü'nün, cuma günlerindeki gibi bayram günlerinde de gusül abdesti alarak banyo yapması âdetiydi. 30 Bayram sabahları güneş doğduktan sonra
evinden çıkar ve musallâya doğru giderdi. Eğer Ramazan Bayramı ise birkaç hurma ile ağzını tatlandırmadan evinden çıkmazdı. 31 Kurban Bayramı'nda ise
bayram namazından dönmedikçe bir şey yemezdi. 32 Onun bu sünneti daha sonra bu bayramlarda şeker ve tatlı yapma ve misafirlere ikram etme
geleneğinde etkili olmuştur.
Bayramlar, birlikte yeme içme ve ikramda bulunma günleridir. Bundan dolayı Peygamber Efendimiz bayram günlerinde oruç tutulmasını yasaklamıştır. 33
Her zaman önemi sıkça vurgulanan, tutulması emredilen orucun, bayram günlerinde bırakılmasının istenmesi herkesin aynı duygu ve coşkuyu birlikte
paylaşması amacına yöneliktir.
Medineli âlimlerden Ebû Ubeyd bir hatırasını şöyle anlatır: “Ömer b. Hattâb (ra) ile birlikte bir bayram geçirdim. Ömer geldi, namazı kıldırdı. Sonra
cemaate dönerek bir konuşma yaptı ve şöyle dedi: 'Resûlullah (sav) şu iki günde oruç tutmanızı yasakladı: Biri, Ramazan orucunuzu bitirip de bayram
ettiğiniz gün, diğeri de kurbanlarınızı kesip etini yediğiniz gündür.'” 34
Allah Resûlü, “Ramazan, oruca başladığınız gün; Ramazan Bayramı, orucu bitirdiğiniz gün; Kurban Bayramı da kurban kestiğiniz gündür.” 35 buyurmuştur. Bu
bakımdan Müslümanların Ramazan'a aynı gün başlayıp onu aynı gün bitirmeleri, bayramları aynı vakitte kutlamaları, bu özel günlerin taşıdığı anlamın bir
gereğidir.
Kurban Bayramı “teşrik günleri” olarak da anılır. Çünkü güneşin doğmasına teşrik denilir ve bu da bayram namazının vaktidir. Aynı zamanda

teşrik, kurban kesmek ve kurban etlerini güneşe sererek kurutmak demektir. Kurban kesmenin vakti de güneşin doğmasından sonradır. Teşrikin bir anlamı
da ışıktır. Tıpkı güneşin etrafı aydınlatması gibi bayram neşesi de müminlerin gönüllerini birbirlerine açar. Bu da Kurban Bayramı'nın teşrik günleri olarak
anılmasını anlamlı kılmaktadır. 36 Müslümanlar arefe günü sabah namazından başlayarak bu bayramın dördüncü günü ikindi namazına kadar her farz
namazın ardından teşrik tekbirleri getirmekle bütün bunların Allah'ın bir lütfu olduğunu ilân ederler ve bu nimetleri bahşeden Rablerine şükürlerini ifade
etmiş olurlar.
Bayram coşkusunun bireysel ve toplumsal güvenliği tehdit etmemesi önemlidir. Bu günlerde kardeşliğin ruhuna uymayan hatta güvensizliği çağrıştıracak
hiçbir davranışa meydan verilmez. Meselâ, bayramda silah taşımak bile yasaklanmıştır. 37 Böyle bir davranış, herhangi bir kazaya ya da fevri bir hareket
sonucu yaşanacak üzüntüye sebebiyet verme ihtimalinden dolayı bayramın ruhuna aykırı görülmüştür. Günümüzde ortaya çıkan acıların bazısını bir kaza
kurşununun başlattığını göz önüne getirdiğimizde, Allah Resûlü'nün bu uygulamasının ne kadar önemli olduğunu anlayabiliriz.
Ramazan'da tutulan oruçlarla hem bedenini hem de ruhunu arındıran, aç insanların hâlini anlayan ve onlara yardım edenler destek oldukları insanlarla
beraber, el ele bayramın sevincini paylaşırlar ve birbirlerinden farksız oldukları anlayışını yaşatırlar. Bayramın hürmetine küsler barıştırılır, dargınların gönlü
alınır, büyükler ziyaret edilir, akrabalık ve dostluk bağları tazelenir. Aynı şekilde fakir fukara ve muhtaca verilmek üzere içtenlik ve samimiyet nişanesi olan
kurban ile kazanılan Allah'a yakınlık, kurban etlerinden diğer insanlara ikram etme sayesinde kullar arasında da yakınlaşmaya dönüşür. Bu samimi niyetle
Müslümanlar Allah'a daha da yakınlaşmış olur. Bu yönleriyle bayramlar, kardeşliğin gereğini yerine getirme anlarıdır. Böylece Peygamberimiz tarafından
birbirlerini sevme, birbirlerine merhamet ve şefkat gösterme hususunda bir insan bedenine benzetilen Müslüman toplumda, 38 herkes diğerlerinin
ihtiyaçlarını hissetme ve giderme fırsatı bulur.
Bayramlarda eda edilen bayram namazlarına katılımın diğer namazlara oranla daha fazla olması da Müslüman toplumun fertlerinin bir araya gelmelerinin
hoş bir yansıması olarak kabul edilmelidir. Modern hayat şartlarının birbirlerinden uzaklaştırdığı insanlar, bu vesileyle yılda iki


defa bir araya gelmekte, kucaklaşmakta ve kaynaşmaktadır. Hasret giderilmekte, dargınlar barışmakta, yok yere birbirlerine sırt dönenler yeniden
sarılmaktadırlar. Şu hâlde hemen her ibadetimizde olduğu gibi bayram namazlarında da kişisel ve toplumsal kazanımlarımızın olduğunu bilmek bizlere bu
değerlerimize çok daha sıkı sarılma arzusu verecektir.
Her toplumun kitlesel olarak kutladığı günleri, bayramları ve dinî merasimleri vardır. Günümüzde yüz binlerin katıldığı, günlerce süren kutlamalar
yapılmaktadır. Bunlar zaman zaman fertlerin kendilerini unuttuğu, kitleye kapılarak kendisine ve çevresine zarar verdiği bir tüketim çılgınlığına
dönüşebilmektedir. Bu tür karnaval ve eğlence türü programların bazılarının, fertlerin bencillik duygularının kamçılandığı ve ahlâk ilkelerinin çiğnendiği
faaliyetler hâline dönüştüğünü üzülerek görmekteyiz. Halbuki İslâm âdet ve merasimlerinde insana kendini unutturan bir eğlence sarhoşluğuna izin
verilmemiştir. Dinimiz insanî değerleri yücelten, erdemleri yok saymayan bir eğlence anlayışını öncelemiş, eğlenmenin de bir edebi olduğunu hatırlatmıştır.
Müslüman kültürde bayramlar, insanî değerleri aşındırmak şöyle dursun, iç dünyalarından başlayarak fertleri eğiten ve birbirleri için özveride
bulunmalarını kolaylaştıran zaman dilimleri olarak görülmüştür. Bu bakımdan Müslümanlar, bayramları ne toplumdan kaçma vesilesi ne de sıradan bir
eğlence ânı gibi algılamalı; iki önemli ibadete bitişik olarak tayin edilen bu kıymetli günleri, ibadetlerin kendilerine kazandırdığı huzur ve bilinç içerisinde
yaşamalıdır. Çünkü bayramlar ancak hem bu bilinçle 39 hem de birlikte kutlandığında bayramdır





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

EN ÇOK İLGİ GÖRENLER

HADİSLERLE İSLAM ANA MENÜ

HADİSLERLE İSLAM ANA MENÜ HADİSLERLE İSLAM CİLT 1 HADİSLERLE İSLAM CİLT 2 HADİSLERLE İSLAM CİLT 3 HADİSLERLE İSLAM CİLT 4 HA...