yukarı kaydırma oku

YAZI KOPYALAMA ENGELİ

sağtuş engeli

ANA MENÜ

BİAT BİR YÜREK SÖZLEŞMESİDİR

BİAT BİR YÜREK SÖZLEŞMESİDİR

Zühre b. Ma'bed'in, Hz. Peygamber'in (sav) devrine yetişmiş olan dedesi Abdullah b. Hişâm'dan naklettiğine göre, (dedesi küçükken) annesi Zeyneb bnt.
Humeyd onu Resûlullah'ın (sav) huzuruna götürüp, “Ey Allah'ın Resûlü bundan biat al!” demişti. Ancak Sevgili Peygamberimiz, “O daha küçük.” buyurmuş,
Abdullah'ın başını okşamış ve onun için dua etmişti.
(B2501 Buhârî, Şirket, 13)


***

Ubâde b. Sâmit anlatıyor: “Resûlullah (sav) ile birlikte bulunduğumuz bir toplantıda o bize şöyle buyurdu: 'Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmayacağınıza, zina
etmeyeceğinize, hırsızlık yapmayacağınıza, Allah'ın haram kıldığı bir canı haksız yere öldürmeyeceğinize biat edin. Aranızdan kim verdiği sözde durursa onun ecri
Allah'a aittir. Kim de bunlardan birini yapar ve bundan dolayı cezalandırılırsa bu onun için kefaret olur. Ayrıca kim bunlardan birini yapar da Allah onu gizlerse onun
durumu Allah'a kalmıştır. Dilerse onu affeder, dilerse ona azap eder.' ”
(M4461 Müslim, Hudûd, 41)


***

Cerîr (b. Abdullah) anlatıyor: “Hz. Peygamber'e (sav) geldim ve ona, 'Hoşuma gitsin ve gitmesin her hususta dinleyip itaat etmek üzere sana biat ediyorum.'
dedim. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav), 'Ey Cerîr, bunu yapabilecek misin, buna gücün yetecek mi?' buyurdu ve şöyle ekledi:'Gücümün yettiği hususlarda de!'
(Sonra) her Müslüman'a karşı samimi davranmak konusunda da benimle biat etti.”
(N4179 Nesâî, Bîat, 16)


****************************

Hüzün yılıydı... Hz. Peygamber'in en büyük destekçileri olan amcası Ebû Tâlib ve sevgili eşi Hz. Hatice artık hayatta değildi. Allah Resûlü bir yandan
giderek ağırlaşan şartlar altında ezilen az sayıdaki Müslümanlara destek sağlamak, diğer yandan da insanlara doğru yolu göstermek için çabalıyordu.
Durumunu Kelboğulları, Hanîfeoğulları ve Âmiroğulları gibi o dönemin önde gelen Mekkeli kabilelerine arz etmiş ama kabul görmemişti. 1
Nebî (sav) çok mahzundu. Kalbinin derinliklerinden dudaklarına dökülen bu hüznünü tarih kitapları şöyle kaydediyordu: “Allah'ım! Gücümün azlığını,
çaremin tükendiğini ve insanlar tarafından hor görüldüğümü sana şikâyet ediyorum. Ey merhametlilerin en merhametlisi! Sen ki güçsüzlerin de benim de Rabbimsin.
Kime emanet ediyorsun beni? Bana sevimsiz yüzlerini gösterip duranlara mı? Yoksa işimi eline terk ettiğin düşmanlarıma mı? Kime? Eğer sen hoşnutsan bu sıkıntılar
dokunmaz bana. Ama nimetin daha ferahlık verir insana. Öfkenden ve öfkenin beni kuşatmasından, senin rızanın karanlıkları aydınlatan ve dünya âhiret işlerini
düzene koyan nuruna sığınıyorum.” 2
Yakınlarından yeteri kadar destek ve koruma bulamayan mahzun Nebî artık panayır mevsiminde Mekke'ye gelen yabancıları dolaşıyor, onlara kendini
tanıtıyor, İslâm'ı anlatıyor ve “Beni kavmine götürecek kimse yok mu? Kureyşliler beni, Rabbimin kelâmını tebliğ etmekten alıkoyuyorlar.” diyordu. 3 O zamanlar
aklı eren bir çocuk olan Rebîa b. Abbâd, Hz. Peygamber'in bu çabasına tanık olduğu ânı şöyle anlatıyordu: “Zü'l-Mecâz panayırında Hz. Peygamber'i, 'Ey
insanlar! 'Allah'tan başka ilâh yoktur.' deyin ki kurtulasınız!' derken gözlerimle gördüm. Çarşının hangi sokağına girse kalabalık da peşinden gidiyordu.
Kimsenin bir şey söylediğini görmedim. Ama o susmuyor ve 'Ey insanlar! 'Allah'tan başka ilâh yoktur.' deyin ki kurtulasınız!' diyordu. Ardından gelen şaşı bir
adam da 'Bu adam, dinden çıkmış ve yalancı birisidir!' diyordu. 'Bu kim?' diye sordum, 'Abdullah oğlu Muhammed. Kendisinin peygamber olduğunu
söylüyor!' dediler. 'Onu yalanlayan kim?' diye sordum, 'Amcası Ebû Leheb.' dediler.” 4
Bütün engellemelere rağmen Allah'ın Resûlü, insanları Allah'ın dinine davet etmekten vazgeçmiyordu. Her fırsatta onları Allah'a imana ve


kurtuluşa çağırıyordu. Yine bir hac mevsiminde Yesrib'den yola çıkan ve içlerinde İyâs b. Muâz'ın da bulunduğu Abdüleşheloğulları'na mensup bir grup,
Hazrec kabilesine karşı Kureyş ile anlaşma yapmak üzere Mekke'ye geldiler. Hz. Peygamber yanlarına gidip, “Geldiğiniz işten daha hayırlısını öğrenmek ister
misiniz?” diye sordu ve onlara kendi elçiliğinden, Allah'a ortak koşulmamasından ve daha birçok şeyden bahsetti. İyâs b. Muâz etkilenmişti, “Ey Halkım!
Vallahi bu, kendisi için geldiğiniz işten daha hayırlıdır.” dedi. Ancak grubun lideri Ebu'l-Hayser Enes b. Râfi' yerden bir avuç toprak aldı ve İyâs'ın yüzüne
serperek, “Bizi bırak! Ömrüme yemin olsun ki buraya farklı bir iş için geldik.” deyince İyâs susmak zorunda kaldı. Ve Nebî (sav) yine buruk ayrıldı
meclisten. Hz. Peygamber'in bu daveti karşılıksız kalmıştı ve Yesribli grup inanmadan dönmüştü memleketine. Bir kişi hâriç: Ölünceye kadar imanını
gönlünde taşıyan İyâs b. Muâz. 5
Peygamberliğin on birinci yılı hac mevsimindeki görüşmeler daha ümit verici geçmişti. Bir grup Yesribli tıraş olmuş ve ihramdan çıkmışlardı. 6 Derken bir
yabancı kendilerine yaklaştı ve “Kimlerdensiniz?” diye sordu. “Hazrec kabilesinden bir grubuz.” cevabını alınca, “Oturmaz mısınız? Size söyleyeceklerim var.”
diye izin istedi ve verilen izin üzerine sohbet başladı. Anlatan anlattıkça daha bir yoğunlaştı dinleyenlerin dikkati. Kutlu Elçi'nin sözlerinin güzelliği nasipli
kalplerin derinliklerine indi. Derken Nebî'nin dilinden süzülen âyetlerin aydınlığında tasdik ve kabul ifadeleri belirdi Yesrib'den gelen altı adamın yüzünde.
Gönülden iman ettiler. Mahzun Nebî'nin kalbine sevinç düştü. Mümin Yesribliler, “Halkımızı bırakıp buraya geldik. Bizim toplumumuz kadar aralarında
düşmanlık ve kötülük bulunan bir başka toplum daha yoktur. Belki Allah senin sayende bu toplumdaki düşmanlığı bitirir. Biz şimdi gideceğiz ve senin dinine onları
davet edeceğiz.Bu din konusunda sana icabet ettiğimiz gibi onlara da bunu teklif edeceğiz. Şayet Allah senin sayende onları bir araya getirirse senden daha şerefli bir
kimse yok demektir.” dediler ve iman dolu kalpleriyle vedalaşıp ayrıldılar Mekke'den. 7 Yesriblilerin bu temennileri, aslında onların memleketlerine huzur
getirecek, aralarında birliği sağlayacak bir önder arayışının da ifadesiydi. Arayışlarına karşılık bulacakları ve ertesi yıl Resûl-i Ekrem'e bağlılıklarını
bildirecekleri Akabe Biati'ne zemin hazırlayan çok olumlu bir görüşmeydi bu.
Allah Resûlü'nün davetine icabet eden Yesribli grup memleketlerine vardıklarında sürekli Nebî'den (sav) ve İslâm'dan konuştular. Öyle ki bir


yıl içinde Yesrib'de Resûlullah'dan bahsedilmeyen ev kalmadı. 8 Zamanı iple çekti Yesribli müminler ve bir yıl sonra yine hac mevsiminde Hazrec
kabilesinden on, Evs kabilesinden iki kişi olmak üzere, toplam on iki temsilci Akabe denilen geçitte Allah Resûlü ile buluştu. 9 O gece Akabe geçidi, bir
gönül sözleşmesine şahit oldu. O gece müminler Hz. Nebî'ye, Allah'a hiçbir şeyi eş tutmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, Allah'ın haram kıldığı
canı öldürmemek, 10 iftira etmemek, hayırlı bir hususta Peygamber'e isyan etmemek üzere biat etmişlerdi. 11 Allah Resûlü de onlara, bu biatlerinin
karşılığında mükâfatlarının Allah'a ait olduğunu söylemişti. 12 Yesribli Müslümanlar adına iyilikten ve doğruluktan ayrılmamak üzere Sevgili Peygamber ile
biatleşen bu on iki yürekli adam, bir sonraki hac mevsiminde buluşma dileğiyle ayrıldılar Mekke'den. 13
Yesrib'i “el-Medînetü'l-Münevvere” yani İslâm'ın nuruyla aydınlanmış bir şehir, “Medine” yapacaktı onların son Resûl ile yaptıkları bu sözleşme. Ticarî satın
alma işlerindeki ahitleşmeler için kullanılan “beyat” ya da “biat” kelimesi, Resûlullah'la müminler arasındaki bu sözleşmeyle manevî bir anlama
bürünmüştü. Aslında Allah ve Resûlü için yapılacak her türlü gayret de Allah nezdinde en kârlı ticaretti. 14 Bu nedenledir ki Kur'an'da Yüce Rabbimiz,
biatleşmeyi, getirdiği emir ve yasaklara uyma noktasında Hz. Peygamber'e itaatini arz etme ve bu konuda onunla sözleşme anlamlarında kullanmıştı. 15
Hz. Peygamber, heyecan ve gayretle İslâm dinini öğrenmeye ve insanlara anlatmaya koyulan Medineli Müslümanlara, bilgisine güvendiği genç dostlarından
Mus'ab b. Umeyr ile müezzinlerinden gönül gözüyle gören Abdullah b. Ümmü Mektûm'u öğretici olarak gönderdi. 16 Çalıştılar, okudular, anlattılar. İslâm
Medine'nin çehresini değiştirmişti. Bir sonraki hac mevsiminde Medineliler, aralarında kadın, erkek, genç ve yaşlıların da bulunduğu yetmişten fazla kişiden
oluşan bir grup ile geldiler Mekke'ye, Hz. Nebî'ye bağlılıklarını sunmak üzere. İçlerinde Medine'nin önde gelen liderleri de vardı. Abdullah b. Amr yanına
oğlu Câbir'i de almıştı. Berâ' b. Ma'rûr, Sa'd b. Ubâde, Abdullah b. Revâha, Üseyd b. Hudayr, hanımlardan Nesîbe bnt. Kâ'b, Esmâ bnt. Amr ve daha
niceleri... 17
Gece vakti Mekke şehri derin uykuda idi. Medineli müminler Akabe'deki buluşma yerine gelmiş, Hz. Nebî'yi araştırıyorlardı. Nebî (sav) amcası Abbâs b.
Abdülmuttalib ile birlikte oturmuş gelenleri bekliyordu. Amcasının yüreğinde bir burukluk... Biliyordu ki bugün burada yapılacak


biatten kısa bir süre sonra yeğeni artık Mekke'de olmayacak. Henüz Müslüman olmamıştı ama yeğenine çok güveniyor ve onu çok seviyordu. “Ey Hazrec
topluluğu! Bildiğiniz üzere Muhammed bizdendir.” diye söze başladı. Daha sonra Peygamber Efendimizin şerefli kişiliğinden bahsederek onu kavmi
içerisinde koruduklarını anlattı ve “O şimdiye kadar sadece size karşı bir yakınlık duydu ve size katılmak istedi. Eğer onu davet etmekle kendisine
verdiğiniz sözü yerine getirebilecekseniz ve onu düşmanlarından koruyabilecekseniz sorumluluk size ait olsun. Ama eğer onu Mekke'den çıkarıp yanınızda
götürdükten sonra yalnız ve yardımsız bırakacaksanız şu andan itibaren onu bırakın.” dedi. Bu sözler üzerine Hazrecliler, “Sözlerini dinledik. Ey Allah'ın
Resûlü, konuş! Kendin için ve Rabbin için dilediğin konuda bizden söz al.” dediler. Resûlullah (sav) söze başlayarak önce Kur'an okudu ve Allah'a davet
ederek İslâm'a teşvik eden sözler söyledi. Sonra şöyle buyurdu: “Beni, hanımlarınızı ve çocuklarınızı koruduğunuz gibi koruyacağınıza dair sizden biat istiyorum.”
Berâ' b. Ma'rûr, Kutlu Elçi'nin elini tuttu ve “Evet. Seni hak ile gönderene yemin olsun ki ailemizi koruduğumuz gibi seni koruyacağımıza dair söz veriyoruz
ey Allah'ın Resûlü. Yemin ederim ki biz savaş yiğitleriyiz!” dedi. Gülümsedi Sevgili Peygamberimiz ve “Kanınız kanımdır, malınız malımdır. Ben sizdenim, siz de
bendensiniz. Savaştığınız ile savaşır, barıştığınız ile barışırım!” buyurdu ve onlardan biatin güvence ile yürütülmesi için on iki temsilci seçti. 18
Biatin yapıldığı Akabe mevkii, hacıların şeytan taşladığı yerin yakınlarındaki iki dağın arasında dar bir geçitti. Medineli Müslümanlar mekânın anlamına
uygun olarak zorlu bir geçidi geçmek üzere söz vermişlerdi Allah Resûlü'ne. Ubâde b. Sâmit ve diğerleri hep beraber Hz. Nebî'ye, “Zorlukta ve kolaylıkta,
hoşumuza gitsin veya gitmesin her hususta dinlemek ve itaat etmek, başımızdaki ehil kişiyle tartışmamak, nerede olursak olalım Allah hakkında kınayanın
kınamasından korkmadan doğruyu söylemek üzere biat ettik.” dediler. 19 İslâm'ın yeni yeni kalplere yerleştiği Mekke'de Hz. Peygamber, müminlerden
iman, itaat ve ahlâkî erdemlerin kazanımı noktasında bağlılıklarını bildirmek üzere biat almaktaydı. Akabe'de Medineli Müslümanların Hz. Peygamber'e
yaptıkları bu biat, hem Medine'de Müslümanların birliğini sağlayacak devletin kurulmasına zemin hazırlamış hem de biate imanî boyutun yanı sıra siyasî
bir mahiyet kazandırmıştı.
Medineliler Allah Resûlü'ne ve Mekkeli Müslümanlara özellikle hicret sonrasında sağladıkları yardım ve desteklerinden dolayı, “yardım edenler”


anlamına gelen “ensar” ismine lâyık görülmüştü. 20 Böylece sosyal ve siyasî bir teşkilatlanmanın temellerini oluşturan Akabe Biatleri'nden sonra Hz.
Peygamber dinî ve siyasî bir lider olmuştu. Mekke'de inanan cemaatin lideri görünümü taşıyan peygamberlik misyonu, Akabe Biati'nin hemen ardından
başlayan ve Medine dönemine uzanan süreçte devlet başkanlığına dönüşmüştü. Bu anlamda biat sadece Hz. Peygamber'in peygamberliğine imanî bir
bağlanış değil aynı zamanda onun dinî, siyasî ve toplumsal alanda önderliğini ve baş olduğunu tanımanın bir temsili hâline gelmişti.
Aradan geçen yıllar içinde Medine'de artık güçlü bir İslâm toplumu oluşturulmuştu. İman ile şereflenen her mümin, önce Allah Resûlü'ne biat ederek
bağlılığını bildiriyordu. Fakat Hz. Peygamber, kölelerden 21 ve çocuklardan biat almıyordu. 22 Bir keresinde Zeyneb bnt. Humeyd, oğlu Abdullah'ı yaşı
küçük olduğu hâlde biat için Peygamberimize getirmiş ancak Nebî (sav), “O daha çok küçük.” diyerek ondan biat almamış, ancak başını okşayarak kendisine
dua etmişti. 23 Hanımlar da toplu olarak ya da tek tek Hz. Nebî'ye biat ediyorlardı. Kur'an Hz. Peygamber'den onların biatlerini kabul etmesini istiyordu:
“Ey Peygamber! İnanmış kadınlar Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, elleri ve ayakları arasında bir
iftira uydurup getirmemek, iyi işi işlemekte sana karşı gelmemek hususunda sana biat etmeye geldikleri zaman, biatlerini kabul et...” 24 Bazen Hz. Peygamber,
hanımların çeşitli tutum ve davranışlarını dikkate alarak farklı şartlar üzere de biat alabilmekteydi. Nitekim hanım sahâbîlerden Ümmü Atiyye, kendi
biatlerini şöyle anlatmıştı: “Hz. Peygamber bizden, cenazenin arkasından bağıra çağıra ağıt yakmamamız üzere biat almıştı.” 25 Hz. Âişe'nin anlattığına göre,
Resûlullah, kadınlarla biatleşirken onların ellerinden tutmaz, onlardan sözle biat alırdı. 26
Hz. Peygamber müminlerden güç yetirebildikleri hususlarda biat etmelerini istemekteydi. 27 Zira Yüce Allah hiç kimseyi gücünün yetmeyeceği bir şeyden
sorumlu tutmamaktaydı. 28 Nitekim bu konuda Cerîr b. Abdullah biat tecrübesini şöyle anlatmaktaydı: “Hz. Peygamber'e (sav) geldim ve ona, 'Hoşuma
gitsin ve gitmesin dinleyip itaat etmek üzere her hususta sana biat ediyorum.' dedim. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav), 'Ey Cerîr, bunu yapabilecek misin,
buna gücün yetecek mi?' buyurdu ve şöyle ekledi:'Gücüm yettiği hususlarda de!' Sonra her Müslüman'a karşı samimi davranmak şartıyla biatimi kabul etti.” 29
Ümeyme bnt. Rukayka da birkaç kadınla birlikte Allah Resûlü'ne varıp biat ettiklerini ve Resûl-i Ekrem'in onlara


merhamet göstererek yapabilecekleri ve güç yetirebilecekleri hususlarda onların biatini kabul ettiğini ifade etmektedir. 30
Hz. Peygamber'e biat etmek üzere gelenlerin ileri sürdüğü bazı şartlar da olabilmekteydi. Hz. Câbir'in anlattığına göre, Tâif'ten gelen Sakîf kabilesi heyeti,
kendilerine zekât ve cihadın şart koşulmaması arzusu ile biat etmek istemişlerdi. Biatlerini kabul eden Allah Resûlü, “Onlar Müslüman olduklarında ileride
zekât da verecekler, cihada da katılacaklar.” buyurmuştu. 31 Onların İslâm'ı tam mânâsıyla anlayıp kalplerine imanın yerleşmesinden sonra imanlarının
gerektirdiği her şeyi yapacaklarına olan inancının bir ifadesiydi bu. Bir başka rivayete göre ise bu heyet, Hz. Peygamber'e cihad için orduya alınmamaları,
vergi ve namazdan muaf tutulmaları şartıyla biat edeceklerini ifade etmişlerdi. Allah Resûlü onların namazdan muaf tutulma isteklerini, “İçinde rükû
bulunmayan dinde hayır yoktur.” diyerek reddetmiş, cihad ve vergi şartlarını ise zamana bırakmıştı. 32
Hicretin altıncı senesiydi... Gördüğü bir rüya üzerine Sevgili Nebî, yanına aldığı bin beş yüz kadar sahâbesi ile birlikte 33 Kâbe'yi ziyaret amacıyla Mekke'ye
doğru yola çıkmıştı. Ancak gece gündüz ihramlı bir vaziyette tam bir hafta süren meşakkatli bir yolculuktan sonra Mekke'ye yirmi iki kilometre mesafedeki
Hudeybiye'de müşrikler tarafından durdurulmuşlardı. Umreye çıkan Müslümanlar savaşma niyeti ile yola çıkmadıkları için yanlarına basit yolcu kılıçları
dışında başka silah almamışlardı. Hudeybiye'de konaklayan Hz. Peygamber amaçlarının savaşmak olmadığını bildirmek üzere Hz. Osman'ı elçi olarak
Mekke'ye göndermiş 34 ancak Hz. Osman'ın dönüşü gecikmiş ve şehid edildiğine dair sonradan yalan olduğu anlaşılan bir haber yayılmıştı.
Aslında Hz. Peygamber'in ve Müslümanların niyeti sadece Kâbe'yi ziyaret etmekti. Ancak müşriklerin bu olumsuz tavırları olası bir savaşın habercisiydi
sanki. Zira yıllardır memleketlerine hasret kalan muhacirler hem Beytullah'ı ziyaret edecek, hem de içlerindeki memleket hasretini bir nebze de olsa
gidereceklerdi. Medine'de muhacirlere kucak açan ensar ise Allah Resûlü ile Kâbe'yi ziyaret etme arzusuyla düşmüştü yollara. Şimdi ise müşrikler tarafından
engellenmeyi hazmedemiyordu Müslümanlar. Hiç hesapta olmayan bu engellenme sonucunda oldukça gergin bir atmosfer oluşmuştu. Bunun üzerine Hz.
Peygamber, bir ağaç altında dostlarını toplamış ve onlardan şartlar ne olursa olsun birlikteliklerini bozmayacaklarına dair biat almıştı. 35 Câbir b. Abdullah,
“O gün biz, Hz. Peygamber'e


ölmek üzere değil, savaştan kaçmamak üzere biat etmiştik.” ifadeleri ile aktarır o günkü durumu. 36
Söz vermişti dostları ona, zorlukta da kolaylıkta da yanında olacaklarına dair. Biatin ardından Müslümanların kararlılıklarını gören Mekkeli müşrikler, Hz.
Peygamber ile Müslümanlar açısından şartları ağır bir anlaşma yapmışlardı. Buna göre Müslümanlar geri dönecekler ve Kâbe ziyareti bir sonraki sene
yapılacaktı. 37 “Şüphesiz Allah, ağaç altında sana biat ederlerken inananlardan hoşnut olmuştur...” 38 “Şüphesiz sana biat edenler Allah'a biat etmiş olurlar.” 39
mealindeki âyetler Yüce Allah'ın bu biate katılan müminlerden razı olduğunu açıkça ifade ediyordu. Allah'ın müminlerden ve müminlerin de Allah'tan razı
olmasından dolayı Hudeybiye'deki bu biat “Rıdvan Biati” olarak anıldı.
Böylece Allah ve Resûlü'nün emir ve tavsiyeleri doğrultusunda yaşama arzusu içinde olmalarının yanı sıra onun liderliğini ve devlet başkanlığını kabul eden
müminler bu arzularını ve kabullerini Hz. Peygamber'e biat ederek bir sözleşmeye bağladılar. Ve ömürleri yettiği sürece bu sözleşmenin hükümlerine göre
davranışlarını, isteyerek ve gönülden bağlanarak ayarladılar. On yıllık Medine döneminde değişik mekânlarda, değişik zamanlarda Hz. Peygamber'in
kapısına koşanlar, güçleri nispetinde iyilik ve hayırda yarışmaya yürekten söz verdiler.
Biat ilk müminler için sadece imanî bir bağlılığı yansıtmıyor, Peygamber Efendimizin şahsında onun siyasî, dinî ve askerî alandaki otoritesini, savaşta ve
barışta, zorlukta ve kolaylıkta, her hâlükârda kabullenmeyi de içeriyordu. Zira insanları bağlayıcı bir devlet sisteminin ve kanunların olmadığı bir toplumda
Hz. Peygamber (sav) yeni bir hukuka dayanan bir şehir devleti kurmuştu ve bu devletin yöneticisi de kendisiydi. Bu bağlamda ilk müminlerin Hz.
Peygamber'e yaptıkları biat, imanî açıdan olduğu kadar siyasî açıdan da oldukça önemliydi. Biat edip sözünde durana mükâfat olarak cenneti müjdeleyen
Hz. Peygamber, sözünde durmayanın hükmünün ise Allah'a ait olduğunu söylemişti. 40 Hatta bazı rivayetlerde, biat ile bağlılığını ifade etmeden ölenin
câhiliye ölümü üzere öleceği bildirilmekteydi. 41
Hz. Peygamber sonrası dönemlerde de tarih içerisinde Müslüman devletlerde varlığını ve işlevini sürdüren biatin, lider ve yönetici kesim ile yönetilenler
arasında her iki tarafı da sorumluluklarıyla bağlayan bir anlaşma olması sebebiyle siyasî niteliği ağırlık kazanmıştı. Halkın


yöneticisini tayin etmesi ve karşılıklı yükümlülük beyanı içermesi bakımından biat, modernite öncesi dönemlerin katılımcı devlet yapısının bir unsuru
olarak görülebilir. İslâm toplumunun Resûlullah sonrası ilk yöneticisi olma şerefini kazanan Hz. Ebû Bekir'in halife seçilmesi de biat yoluyla, yani halkın
onayıyla gerçekleşmişti. Seçiminin ardından yaptığı konuşmada Hz. Ebû Bekir, “Doğru yaptığım sürece bana destek olun. Hata ettiğimde düzeltin.”
demişti. 42 Buradan anlaşıldığı üzere biat, gözü kara bir şekilde ölünceye kadar rastgele bir kişinin peşine takılıp sürüklenmeyi değil, hem yönetenin hem
yönetilenin sorumluluklarını yerine getirmesini ifade etmekteydi.
Hz. Peygamber'in İslâm'ı kabullenecek kimse arayışı ile başlayan süreç, müminlerin Peygamber'le buluşup ona itaatlerini arz etmek için biatleşmeleriyle
devam etti. Allah Resûlü'nün halifelerinden sonra biat bir süre daha işlevsel olmaya devam etti. Asırlar ilerledikçe, nice devletler gelip geçti, yönetim şekli
hilâfetten saltanata dönüştü. Başlangıçta gönüllülük esasına dayalı manevî sorumluluğu olan biatin yerini, sultanların zorlamalarıyla yapılan, aksi takdirde
maddî müeyyidesi olan cebrî biatler almaya başladı.
İslâm'ın ilk asrında oldukça önemli bir işlevi olan biat, şartların, yönetim şekillerinin tamamen farklılaştığı günümüzde, ilk inananların Allah'a ve Resûlü'ne
bağlılığını temsilî olarak anlatan bir kavramdır. Allah'a ve Resûlü'ne verilen ahdin bir ifadesidir. Günümüzde ise Müslümanlar, Hacerülesvedi selâmlarken
temsilî olarak Allah'a verdikleri sözü, ahdi yinelediklerini düşünürler.
Her ne kadar Nebî (sav) ile buluşup ona biat edemeseler de bugün müminler, kalplerindeki imanlarıyla ve ona lâyık ümmet olmak için ortaya koydukları
çabalarla sunacaklardır Resûl'e olan bağlılıklarını. Bugün müminlerin Peygamber'e ahidleri, Hendek Savaşı'nda sahâbenin Resûlullah'a şu coşkulu mısralarla
sundukları biat gibidir:


“Bizler Muhammed'e biat edenleriz
Ömrümüz oldukça İslâm yolunu izleriz.”

Resûl-i Ekrem, yüreğinde sahâbe sevgisi, aynı coşkuyla şöyle karşılık vermişti onların bu biatlerine:

Ey Allah'ım! Gerçek hayır, ancak âhiret hayrı
O hâlde mübarek eyle muhacir ve ensarı.” 43

Allah Resûlü'ne ashâb-ı güzîn hangi şartlarla biat etmişlerse onların izinden gitmeyi kendilerine şiar edinen müminler, âdeta onlarla berabermiş gibi aynı
şartlara riayet etmeye çalışacaklardır. Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmayacaklar, hırsızlık yapmayacaklar, zina etmeyecekler, çocuklarını öldürmeyecekler,
kimseye iftira etmeyecekler, iyi işlerde yöneticilerine karşı gelmeyecekler ve her Müslüman'a içtenlikle davranacaklardır. Böylece onlar, Sevgili
Peygamberimize sundukları biatlerine son nefeslerine kadar sadık kaldıkları takdirde, gerçek hayat olan âhirette Resûlullah'ın ensar ve muhacirler için
dilediği mağfirete onlar da nail olacaklardır.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

EN ÇOK İLGİ GÖRENLER

HADİSLERLE İSLAM ANA MENÜ

HADİSLERLE İSLAM ANA MENÜ HADİSLERLE İSLAM CİLT 1 HADİSLERLE İSLAM CİLT 2 HADİSLERLE İSLAM CİLT 3 HADİSLERLE İSLAM CİLT 4 HA...