ORTAKLIK BİRLİKTE İŞ YAPMANIN BEREKETİ
Ebû Hüreyre (ra) anlatıyor:
Ensar, (Medine'ye hicretten sonra) Hz. Peygamber'e (sav), “Hurmalıkları(mızı) bizimle (muhacir) kardeşlerimiz arasında taksim et.” dediler. Hz. Peygamber, “Hayır
(olmaz).” buyurdu. Bunun üzerine ensar, (muhacirlere), “Hurmalıkların (bakım ve sulama) işlerini siz üstlenin; biz de sizi mahsule ortak yapalım.” dediler.
(Resûlullah'ın bunu onaylaması üzerine muhacir ve ensar) “İşittik ve itaat ettik.” dediler.
(B2325 Buhârî, Müzâraa, 5)
Ensar, (Medine'ye hicretten sonra) Hz. Peygamber'e (sav), “Hurmalıkları(mızı) bizimle (muhacir) kardeşlerimiz arasında taksim et.” dediler. Hz. Peygamber, “Hayır
(olmaz).” buyurdu. Bunun üzerine ensar, (muhacirlere), “Hurmalıkların (bakım ve sulama) işlerini siz üstlenin; biz de sizi mahsule ortak yapalım.” dediler.
(Resûlullah'ın bunu onaylaması üzerine muhacir ve ensar) “İşittik ve itaat ettik.” dediler.
(B2325 Buhârî, Müzâraa, 5)
***
İbn Ömer'den nakledildiğine göre, Resûlullah (sav), Hayberlileri (Hayber arazisinden) çıkacak meyve ve ekinin yarısı karşılığında işçi olarak çalıştırdı.
(M3962 Müslim, Müsâkât, 1)
***
Ebû Hüreyre'nin Hz. Peygamber'e (sav) ait olduğunu belirttiği (kudsî) bir hadiste Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Biri arkadaşına hainlik etmediği müddetçe, ben iki
ortağın üçüncüsüyüm (onlara yardım eder ve onları korurum). Ama onlardan birisi diğerine hainlik ederse, ben aralarından çekilirim.”
(D3383 Ebû Dâvûd, Büyû', 26)
(M3962 Müslim, Müsâkât, 1)
***
Ebû Hüreyre'nin Hz. Peygamber'e (sav) ait olduğunu belirttiği (kudsî) bir hadiste Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Biri arkadaşına hainlik etmediği müddetçe, ben iki
ortağın üçüncüsüyüm (onlara yardım eder ve onları korurum). Ama onlardan birisi diğerine hainlik ederse, ben aralarından çekilirim.”
(D3383 Ebû Dâvûd, Büyû', 26)
*****************
Allah Resûlü Milâdî 622 yılında Mekke'den ayrılmak zorunda kalmış ve Medine'ye yerleşmişti. Müşriklerin zulmüne dayanacak güçleri kalmayan diğer Müslümanlar
ise daha önce Medine'ye hicret etmişlerdi. Muhacirlerin ellerinde hiçbir şeyleri yoktu. Zira onlar, her şeylerini Mekke'de bırakıp Medine'ye gitmişlerdi. Üstelik
geçimlerini sağlayacak herhangi bir işleri de yoktu. Medineli Müslümanlar ise mal, mülk sahibi idiler. 1 Muhacirlere yardımcı olmak istiyorlardı. Çünkü Allah Resûlü
onları kardeş ilân etmişti. 2 Bu sebeple Medineli Müslümanlar, hurmalıklarını muhacir kardeşleri ile kendileri arasında paylaştırmasını Allah Resûlü'nden rica ettiler.
Fakat o (sav), bu teklife razı olmadı. Bunun üzerine ensar, hurmalıklarında muhacir kardeşlerine ortaklık teklif ettiler. Allah'ın Elçisi bu teklife razı oldu. Buna göre
hurmalıklar ensardan; bakım, sulama, hasat gibi işler muhacirlerden olacaktı. Hz. Peygamber'in ortaklığı onayladığını gören sahâbîler, “İşittik ve itaat ettik.” dediler. 3
Allah Resûlü bu tavrı ile ümmetine, çalışacak durumda olan insanlara maddî yardım yerine iş verilmesinin daha doğru olacağını gösteriyordu. Bunun yollarından
birisi de ortaklıktı. Ortaklıkta taraflar için bir yarar söz konusu idi. Özellikle muhacirler iş güç sahibi oluyor, diğer Müslümanlara yük olmadan alın teri ile geçimlerini
sağlama imkânına kavuşuyorlardı. Arazisini ortağa veren ensârın da bu ortaklıkta kazancı vardı. Sonuçta ortaklık bir yönüyle dayanışmanın, bir yönüyle istihdamın,
bir yönüyle üretimin ve bir yönüyle de toplumsal refah ve huzurun kaynağı idi.
Allah Teâlâ ilk insan ve ilk peygamber olan Hz. Âdem'i yarattıktan sonra onunla kaynaşması, beraber olması, hayatı paylaşması için hayat ortağı olacak eşi Havva'yı da
yarattı. Böylece ilk insanın ilk ortaklığı da başlamış oldu. Bütün hayvan ve bitkileri de çoğalmaları için çift olarak yarattı. Bu da bir nevi ortaklıktı. Sadece kendi zâtı
ortaklıktan müstesna idi. Çünkü O, Ehad (tek olan), Samed (her şey kendisine muhtaç olduğu hâlde kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan) 4 ve yegâne Yaratan idi. 5
Risâletle görevlendirdiği bütün peygamberlere de Yüce Zâtının her türlü ortaktan, ortaklıktan münezzeh olduğunu bildirmiş, bir olmanın ifadesi olan tevhidin sadece
zâtına mahsus olduğunu bütün kâinata yaymalarını emretmişti.
Bunun gereği olarak ilâhî mesajın temel hedefi, Allah'ın 'bir'liğine davet ve insanları O'na ortak koşmaktan alıkoymak olmuştu. Lokman (as) oğluna öğüt verirken,
“Yavrum! Allah'a ortak koşma! Çünkü ortak koşmak elbette büyük bir zulümdür.” 6 demişti. Müşriklerin Hz. Peygamber'e, “Rabbini bizlere tanıt!” demeleri üzerine İhlâs
sûresi nâzil olmuştu: “De ki; O Allah tektir, Allah Samed'dir (O hiçbir şeye muhtaç değildir ama bütün varlıklar O'na muhtaçtır). Doğurmamış ve (birinden de) doğmamıştır.
Hiçbir şey O'na denk (ve benzer) değildir.” 7
“Rabbinin rahmetini onlar mı bölüştürüyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık. Birbirlerine iş gördürmeleri için, (çeşitli alanlarda) kimini
kimine, derece derece üstün kıldık. Rabbinin rahmeti, onların biriktirdikleri (dünyalık) şeylerden daha hayırlıdır.” 8 âyetinde de insanların birbirine muhtaç yaratıldıkları ve
bu şekilde hayatlarını sürdürüp kazanç elde edebilecekleri bildirildikten sonra asıl kazancın Allah'ın rahmetini elde etmek olduğu bildirilmiştir. Böylelikle
yaratılanların tümünün hayatlarına devam edebilmeleri için bir şekilde ortaklığa muhtaç oldukları bildirilmiştir. Bütün yaratıkların ortaklık olmadan varlıklarını
sürdürememeleri de bir anlamda, Yüce Allah'ın kudretinin, 'bir'liğinin anlaşılması için bir vesile olmuştur.
İnsanlar ilk dönemlerden itibaren hayatlarını sürdürebilmek için kaçınılmaz bir şekilde birbirleriyle yardımlaşarak ya da ortaklaşarak yaşamışlardır. Toplumun en
küçük birimi olan ailede her bireyin kendi imkân ve yaratılışına uygun bir görevi olduğu gibi toplum genelinde de aynı durum söz konusudur. Dolayısıyla çiftçilik,
zanaat, ticaret gibi insanların ihtiyaç duydukları her konuda dolaylı ve dolaysız ortaklık olduğu söylenebilir. Bu anlamda hayatın bir ortaklıktan ve ortaklaşa iş
yapmaktan ibaret olduğu ve kişilerin farkında olarak veya olmayarak diğer insanlara bir şekilde hizmet ettiği söylenebilir.
Bu bağlamda insanların iş-emek ortaklığı kurmaları ile ilgili Kur'ân-ı Kerîm'de anlatılan Dâvûd (as) kıssasında bazı bilgi ve tavsiyelerin yer aldığı görülmektedir. 9
Miras paylaşımını anlatan âyetlerde, “...Eğer (kardeşler) birden fazla olurlarsa, üçte birde ortaktırlar.” buyrulurken de mal ortaklığının meşru olduğuna işaret edilmiştir. 10
Ancak ortaklık denilince daha çok kişilerin emek ve sermayelerini birleştirip ortaklaşa iş yapmaları akla gelmektedir. Hz. Peygamber'in risâletle görevlendirildiği
dönemde, insanlar çeşitli ticaret ortaklıkları kuruyorlardı.
Hatta kendisi de es-Sâib b. Ebu's-Sâib el-Mahzûmî ile ortaklık yapmıştı. Nitekim es-Sâib Mekke'nin fethi sırasında Allah Resûlü'nün yanına gelmiş, 11 orada oturanlar
onu övmeye ve iyiliklerini anlatmaya başlayınca Allah Resûlü de “Ben onu sizden daha iyi tanırım.” buyurmuştu. Bunun üzerine es-Sâib, “Evet, ey Allah'ın Resûlü.
Gerçekten sen beni iyi tanırsın. Anam babam sana feda olsun. Benim ortağım idin. Ne de iyi bir ortak idin! Bana ne muhalefet ederdin, ne de benimle çekişirdin.”
demekten kendini alamamıştı. 12
Allah Resûlü, ticarî hayatın olmazsa olmazlarından olan ortaklık uygulamalarını, peygamberlikle görevlendirildikten sonra da desteklemiş, ashâbına ortaklaşa iş
yapmalarını tavsiye etmiş, onları üretken olmaları ve kabiliyetlerini ortaya koymaları için teşvik etmişti.
Ticarî anlamda ortaklık uygulamaları insanların ihtiyaçlarına bağlı olarak değişiklik gösterebilmektedir. Toplumların bulundukları ortam ve ticarî şartlar da bu
uygulamaların şeklini belirlemektedir. Hz. Peygamber'in bu konudaki tavrı, ilkeleri belirlemek ve yanlışlara müdahale etme şeklinde olmuştur. Kutlu Peygamber'in
bütün ticarî faaliyetlerde tavsiye ettiği; anlaşmalarda açıklık, doğruluk, karşılıklı rıza, istişare, hakkaniyete riayet etmek, aldatma, yalan ve faizden uzak durmak gibi
prensipler ortaklık uygulamalarında da geçerli olmuştur. O, zaman zaman kendisine arz edilen bu tür durumlara ve tanık olduğu olaylara bu yönde müdahale
etmiştir. Meselâ, Zeyd b. Erkam ve Berâ' b. Âzib iki ticarî ortaktı. Bir defasında gümüş satın almışlardı. Bedelin bir kısmını peşin ödemiş, diğer bir kısmını da daha
sonra ödemek üzere bırakmışlardı. Allah Resûlü bu alışverişten haberdar oldu. Peşin ödeme yapılan kısmı almalarını, borç bırakılan kısmı ise iade etmelerini istedi. 13
Peygamber Efendimiz döneminde, çıkacak mahsul aralarında ortak olmak üzere, tarla sahibi ile emek sahibi arasında yapılan ve daha sonraları “müzâraa” ortaklığı
adını alan ortaklık türü yaygın olarak uygulanıyordu. Nitekim Hz. Ali'nin torunlarından Ebû Ca'fer, 14 “Medine'ye hicret eden hiç kimse yoktur ki ürünün üçte biri ve
dörtte biri (toprak sahibine ait olmak) üzerinden ziraat ortakçılığı yapmış olmasın.” demişti. 15 Çünkü insanların bu uygulamaya ihtiyaçları vardı. Her tarla sahibi,
tarlasını işletme imkânına sahip olamadığı gibi, çalışma imkânına sahip herkesin de işleyecek tarlası yoktu. Müzâraa ortaklığı sayesinde arazi sahibi arazisini, emek
sahibi de emeğini değerlendirmiş oluyordu.
Allah Resûlü (sav) sadece ziraat ortaklığına değil aynı zamanda ticaret ortaklığına da teşvik ederdi. “Mukâraza” denilen kâr paylaşımı esasına dayalı emek sermaye
ortaklığında bereket olduğunu söylerdi. 16 Onun sünnetini takip eden sahâbîler de bu tür ortaklıklar yapıyorlardı: Hz. Ömer, hilâfeti döneminde Irak seferine çıkan
iki oğlu Abdullah ve Ubeydullah'ın Basra Emîri Ebû Musa el-Eş'arî'nin tavsiyesi üzerine bu şekilde ticaret yapmalarını önce onaylamamış ama daha sonra kabul
etmişti. 17 Hz. Osman da tâbiînden Ya'kûb el-Medenî'ye, 18 kârı aralarında müşterek olmak üzere işletmesi için sermaye vermişti. 19 Abdullah b. Ömer'e bazen yetim
malı emanet edilir, o da bu malı yetim adına ticarî ortaklıkta değerlendirirdi. 20 Yine sahâbîlerin o günün ekonomik imkân ve şartlarına göre çeşitli ortaklıklar
yaptıkları nakledilmiştir. 21 Dolayısıyla Allah Resûlü'nün belirttiği ilkeler çerçevesinde insanların yararına olabilecek bütün konularda ortaklık yapılabileceği
anlaşılmaktadır.
Sahâbîler, kârlı olacağını düşündükleri alanlarda güvendikleri insanlarla ortaklık yapmayı tercih ederlerdi. Abdullah b. Hişâm bu güvenilir insanlardan biriydi.
Abdullah, Hz. Peygamber dönemini görmüş, annesi Zeyneb bnt. Humeyd kendisini Mekke'nin fethinde Resûlullah'a götürmüştü. Zeyneb, “Yâ Resûlallah! Oğlumla
İslâm biati yap!” demiş, Resûlullah ise, “O (henüz) küçüktür.” buyurarak başını sıvazlayıp Abdullah'a dua etmişti. Hz. Peygamber'in duasını alan bu sahâbîye Abdullah
b. Ömer ile Abdullah b. Zübeyr daha sonra ortak olmayı teklif etmiş, o da kabul etmişti. Birbirine güvenen bu ortaklar öyle çok kâr etmişlerdi ki, bu kâr zaman
zaman, bir deve yüküne ulaşmaktaydı. 22
Ortaklık, ticarî bir faaliyettir. Başka din mensuplarıyla da ortaklıkta bir sakınca yoktur. Nitekim Allah Resûlü (sav), Yahudilerle de ziraat ortaklığı yapmıştır. 23
Hicretin yedinci yılında Hayber fethedilince, Yahudiler kendi topraklarını Müslümanlarla ortaklaşa işletmek istediler. Buna göre her sene elde edilen ürünün yarısını
kendileri alacak, yarısını da Hz. Peygamber'e teslim edeceklerdi. Allah Resûlü Yahudilerin bu teklifini kabul etti 24 ve Hayberlileri (Hayber arazisinden) çıkacak ekin
ve meyvenin yarısı karşılığında işçi olarak çalıştırdı. 25
Ortaklıktan verim alınabilmesi, tarafların dürüst olmalarına bağlıdır. Nitekim bir kudsî hadiste Allah Teâlâ'nın şöyle buyurduğu nakledilmektedir: “Biri arkadaşına
hainlik etmediği müddetçe, ben iki ortağın üçüncüsüyüm (onlara yardım eder ve onları korurum). Ama onlardan birisi diğerine hainlik ederse,
ben aralarından çekilirim.” 26 Ayrıca Yüce Allah Kur'an'da, Hz. Dâvûd'un diliyle ortakları dürüst davranmaya çağırmaktadır. 27 Hangi tür ortaklık olursa olsun, dürüst
olmayan insanlarla yapılan ortaklıkların başarılı olması mümkün değildir. Bu noktada temel ilke aldatmamak ve aldanmamaktır. Ne haksızlık yapılmalı ne de
haksızlığa maruz kalınmalıdır. 28 Peygamber Efendimizin ortak bir kaptan hurma yenilirken dahi hakkaniyete riayet edilmesini istemesi ve bir şahsın diğerlerinin izni
olmadan iki hurmayı birden yemesini hoş karşılamaması da 29 bu hassasiyetin bir tezahürüdür.
Ortakların adaletten, hakkaniyetten ayrılmamaları en önemli husus olmalıdır. Kutlu Nebî'nin Yahudilerle yaptığı anlaşmada Müslümanları temsil eden Abdullah b.
Revâha'nın adaletli tavrını takdir eden Yahudilerin, “Muhakkak ki yer ve gök, bu adalet üzerinde duruyor.” demeleri, 30 bu hususların insanlar üzerindeki etkisini
göstermesi bakımından önemlidir.
Emanete riayet etmek, ortakların dikkate almaları gereken bir diğer önemli husustur. Zira ortaklıkta taraflardan her birine düşen görev, emaneti korumaktır. Emanete
hıyanet ise Allah Resûlü'nün hadislerine göre münafıklığın alâmetlerindendir. 31
Ticarî ortaklıkların asıl gayesi bir fayda sağlamak olduğu için taraflar bu amaç için özel şartlar koşabilirler. Nitekim Abbâs b. Abdülmuttalib alışveriş yapması için
birisine sermaye verdiğinde ortağına o günün durumuna göre bazı şartlar koşmuştu. Hz. Abbâs'ın bu şartları Allah Resûlü'ne bildirildiğinde, o da bunları
onaylamıştı. 32 Aynı şekilde ashâb-ı kirâmdan Hakîm b. Hizâm da ortağına sermaye verirken birtakım şartlar ileri sürerdi. 33
Ayrıca hakları korumak, haksızlıkları önlemek, gerektiğinde ispat kolaylığı sağlamak için bazı ortaklıklarda tarafların ortaklık sözleşmesi yapması, sözleşmede her
şeyin açıkça yazılması da önemlidir. Karşılıklı rıza vazgeçilmez bir unsurdur. Tâbiîn âlimlerinden Saîd b. Müseyyeb'in bu konudaki tavsiyesi ortaklık yapacak kimseler
için oldukça yol göstericidir. Buna göre bir kimse bir kimseye “mudârebe” usulü (emek sermaye ortaklığı) ile para kazanmak üzere malını ve parasını teslim ederken
sözleşme yapmalıdır. Sözleşmede gerekli her ayrıntı yazılmalıdır. Şirketin türü, sermayenin miktarı, sermaye ile ne iş yapılacağı, kâr oranları ve tarafların
sorumlulukları açıklanmalı, sözleşmeye uyacakları belirtilmeli ve ilgili metin şahitler huzurunda taraflarca imzalanmalıdır. Sermaye sağlayan kişi sayısı birden fazla ise
onların isimleri, katkıları, elde edilecek
kâr paylarının oranları da belirtilmelidir. Kâr ve zarar ortaktır. 34 Ancak sermayeyi işletenin kendi kusurundan dolayı bir zarar söz konusu ise bu zararı işletmecinin
karşılaması gerekir.
Sonuç olarak, günümüz toplumlarında farklı yapı ve fonksiyonlara sahip ortaklıkların insanların refah seviyesini yükselten, sermayeyi artıran en önemli vesileler
olmasından hareketle Müslüman toplumların gelişen şart ve imkânlara paralel olarak ferdî teşebbüsler yerine ortaklık düşüncesi ile hareket etmeleri güzel sonuçlar
doğuracaktır. Ferdî yatırımların zayıf ve sönük kaldığı, haksız rekabetin birçok insanın yatırımına engel olduğu bir ortamda kolektif, paylaşımcı faaliyetlerin yapılması
yararlı olacaktır. Neticede yeni istihdam alanları oluşacak ve ekonomik ilerleme kaydedilecektir. Allah Resûlü'nün, “Sana fayda veren şeye çaba göster; Allah'tan yardım
dile ve âciz olma!” 35 tavsiyesinden hareketle ortaya konulacak gayretler insanlığa fayda verecek hizmetlerin oluşmasına zemin oluşturabilecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder