yukarı kaydırma oku

YAZI KOPYALAMA ENGELİ

sağtuş engeli

ANA MENÜ

İNSAN İNSANA BİRLİKTE YAŞAMAK TOPLUMSAL HAYAT

İNSAN İNSANA BİRLİKTE YAŞAMAK TOPLUMSAL HAYAT


Hz. Peygamber'in (sav) eşi Hz. Âişe'nin (ra) naklettiğine göre,
Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:
“İnsanların en kötüsü, şerrinden dolayı insanların kendisinden çekindiği kimsedir.”
(MU1639 Muvatta', Hüsnü'l-hulk, 1)


***

Berâ' b. Âzib (ra) şöyle demiştir: “Peygamber (sav) bize şu yedi şeyi emretti: Hastayı ziyaret etmek, cenazeyi (kabre kadar) takip etmek, aksırana Allah'tan
rahmet dilemek, zayıfa yardım etmek, mazluma yardım etmek, selâmı yaymak ve yemin edenin yeminini tasdik etmek.”
(B6235 Buhârî, İsti'zân, 8)


***

Hz. Âişe'den nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) ona şöyle buyurmuştur: “Rıfktan (yumuşak davranmaktan) nasibi verilen kimseye, dünya ve âhiret
iyiliklerinden de nasibi verilmiştir. Sıla-i rahim (akrabalık ilişkilerini gözetmek), güzel ahlâk ve iyi komşuluk, beldeleri mâmur (yaşanır) hâle getirir ve ömürleri uzatır.”
(HM25773 İbn Hanbel, VI, 159)


***

Nu'mân b. Beşîr'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Müminler birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamet ve şefkat göstermede,
tıpkı bir organı rahatsızlandığında diğer organları da uykusuzluk ve yüksek ateşle bu acıyı paylaşan bir bedene benzer.”
(M6586 Müslim, Birr, 66)


***

Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Mümin cana yakındır. (İnsanlarla) yakınlık kurmayan ve kendisiyle yakınlık
kurulamayan kimsede hayır yoktur.”
(HM9187 İbn Hanbel, II, 400)


*****************************

Allah Resûlü'nün ashâbından biri, güzel bir vadiden geçiyordu. Vadide suyu tatlı bir dere vardı. Suyun tadı çok hoşuna gitmişti. Karşılaştığı manzaradan da
oldukça etkilenmişti. “Keşke insanlardan uzaklaşıp şu vadiye yerleşsem!” demekten kendini alamadı. Fakat hemen ardından Hz. Peygamber hatırına geldi
ve onun izni olmadan böyle bir şey yapamayacağını düşündü. Bunun üzerine Resûlullah'a giderek durumu anlattı. Allah Resûlü kendisini dinledikten sonra
ona böyle bir şey yapmamasını söyledi. Çünkü kısa bir süre de olsa Allah yolunda insanlarla omuz omuza verip cihad etmek, tek başına yıllarca namaz kılıp
kendini ibadete vermekten daha faziletliydi. 1
Dini yaşamak, bir köşeye çekilip yalnızca Allah'a olan sorumluluklarını yerine getirmekten ibaret değildir. Aksine din, kişiden Allah'a karşı görevlerini
yaparken bir taraftan da insanlarla ve diğer canlılarla olan ilişkilerini gözetmesini talep eder. Nitekim insanın imtihanını anlamlı kılacak ve onun sonucunu
etkileyecek en önemli hususlardan birisi de budur. Dolayısıyla İslâm'da ruhbanlık gibi kişiyi toplumdan tecrit eden bir yaşama tarzı tasvip edilmemiştir. Bu
yüzdendir ki Allah Resûlü, kendisini ibadete verip ailesini ihmal ettiği için eşi Havle bnt. Hakîm tarafından Hz. Âişe'ye şikâyet edilen Osman b. Maz'ûn'u
da, “Ey Osman! Bize ruhbanlık emredilmedi. Bende senin için bir örnek yok mu? Vallahi, Allah'tan en çok korkanınız ve O'nun koyduğu sınırları en çok gözeteniniz
benim!” diye uyarmıştır. 2
İnsanlardan uzakta tek başına hayat sürmek kişinin yaratılışına aykırı bir durumdur. Zira insanoğlu zayıf yaratılmıştır. 3 Diğer canlılardan farklı olarak,
yaşamını sürdürebilmesi için insanlarla hem maddî hem de mânevî açıdan karşılıklı ilişki içerisinde olmaya ihtiyacı vardır. Aksi takdirde varlığını
sürdüremez. Bu yüzden ona, “birbiriyle ünsiyet, ilişki kuran” anlamına gelen “insan” adı verilmiştir. İslâm, bireyi olduğu kadar toplumu da dikkate alan
sosyal uzanımlı bir dindir. İslâm'ın bu boyutu, inanç, ibadet, ahlâk ve insanî ilişkilerin hepsinde açıkça görülmektedir. “Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir
erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık...” 4 buyurarak insanın sosyal yönüne işarette bulunan Yüce Allah,
emir ve yasaklarını bildirirken hem



bireyi hem de toplumu gözetmiş ve insana sosyal bir varlık olduğunu her fırsatta hatırlatmıştır.
Allah Teâlâ, ilk vahiy tecrübesinin tedirginliği ile örtüsüne bürünen elçisine, daha peygamberliğinin başlangıcında kalkıp topluma karışmayı, çevresini
uyarmayı emretmişti. 5 Bundan böyle Allah'ın Elçisi'nin omuzlarına, en yakınlarından hiç tanımadığı uzak kabilelere kadar toplumun tüm fertlerine karşı
ağır bir sorumluluk yüklenmişti. İnsanlığa kim olduklarını, kimden gelip kime gideceklerini anlatacak, davetine icabet edenlere adımlarını nasıl doğru
atacaklarını öğretecekti. Artık evde, mescitte, sokakta, çarşıda veya savaş meydanında insanları görüp gözetiyor, Rabbinden öğrendiklerini birlikte yaşadığı,
hemhâl olduğu insanlara öğretiyordu. Yüce Nebî, kalplerinde yer eden sorumluluk duygusunu “emanet” diye adlandırıyor, 6 dolayısıyla imandan
kaynaklanan ve aralarında bir ünsiyet, bir yakınlaşma peyda eden bu duyguya sahip çıkmalarını müminlere telkin ediyordu. Buna göre insan ilişkileri,
müminin kendi nefsinden başlayan ve dünyanın en ücra köşesindeki kişiye kadar uzanan bir görevler bütünüydü.
Emanetin en ağırını Resûlullah üstlenmişti. O, hem diğer insanlar gibi bir beşer hem de onlardan farklı olarak Allah'tan vahiy alan yani devamlı surette
O'nunla iletişim hâlinde olan bir Peygamber'di. Bir yandan yaşadığı toplumun bir ferdi olarak beşerî ilişkilerini devam ettiriyor, diğer yandan bazı vakitleri
Rabbine ibadete ayırıyordu. Kendi hayatında neyi yaşıyor, nasıl uyguluyorsa insanlara da onu tavsiye ediyordu. İçinde yaşadığı toplumun lideriydi;
etrafındakiler yüzüne baktıkları zaman saygıdan içleri ürperirdi. 7 Ama Mescid-i Nebevî inşa edilirken 8 ya da savaş için hendekler kazılırken herkesle
beraber çalışmış ve herkes gibi o da yorulmuştu. 9 İnsanlardan gelecek herhangi bir zahmetten çekindiği olmamıştı. Gerektiğinde bir devlet başkanı sıfatıyla
ashâbının ödeyemediği borçları karşılamıştı. 10 Her seviyeden insana kapısı açıktı. Soru sorana cevap verir, 11 hâlini arz edenin ihtiyacını görmeye
çalışırdı. 12 Hatta Medine'deki cariyelerden herhangi biri ihtiyacını bildirmek üzere ona gelir, elinden tutup onu istediği yere kadar götürür, Resûlullah da
onun elini bırakmazdı. 13
İnsanlarla hep iç içe olan Hz. Peygamber, aynı şekilde ümmetinin de başkalarıyla iyi ilişkiler içinde olmasını istiyordu. Ashâbına, “insanların vereceği eza ve
cefaya katlanmayı” , 14 ama “kimseye eziyet etmemeyi” hayatlarının temel düsturu olarak öğütlemişti. Nitekim o Müslüman'ı, “elinden ve dilinden
Müslümanların selâmette olduğu” ; mümini ise “insanların canları ve


malları hususunda kendilerine zarar vermeyeceğinden emin oldukları” kimse olarak tanımlamıştı. 15 Buna göre inanan insan, imanının bir gereği olarak
toplumda huzursuzluğa ve zarara neden olacak her türlü davranıştan uzak kalmalıydı. Bu doğrultuda Hz. Peygamber, mescit veya çarşı gibi kalabalık
mekânlara girerken yanında ok bulunan kimselerin oklarının uçlarını tutmak suretiyle ihtiyatlı davranmalarını, yanlışlıkla da olsa başkalarına zarar
vermekten kaçınmalarını tavsiye etmişti. 16
Allah Resûlü imanın yetmiş küsur kısmının bulunduğunu, bunların en aşağısının yoldan geçenlere zarar verecek şeyi ortadan kaldırmak olduğunu
söylerken 17 de aynı hakikate işaret etmişti. “Zandan sakının! Çünkü zan, sözün en yalanıdır. Birbirinizin eksikliğini bulmaya çalışmayın, birbirinizin özel ve
mahrem hayatını da araştırmayın. Birbirinize haset etmeyin, birbirinize sırtınızı dönmeyin (küsmeyin), birbirinize kin ve nefret de beslemeyin. Ey Allah'ın kulları!
Kardeş olun!” 18 buyururken, insanların birbirine güvenini yok eden davranışlardan şiddetle sakınılmasını emretmişti. Hz. Peygamber bu esası ihlâl eden
hakkında ise şöyle buyurmuştu: “İnsanların en kötüsü, şerrinden dolayı insanların kendisinden çekindiği kimsedir.” 19
Resûlullah'ın öğrettiği muamele tarzı, aslında Kur'ân-ı Kerîm'de, “Sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin!” 20 diye kendisini öven Rabbinin kullarına muamelesi
idi. Âlemlerin Rabbi “Rahmân” idi ve O, merhameti kendi zâtına farz kılmıştı. 21 “Rahîm” idi, kullarına açtığı rahmet ve lütuf kapıları sayısızdı. 22 O'nun
âlemlere rahmet olarak gönderdiği elçisi 23 de sosyal ilişkilerin koparılmasını asla istemez aksine daha da sağlamlaştırılmasını tavsiye ederdi. Hatta bu
konuda yapılan iyiliklerin karşılıklı olmasının da ötesinde bir ahlâkî tutum sergileyerek gelmeyene gitmeyi, vermeyene vermeyi, zulmedeni affetmeyi, yani
her hâlükârda lütufkâr olmayı öğütlemişti. 24
Resûlullah, sadece kendi rahatını düşünen bencilce bir hayat tarzından ashâbını ısrarla sakındırmıştı. Müminler sadece “ben nasıl rahat ederim”e göre değil,
“nasıl rahat ettiririm”e göre de hayatlarını tanzim etmeliydi. Kardeşinin ihtiyacını gözetmek ve sıkıntılı gününde onun yanında olmak, bir mümin için hayat
tarzı hâline gelmeliydi. Nitekim sahâbeden Berâ' b. Âzib, “Peygamber (sav) bize şu yedi şeyi emretti: Hastayı ziyaret etmek, cenazeyi (kabre kadar) takip
etmek, aksırana Allah'tan rahmet dilemek, zayıfa yardım etmek, mazluma yardım etmek, selâmı yaymak ve yemin edenin yeminini tasdik etmek.” 25
derken, Hz. Peygamber'in ashâbını sosyal hayatın gerekleri konusunda eğitmek için ne kadar hassas davrandığını


ortaya koyuyordu. Resûlullah'ın öğrettiği toplumsal ahlâka göre gücü yeten müminler, gücü yetmeyenlerin hizmetinde olmalıydı. Hz. Peygamber, “Dul bir
kadının ve fakirin işleri için koşturan kimse, Allah yolunda cihad eden yahut geceyi namazla gündüzü oruçla geçiren kimse gibidir.” 26 buyurarak, hizmet ehli
olmanın Hak katındaki kıymetini bildirmişti. Nitekim insanların en hayırlısı, onlara en faydalı olandı. 27
Diğer taraftan insanların hizmetinde olmak, maddî imkânlara bağlı olmaksızın her müminin hayatını kuşatabilecek bir olguydu. Allah Resûlü,“İki kişinin
arasında adaletle karar vermen bir sadakadır. Hayvanına binmek isteyen bir kimseyi hayvana bindirmen yahut eşyasını hayvana yüklemen bir sadakadır. Güzel söz
bir sadakadır. Namaza giderken attığın her adım bir sadakadır. İnsanlara eziyet veren şeyleri yoldan kaldırman (bile) bir sadakadır.” 28 diyordu. Zira sadaka ismi
altında zikredilen bütün bu hususlar, aslında insanlara olan sadakat ve samimiyetin birer göstergesiydi. Toplum içinde yaşadığımıza göre, her hâlükârda
diğer insanların da maslahatını dikkate almak gerekiyordu. Nitekim Efendimiz ashâbına, “Gözü (harama bakmaktan) sakınmak, rahatsızlık verecek şeyleri
ortadan kaldırmalarını, selâma karşılık vermelerini, (insanları) iyiliğe davet edip kötülükten sakındırmak suretiyle kenarına oturdukları yolun dahi hakkını
vermelerini” tembihlemişti. 29
Resûlullah, insan ilişkilerinde öncelikle en yakındakilerin gözetilmesini ısrarla vurguluyordu. Nitekim Allah yolunda cihad etmek üzere kendisinden izin
isteyen bir adamın anne babasının kendisine muhtaç hâlde olduklarını öğrenince, “Öyleyse onlar için cihad et (çaba göster).” buyurmuştu. 30 Sadakaların da
öncelikle ihtiyaç sahibi aile fertlerine ve akrabalara verilmesi gerektiğini beyan etmişti. 31 “Sizin en hayırlınız, ailesine karşı en hayırlı şekilde
davrananlarınızdır.” 32 buyururken, Müslümanların başkalarından önce en yakındakilerle iyi ilişkiler kurması gerektiğini vurgulamıştı. Kişinin yakın
çevresini oluşturan komşularla ilişkilerine de özen göstermesi gerekiyordu. Allah'a ve âhiret gününe iman eden kişi, komşusuna eziyet etmemeli 33 aksine
onunla iyi ilişkiler kurmalıydı. Nitekim şehirleri gerçek anlamda yaşanılabilir ve müreffeh kılan şey, sağlıklı bir zemine oturmuş insan ilişkileriydi. Bu
nedenle Sevgili Peygamberimiz, eşi Hz. Âişe'ye şöyle demişti: “Rıfktan (yumuşak davranmaktan) nasibi verilen kimseye, dünya ve âhiret iyiliklerinden de nasibi
verilmiştir. Sıla-i rahim (akrabalık ilişkilerini gözetmek), güzel ahlâk ve iyi komşuluk, beldeleri mâmur (yaşanır) hâle getirir ve ömürleri uzatır.” 34 Yani insanlarla
kurulan iyi ilişkiler, kişiye daha huzurlu


ve bereketli bir hayat bahşeder. Bu sayede insanlar yaşama sevincini elde ederler ve böylece hem bu dünyada hem de âhirette mutlu olurlar.
Mümin kulun diğer insanlara karşı sorumluluğu ve onlarla ilişkisi sadece yakın çevresi ile sınırlı değildi. Resûlullah kimsesize ve yolda kalana sahip
çıkmanın da Müslümanların vazifesi olduğunu bildirmiş, nitekim bir defasında perişan kıyafetlerle huzuruna varan Mudar kabilesinden bir grup bedevîye
yardım için Medinelileri seferber etmişti. 35 Müslümanlar için sosyal hayat, içinde yaşadıkları bütün toplumu kapsamaktaydı. Allah Resûlü erkek, kadın,
çocuk, köle ya da hizmetçi ayrımı yapmadan herkesi sosyal hayatın parçası olarak görmekteydi. Bu noktada, kadınların cemaatle namaza katılmalarını
teşvik eder, 36 onların eğitim ve öğretimlerine özel zaman ayırırdı. 37 Yolda yürürken çocuklara rastladığında onlara selâm verir, 38 yanaklarını okşardı. 39
Köle ve hizmetçilerin insanların kardeşleri olduğunu hatırlatır, onlara yediğinden yedirmeyi, giydiğinden giydirmeyi tavsiye ederdi. 40 Nitekim o, bir
zamanlar köle olan Bilâl-i Habeşî'ye Peygamber müezzini olma şerefini yaşatmıştı.
Hz. Peygamber Müslüman olmayanları da toplumun birer ferdi olarak dikkate alırdı. Bu nedenle iman ehli olmasalar da müminlerin gayri müslimlere karşı
Allah katında sorumlu olduklarını hatırlatmıştı. O, İslâm toplumunun koruması altında yaşayan bir gayri müslimin canına kast edenin, âhirette kırk yıllık
mesafeden dahi duyulan cennetin kokusunu duyamayacağını bildirmişti. 41 “Allah sizinle din uğruna savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik
yapmanızı ve onlara âdil davranmanızı yasaklamaz.” 42 âyet-i kerimesi gereğince, savaş hâli dışındaki zamanlarda onlarla en güzel şekilde medenî ilişkiler
kurmayı tavsiye etmişti.
Sosyal hayat, kişiye çeşitli haklarla birlikte sorumluluklar da getirir. Dolayısıyla insanın kendisi kadar başkalarını da dikkate alması, sınırlarının farkında
olması ve toplum içerisinde ona göre hareket etmesi gerekir. Hz. Peygamber bu sorumluluk bilincini, toplumun farklı kesimlerini temsil eden gemi
hadisiyle ifade etmiştir. Buna göre gemiyi paylaşanların bir kısmı üst tarafında, bir kısmı da alt tarafında yolculuk etmeye hak kazanmıştır. Alttakiler
geminin altında kapalı hâlde olduklarından su ihtiyaçlarını karşılamak için yukarıdakileri rahatsız etmemek amacıyla bulundukları yerden bir delik açmak
isterler. Bu durumda yukarıda bulunanlar aşağıdakileri kendi hâline bırakır da gemiyi delmelerine izin verirlerse gemidekilerin tamamı helâk olur. Fakat
onlara engel olurlarsa hem onlar

hem de kendileri kurtulur. 43 Peygamberimiz bu gemi hadisiyle, hayattaki sosyal oluşum ve katmanları çok veciz bir şekilde ifade etmişti. Gemiyle
kastedilen, aile, mahalle, köy, belde, şehir, ülke ve nihayetinde en geniş anlamda dünyaydı. Üsttekilerden maksat yönetenler, zenginler, işverenler, güçlüler
veya ilim sahibi olanlar, alttakiler ise yönetilenler, fakirler, işçiler, işsizler, güçsüzler veya cahillerdi. Açılan delik de sosyal hayatı olumsuz etkileyen hırsızlık,
yolsuzluk, rüşvet gibi her türlü gayri meşru yolu temsil ediyordu. Nitekim Müslümanları sorumluluklarının farkında olan “örnek bir toplum” oluşturmakla
yükümlü kılan Allah Teâlâ, 44 Kur'an'da şöyle buyuruyordu: “Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten
meneder ve Allah'a inanırsınız...” 45
Her ne kadar Resûlullah'ın sünnetinde insan ilişkileri bir sorumluluk zinciri olarak tarif edilse de bu sorumluluk, katı bir vazife ahlâkı anlayışına değil,
imandan kaynaklanan ülfet, ünsiyet ve muhabbete dayalıydı. Hz. Peygamber, “Müminler birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamet ve şefkat göstermede, tıpkı
bir organı rahatsızlandığında diğer organları da uykusuzluk ve yüksek ateşle bu acıyı paylaşan bir bedene benzer.” 46 benzetmesi ile bu durumu en güzel şekilde
dile getirmişti. Ona ne kadar değer verdiğini göstermek için çocuğun kuşunun hatırını sormak, 47 muhabbete sebep olacak şekilde aile fertleriyle
şakalaşmak, 48 onlarla güzel vakit geçirmek, 49 dostlarla muhabbet edip eski günleri yâd etmek, 50 karşısındaki insana onu sevdiğini söylemek, 51 yeni bir
arkadaş edinirken ona hem kendisinin hem de babasının ismini sormak, 52 sadece tanıdığına değil tanımadığına da selâm vermek, 53 Hz. Peygamber'in
yaptığı ya da yapılmasını hoş karşıladığı davranışlardı. Resûlullah, toplumsal kaynaşmaya hizmet etmesi sebebiyle hem bayramlarda oyun ve eğlencelerin 54
hem de diğer zamanlarda ok, at ve deve yarışı gibi yarışların 55 tertip edilmesine de müsaade ederdi.
Sosyalleşmede ibadetlerin de önemli bir rolü vardır. Allah Resûlü'nün Medine'de ilk işi bir mescit yapmak ve herkesi orada toplamak olmuştur. O, günde
beş kez insanları bir araya getiren camiyi sosyal hayatın merkezine yerleştirmiştir. Böylece namaz, inananları her türlü kötülük ve hayâsızlıktan
alıkoyarak 56 ahlâken güzelleştirdiği gibi onların birbirleriyle kaynaşmalarına ve iletişim hâlinde olmalarına da vesile olmuştur. Hz. Peygamber, ashâbını
namazı yalnız kılmaktan ziyade cemaatle kılmaya teşvik etmiş, 57 kadınların cemaate katılmalarına engel olunmamasını 58 ve bayram namazlarına kadın
erkek, büyük küçük herkesin iştirak etmesini, o günün coşkusunu paylaşmasını istemiştir. 59

Nitekim görme engelli sahâbî İbn Ümmü Mektûm, cemaatle namaza gelemeyeceğini belirterek kendisinden izin istediğinde de Resûlullah, ona ezanı işitip
işitmediğini sormuş ve olumlu cevap alınca cemaate gelmesini söylemişti. 60 O, engelli dahi olsa hiç kimsenin sosyal hayattan kopmasını, toplumdan uzak
kalmasını istememiştir.
Kur'an'da pek çok defa namazla birlikte zikredilen zekât ibadeti, toplumun farklı kesimleri olan zenginler ve fakirler arasındaki uçurumu ortadan
kaldırmayı hedefliyor, insanın bencillik duygusunu körelten yardımlaşma ve paylaşma bilincini yerleştiriyordu. İftar sofralarında zenginle fakiri bir araya
getiren oruç ibadeti ise bir lokma ekmeğe dahi muhtaç kimselerin hâlinden anlamaya vesile olduğu kadar kişiyi, insanlara karşı her türlü sözlü ve fiilî
kötülükten alıkoyarak 61 sosyal ilişkilerin daha da gelişmesine katkı sağlıyordu. Yine hiçbir fark ve ayrıcalığın gözetilmediği samimi bir atmosferde insanları
buluşturan hac ibadeti de bireyi ağırlıklı olarak bu açıdan eğitiyordu. 62
Allah Resûlü'nün insanlarla birlikteliği bir amaca yönelikti. Bir vazifeyi yerine getirecek, bir faydaya hizmet edecekse insanlarla hemhâl olur, değilse faydasız
buluşmalardan, mânâsız konuşmalardan uzak dururdu. Efendimiz gevezelik eden, laf kalabalığı ile insanları etkisi altına almaya çalışanların kıyamet günü
kendisine en sevimsiz görünen kimseler olacağını bildirmişti. 63 “Kim, görsünler ve duysunlar diye iş yaparsa, Allah kıyamet günü onun maksadının gösteriş ve
insanlara duyurma olduğunu ortaya çıkarır!” 64 buyurarak herkes tarafından tanınmak, çevresini genişletmek, nüfuzunu artırmak, zenginliğini veya
dindarlığını göstermek gibi gayelerle insan içine karışmanın hiçbir şekilde tasvip edilemez olduğunu beyan etmişti. İnsanlarla ilişkiler samimiyet esasına
dayanmalı, riya, ikiyüzlülük ve kibirden uzak olmalıydı. Zira bu şekilde davrananlar, sadece günah işlemekle kalmayıp aynı zamanda imanlarını tehlikeye
atmış oluyorlardı. Nitekim Peygamberimiz (sav), riyanın azının bile şirke benzediğine dikkat çekmişti. 65
Peygamber Efendimiz her ne kadar insanların arasına karışıp onlarla süregelen doğal ilişkiler çerçevesinde kimi zaman yıpranmayı, incinmeyi ama buna
sabretmeyi prensip olarak öğretse de, topluma karışmaktan geri durduğu ve geri durulmasını tavsiye ettiği zamanlar da olmuştu. Her an Allah ile beraber
olduğu için inzivaya çekilmek gibi bir ihtiyaç hissetmemişti ancak, senenin bazı günlerinde, özellikle Ramazan aylarında günlük hayatın meşgalelerinden
uzaklaşarak itikâfa çekilmişti. 66


Allah Resûlü'ne göre insanlardan uzak durmayı gerektiren başka hâller de vardı. Eğer bir toplulukta günah işleniyor ve o günahı engellemenin imkânı
bulunamıyorsa, kişi o ortamdan uzaklaşmalıydı. Nitekim Hz. Peygamber, kötü arkadaşın demirci körüğüne benzediğini, kıvılcımıyla yakmasa bile kötü
kokusuyla rahatsız edeceğini 67 söyleyerek şerli insanlarla araya mesafe koymanın gerekliliğini hatırlatıyordu. Efendimiz, haklı olduğu hâlde bile tartışmaya
girmekten kaçınan kimse için cennetten bir köşk verilmesine kefil olduğunu 68 bildirmişti. Bununla, kavga ve tartışma durumunda kişinin haklılığını ispat
için sözü uzatmak yerine, karşısındakileri daha fazla incitmemek ve herkesin yanlışını anlamasına bir fırsat vermek adına oradan ayrılması gerektiğini
vurgulamıştı.
Peygamberimiz, insanı eğiten bir süreç olarak sosyalleşmeyi teşvik etmekle beraber toplum hayatında dikkate alınması gereken hususlara da dikkat
çekmişti. Başkalarının evini gizlice gözetlemek, 69 gizli konuşmalara kulak kabartmak 70 gibi insanların mahrem hâllerini öğrenme amaçlı her tür davranışı
şiddetle yasaklamıştı. O, başkalarına ait evlere ve diğer özel mekânlara girmeden önce izin istemenin gerekliliği konusunda son derece titizlik gösterirdi. 71
Allah Resûlü, zararlı ortamlardan uzak kalınmasını tavsiye etmekle birlikte hiçbir zaman münzevi bir hayat yaşamayı tercih etmemişti. Onun sünneti ve
yaşantısı bunu en güzel şekilde ispat ediyordu. Nitekim Mekke'de geçirdiği sıkıntılı yıllardan sonra Medine'ye hicret ederek zarar gördüğü ortamdan
ayrılmış ama insanlardan uzaklaşmamış, başka bir toplumda hayatına devam etmişti. Hatta Medine'de birbirine düşman olan iki kabile Evs ve Hazrec'i,
sonrasında ensar ve muhacirleri kardeşleştirerek ve Medine Sözleşmesi ile Yahudilerle anlaşma yoluna giderek medenîleşme sürecinde önemli adımlar
atmıştı. Bedevîliğin insanı kabalaştırdığına dikkat çeken Hz. Peygamber, 72 bedevîleri de bu sürece dâhil etmişti. Bunların hepsi, yani hicret, muâhât
(kardeşleştirme) ve bedevîleri Medine'ye yerleştirme, medenîleştirme ve sosyalleştirme projesinin aşamalarıydı.
İnsanın sosyal bir varlık olduğunu göz ardı etmeyen Allah Resûlü, insan ilişkileri üzerinde titizlikle durmuş ve Müslümanları doğumdan ölüme kadar sosyal
bir hayata teşvik etmiştir. Nitekim İslâm'da sosyal ilişkiler, bireyin kendisinden başlayarak aile, akrabalar, komşular, arkadaşlar, Müslümanlar, zimmîler ve
nihayetinde bütün insanlar olmak üzere halka halka genişleyerek kuşatmaktadır. Müslüman'ın her bir sosyal halka için ayrı hak ve


sorumlulukları vardır ve İslâm bunlara tek tek dikkat edilmesini öngörmüştür. Bu halkaları koparacak, yok sayacak ya da zayıflatacak her türlü girişimi de
yasaklamıştır. Günümüzde ise şehirler giderek kalabalıklaşmasına rağmen sosyal ilişkiler oldukça zayıflamış, modern hayatın getirileri insanı daha da
yalnızlaştırmıştır. İnsanlar bir arada bulundukları hâlde âdeta aralarında görünmez duvarlar varmış gibi birbirleriyle iletişimden yoksun hâle gelmişlerdir.
Hâlbuki Müslüman'a yakışan, insanlarla iyi ilişkiler içerisinde olmak ve böylece dünyayı gerçek anlamda yaşanılabilir hâle getirmektir. Zira Sevgili
Peygamberimiz mümini şöyle tanımlamıştır: “Mümin cana yakındır. (İnsanlarla) yakınlık kurmayan ve kendisiyle yakınlık kurulamayan kimsede hayır yoktur.” 73








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

EN ÇOK İLGİ GÖRENLER

HADİSLERLE İSLAM ANA MENÜ

HADİSLERLE İSLAM ANA MENÜ HADİSLERLE İSLAM CİLT 1 HADİSLERLE İSLAM CİLT 2 HADİSLERLE İSLAM CİLT 3 HADİSLERLE İSLAM CİLT 4 HA...