yukarı kaydırma oku

YAZI KOPYALAMA ENGELİ

sağtuş engeli

ANA MENÜ

HZ. PEYGAMBERİN VEFATI REFİK-İ ALAYA

HZ. PEYGAMBERİN VEFATI REFİK-İ ALAYA

Enes (b. Mâlik) (ra) anlatıyor:
“Peygamber (sav) hastalığı ağırlaşınca baygınlık geçirdi. Bunun üzerine Hz. Fâtıma (as), 'Vay babamın ızdırabına!' deyince, Resûlullah ona, 'Bugünden sonra
babanın hiç ızdırabı kalmayacak.' buyurdu.”
(B4462 Buhârî, Meğâzî, 84)


***

Hz. Âişe (ra) şöyle derdi: “(Vefatına sebep olan hastalığı müddetince) Resûlullah'ın (sav) önünde deriden yahut ağaçtan içi su dolu bir kap vardı. Elini suyun
içine sokar sonra yüzüne sürer ve 'Lâ ilâhe illâllâh! Ölümün sıkıntıları vardır.' derdi. Nihayet elini kaldırdı ve ruhu alınıncaya kadar, 'Refîk-i A'lâ'ya (En Yüce
Dost'a)' buyurdu. Ardından eli düştü.”
(B6510 Buhârî, Rikâk, 42)


***

İbn Abbâs'tan rivayet edildiğine göre, Hz. Ebû Bekir, (Resûlullah'ın vefatı sonrası yaptığı konuşmada) şöyle demişti: “Bilin ki aranızdan kim Muhammed'e
(sav) kulluk ediyorsa Muhammed ölmüştür. Ama kim de Allah'a kulluk ediyorsa Allah diridir, asla ölmez.”
(B4454 Buhârî, Meğâzî, 84)


***

Mâlik (b. Enes), Hz. Peygamber'in (sav) hanımı Ümmü Seleme'nin şöyle dediğini nakletmiştir: “Kazma seslerini duyuncaya kadar, Peygamber'in (sav) vefat
ettiğine inanamadım.”
(MU551 Muvatta', Cenâiz, 10)


***

Enes b. Mâlik şöyle demiştir: “Resûlullah (sav) Medine'ye girdiği gün (Medine'de var olan) her şey aydınlanmıştı. O, Medine'de vefat ettiği gün ise
(Medine'de var olan) her şey karanlığa gömüldü. Daha onun defni ile meşgulken ve daha ellerimizi üzerinden kaldırmadan kalplerimizi tanıyamaz olduk.”
(T3618 Tirmizî, Menâkıb, 1; İM1631 İbn Mâce, Cenâiz, 65)


******************

Vahiy meleği Cebrail, her sene Ramazan ayında Hz. Peygamber'le (sav) beraber yaptığı Kur'an mukabelesini hicretin onuncu yılında iki kez gerçekleştirdi.
Bu durumu, artık görevinin sona ereceğinin bir işareti olarak yorumlayan Hz. Peygamber, 1 aynı yıl yanına hanımlarını ve kızı Hz. Fâtıma'yı da alarak
Müslümanlarla birlikte hac için yola çıktı. Allah Resûlü (sav) bu hac sırasında Arafat'ta yaptığı konuşmasında da görevini tamamlamak üzere olduğunu ima
etti. Nitekim bu hutbenin ardından, “Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'ı seçtim.” 2 âyeti
nâzil olmuştu. 3
Hz. Peygamber bir gün azatlı kölesi Ebû Müveyhibe'ye, Bakî' Mezarlığı'nda yatanlara mağfiret dilemekle emrolunduğunu söyledi. Nitekim bu emri yerine
getirmek üzere, her gece üç defa onlar için bağışlanma dilerdi. O gün Ebû Müveyhibe'yi de yanına alarak kabristanı ziyarete gitti. Bu ziyaret esnasında artık
Rabbine kavuşmayı arzuladığını ifade etti. Bakî'deki şehitler için mağfiret dileyen Resûlullah (sav) evine döndü. İşte bu olaydan sonra Allah Resûlü'nün
(sav) yedi sekiz gün içinde 4 vefatına sebep olacak hastalığı başladı. 5 Eve döndüğünde baş ağrısından şikâyet etmekte olan hanımı Hz. Âişe'ye, “Âişe, asıl 'ah
başım!' diyecek olan benim.” buyurmuştu. 6
Efendimizin (sav) rahatsızlığı, ilk olarak hanımı Meymûne'nin evinde ortaya çıktı. Hastalığı ağırlaşıp ağrısı şiddetlenince, bakımının Hz. Âişe'nin evinde
yapılması için diğer hanımlarından izin istedi. Onlar da kendisine izin verdiler. Bunun üzerine amcası Abbâs ile Hz. Ali'nin yardımıyla takatsizlikten
ayakları yerde sürünerek evden çıktı. 7 Hz. Peygamber'in hastalığından daha şiddetli hastalık geçiren bir kimseyi görmediğini ifade eden Hz. Âişe 8 eşinin
bakımıyla bizzat ilgilenerek onu rahatlatabilmek için elinden geleni yapıyordu. Öyle ki hastalığının şiddetlendiği anlarda şifa niyetiyle ona okuyor ve
bereketini umarak Allah Resûlü'nün elini tutup onun mübarek vücuduna mesh ediyordu. 9
Sevgili Peygamberimizin son anlarına dair kaynaklarıda yer alan bazı ayrıntılar, onun, ağır hasta olmasına rağmen bazı hususlardaki hassasiyetini
sürdürdüğünü ve hayattan kopmadığını göstermektedir. Nitekim Allah Resûlü'nün vefatından çok kısa bir süre önce dişlerini temizlemeyi ihmal etmediği
görülmektedir. Ölüm hastalığı esnasında Hz. Âişe'nin kardeşi


Abdurrahman, elinde bir misvakla Hz. Peygamber'in (sav) huzuruna girdi. O esnada Hz. Âişe, onu (sav) göğsüne dayamıştı. Allah'ın Elçisi, gözlerini
Abdurrahman'ın elindeki misvaka dikti. Onun bu bakışından misvağı arzuladığını anlayan müminlerin annesi, Abdurrahman'dan misvakı aldı, kullanması
için misvağın ucunu kesip yumuşatarak Efendimize verdi. O da dişlerini temizledi. Bu olayı anlatan Hz. Âişe, “Ben, Resûlullah'ın hiç bu kadar güzel diş
misvakladığını görmemiştim.” demiştir. 10
Ömrünün son anlarında bile hayattan kopmayan Hz. Peygamber, bilhassa namaz münasebetiyle ashâbının arasına çıkmaya gayret etmiş, hastalığının
ağırlaştığı günlerde bile ashâbının namazını takip etmiştir. Nitekim bir defasında eşlerine, “İnsanlar namaz kıldı mı?” diye sordu. Eşi Hz. Âişe ve yanındakiler,
“Hayır, seni bekliyorlar ey Allah'ın Resûlü!” dediler. Bunun üzerine Resûlullah (sav), kendisi için su hazırlanmasını istedi. Getirilen suyla yıkanan Allah
Resûlü, kalkmaya davranırken bayıldı. Ayıldığında aynı şekilde, “İnsanlar namazlarını kıldılar mı?” diye sordu. Bu durum üç kez tekrarlandı. Cemaat ise
mescitte yatsı namazı için Hz. Peygamber'i bekliyordu. O sırada Bilâl-i Habeşî de namaz vaktini bildirmek için gelmişti. Resûlullah (sav) namazı
kıldıramayınca, Hz. Ebû Bekir'e haber yollayarak namazı kıldırması talimatını verdi. Bundan sonra Peygamberimizin (sav) ağır hastalık günlerinde insanlara
namazı Hz. Ebû Bekir kıldırdı. Bir keresinde Nebî (sav), kendini biraz iyi hissedince amcası Abbâs ile damadı Ali b. Ebû Tâlib'in yardımıyla öğle namazı
için çıktı. Resûlullah'ı (sav) gören Hz. Ebû Bekir, imamet mahallinden geri çekilmek istediyse de Allah Resûlü, işaretle yerinde kalmasını buyurdu. Ve
yanındaki iki kişiden kendisini Ebû Bekir'in yanına oturtmalarını istedi. Hz. Ebû Bekir ayakta namaz kıldırıyor, insanlar da ona uyuyorlardı. Hz. Peygamber
de (sav) oturduğu yerde namazını kılmıştı. 11 Efendimiz (sav) kendisini ölüme götüren hastalığı sırasında takatsizlikten artık konuşamayacak duruma
gelinceye kadar ashâbına namaza ve yanlarındaki hizmetçilerin haklarına riayet etmeleri tavsiyesinde bulunmuş, 12 böylece Allah hakkı yanında kul
hakkına da dikkat etmeleri konusunda ümmetini uyarmıştır.
Bütün bunlar Nebî'nin (sav) vefat hastalığı esnasında dahi ashâbından kopmadığını, onları yalnız bırakmadığını gösteren örneklerdir. Elbette hastalığı
süresince ashâbı da onu yalnız bırakmamışlardır. Bilhassa aile fertleri ve yakın akrabalarının onun başından ayrılmadığını görüyoruz.

Hanımlarının yanına toplandığı bir gün kızı Hz. Fâtıma da babasını ziyarete geldi. Nebî (sav) ona, “Merhaba kızım!” dedi ve onu yanına oturttu. Resûlullah o
esnada Hz. Fâtıma'ya iki şey fısıldamıştı. O, birine ağlamış, diğerine gülmüştü. Hz. Âişe, Resûlullah'ın vefatından sonra Hz. Fâtıma'ya bunun nedenini
sormuş, o da babasının kendisine, “Cibrîl her sene bir defa gelerek Kur'an'ı benimle birlikte okurdu, bu sene iki defa geldi. Bunu da kendi ecelimin gelişine
yoruyorum. Ailemden bana ilk katılacak sensin. Ben senin için ne iyi bir selefim.” demesi üzerine ağladığını ve “Sen mümin kadınlarının yahut bu ümmetin
kadınlarının hanımefendisi olmaya razı değil misin?” demesine de güldüğünü söylemiştir. 13 Gerçekten de Hz. Fâtıma, babasının âhirete irtihalinden altı ay
sonra vefat etmiştir. 14
Pazartesi günü, Hz. Peygamber'in (sav) ashâbı Hz. Ebû Bekir'in arkasında saf tutmuş namaz kılıyorlardı. İyice ağırlaşmasından dolayı bir süredir kendisini
göremedikleri Allah Resûlü, biraz olsun kendisini iyi hissederek odasının perdesini aralamış, ashâbına bakıyordu. Hz. Enes'in ifadesiyle, ayakta duran Allah
Resûlü'nün yüzü Mushaf yaprağı gibiydi. 15 Ashâbının saflar hâlinde el bağlayarak namaza durduklarını gören Nebî (sav) o kadar sevinmişti ki tebessüm
etmiş hatta sesi duyulacak kadar gülmüştü. Onun sesini duyan ashâb o derece mutlu olmuşlardı ki neredeyse namazlarını bozacaklardı. Cemaate namaz
kıldıran Hz. Ebû Bekir ise Resûlullah'ın namaz kıldırmak için geldiğini zannetmiş ve ilk safa geçip yerini Allah Resûlü'ne bırakmak üzere geriye doğru
çekilmek istemişti. Resûlullah bu sırada Hz. Ebû Bekir'e ve cemaate namazlarını tamamlamaları için eliyle işaret etmiş sonra da Hz. Âişe'nin odasına girip
perdeyi indirmişti. Vefatından önce ashâbıyla toplu olarak son görüşmesiydi bu. 16 Zira Efendimiz (sav), bu günün ilerleyen saatlerinde Rabbine
kavuşacaktı. Bunun, Resûlullah'ı son görüşü olduğunu 17 söyleyen Hz. Enes'in aktardığına göre, o gün Resûlullah sık sık bayılmaya başladı. Babasının bu
durumuna çok üzülen Hz. Fâtıma yüksek sesle, “Vay babamın ızdırabına!” demişti. Bunun üzerine Hz. Peygamber, “Bugünden sonra babanın hiç ızdırabı
kalmayacak. 18 Kıyamete kadar hiç kimseyi hayatta bırakmayacak olan ölümün baban için zamanı gelmiştir.” buyurdu. 19
Allah Resûlü, hastalığı süresince yanı başında duran kap içerisindeki suyun içine ellerini sokuyor ve ıslak elleriyle yüzünü mesh ederken, “Lâ ilâhe illâllâh!
Ölümün sıkıntıları vardır.” diyordu. Rabbine kavuşma ânı geldiğinde ise, Hz. Âişe'nin çenesiyle göğsü arasına yaslanmış bir vaziyette


iken elini kaldırdı ve ruhu alınıp eli düşünceye kadar, “Refîk-i A'lâ'ya (En Yüce Dost'a)” demeye başladı. 20
Peygamberimizin ölümünün en yakın şahidi olan Hz. Âişe, bu olayı şöyle anlatır: “Birimiz hastalandığında Resûlullah, sağ eliyle onun yüzünü sıvazladıktan
sonra, 'Ey insanların Rabbi! Rahatsızlığı gider, şifa ver! Şifa veren sensin! Senin şifandan başka şifa yoktur. Hastalık bırakmayan bir şifa ver.' derdi. Nebî (sav)
hastalanıp ağırlaştığında, ben de onun bize yaptığı gibi yapmak için elini tuttum. Ama elini elimden çekti ve 'Allah'ım, beni affet ve En Yüce Dost ile beraber
kıl.' dedi. Bir de baktım ki o vefat etmiş!” 21 Resûlullah, Rabbine kavuşmuştu. Allah'ın Son Elçisi'nin telaffuz ettiği son cümle bu olmuştu. 22 Vefat ettiği
sırada Efendimizin üzerinde belden aşağısını saran bir izar ve çok yamalanmaktan keçeleşmiş bir kaftan vardı. 23
Resûlullah'ın ölümü üzerine mağara arkadaşı (yâr-ı gâr) olan Hz. Ebû Bekir derhâl mescide geldi. Hiç kimseyle konuşmadan doğruca Hz. Âişe'nin odasına
girdi. Allah Resûlü'ne yaklaştı. Mübarek yüzü bir bezle örtülü idi. Yüzünden örtüyü açtı. Sonra üzerine kapandı, onu öptü ve ağladı. Sonra da, “Anam,
babam sana feda olsun! Vallahi Allah sana iki ölüm vermeyecektir. Sana takdir edilmiş olan bu ölüm geçidini ise geçirmiş bulunuyorsun!” dedi. 24 Belli ki
Hz. Ebû Bekir, bu sözleri, o esnada dışarıda insanlara Resûlullah'ın bir kez daha döneceğini haykırmakta olan Hz. Ömer için söylüyordu. Hz. Ömer, Allah
Resûlü'nün vefat haberiyle öylesine derinden sarsılmıştı ki ayağa kalkmış ve “Vallahi Resûlullah (sav) ölmedi.” diye haykırmıştı. Ardından, “Vallahi
gönlümden geçen şudur ki Resûlullah ölmedi ve Allah onu muhakkak diriltecek de 'O öldü.' diyenlerin ellerini ve ayaklarını kesecektir!” demişti. Bu sırada
içerde Resûlullah'ın yanında olan ve Hz. Ömer'in söylediklerini duyan Hz. Ebû Bekir odadan dışarıya çıkarak, “Yemin eden adam, sakin ol!” dedi ve ashâbı
sakinleştiren bir konuşma yaptı. Allah'a hamd ve senâ ettikten sonra şöyle dedi: 25 “Bilin ki aranızdan kim Muhammed'e (sav) kulluk ediyorsa Muhammed
ölmüştür. Ama kim de Allah'a kulluk ediyorsa Allah diridir, asla ölmez.” 26 Yüce Allah ona, “(Ey Muhammed!) Şüphesiz sen öleceksin ve şüphesiz onlar da
öleceklerdir.” 27 buyurmuştur. Yine Allah Teâlâ: “Muhammed, ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür veya öldürülürse
gerisin geriye (eski dininize) mi döneceksiniz? Kim gerisin geriye dönerse Allah'a hiçbir zarar veremez. Allah, şükredenleri mükâfatlandıracaktır.” 28 buyurmuştur.
Bunun üzerine


insanlar sessizce ağladılar. 29 Bu konuşmanın ardından müminler, şaşkınlıklarını biraz olsun üzerlerinden attılar ve gerçeği kabullenmeye başladılar.
Şimdi sıra Allah Resûlü'ne karşı son vazifenin yerine getirilmesine, yıkanıp kefenlenerek ebedî yerine yerleştirilmesine gelmişti. Dışarıda bunlar yaşanırken
içeride Hz. Âişe şaşkındı. Resûlullah onun kollarında son nefesini vermiş ve acının sıcağı ile ne olduğunun farkına varamamıştı. Durumu idrak ettiğinde bir
yastık alıp Resûlullah'ın başının altına koyacak, yıkanıncaya kadar öylece Resûlullah'ı kucağında tutacak ve bırakmayacaktı. 30
Resûlullah'ın naaşını, Hz. Ali, Hz. Abbâs'ın oğlu Fadl ve Üsâme b. Zeyd yıkadılar. 31 Vefat ettiğinde üzerindeki örtüyü kaldırdılar. 32 Ancak kıyafetlerini
çıkarmayıp gömleğinin üzerinden su dökerek ve gömleğiyle ovarak yıkadılar. 33 Ardından Allah'ın Resûlü üç parça beyaz bez içinde kefenlendi. Bu kefen
parçalarının içinde gömlek ve başlık yoktu. 34 Teçhiz işi salı günü tamamlandıktan sonra Resûlullah'ın cenazesi odasındaki yatağının üzerine konuldu.
Sonra erkekler, gruplar hâlinde yanına girerek cenaze namazı kıldılar. Erkeklerin namazı bitince kadınlar gruplar hâlinde girip namaz kıldılar. Ardından da
çocuklar gruplar hâlinde namazlarını kıldılar. Resûlullah'ın cenaze namazına kimse imamlık yapmadı.
Resûl-i Ekrem'in mezarının nasıl ve nereye kazılacağı konusunda yaşanan kararsızlığın ardından kabri kazması için Ebû Ubeyde b. Cerrâh'a ve Ebû Talha'ya
haber gönderildi. Ebû Talha geldi ancak Ebû Ubeyde'yi yerinde bulamadılar. Ashâbdan kimisi Hz. Peygamber'in Medine Mescidi'ne kimisi de Bakî'
Mezarlığı'na gömülmesi yönünde fikir beyan etti. Hz. Ebû Bekir, Resûlullah'ın, “Her peygamber öldüğü yere defnedilmiştir.” buyurduğunu söyleyince, onun,
üzerinde rûh-ı şerîfini teslim ettiği yatağı kaldırdılar ve kabri oraya kazdılar. Efendimiz (sav) çarşamba günü gece yarısı defnedildi. Kabrine Hz. Ali, Hz.
Abbâs'ın oğulları Fadl ve Kusem ile Resûlullah'ın azatlısı Şükrân indiler. Evs b. Havlî, Hz. Ali'ye, “Allah aşkına, Resûlullah'tan bizim de hissemizi verin.”
dedi. Bunun üzerine Hz. Ali ona, “Kabre sen de in!” dedi. Şükrân, Hz. Peygamber'in giymekte olduğu bir kadife parçasını aldı, kabre yaydı ve “Allah'a
yemin olsun senden sonra kimse bunu giymeyecek!” dedi. Böylece o kumaş da Nebî (sav) ile birlikte gömüldü. 35
Sevgili Peygamberimizin vefatı herkesi çok sarstı, belki de bundan en çok etkilenen kızı Hz. Fâtıma idi. O, “Ey Rabbin davetine icabet eden babam! Ey
cennetü'l-Firdevs'te makamı olan babam! Ey Cibrîl'e ölümünü

haber verdiğimiz babam!” diyerek hüzün ve kederini dile getirmişti. Defnedildikten sonra ise Hz. Enes'e, “Enes! Allah Resûlü'nün üzerine toprak saçmaya
gönlünüz nasıl razı oldu?” diyerek yüreğindeki acıyı dillendirecekti. 36 Peygamberimizin hanımı Ümmü Seleme ise üzüntüsünü, “Kazma seslerini
duyuncaya kadar, Peygamber'in (sav) vefat ettiğine inanamadım.” diyerek ifade edecekti. 37
Her canlının ölümü tadacağı 38 hakikati, Son Peygamber için de değişmemiştir. Yüce Allah, peygamberleri dâhil hiç kimseye ölümsüzlük tattırmamıştır.
Nitekim O (cc), gönderdiği peygamberlerin vasıflarından bahsederken onların yemek yemeyen cesetler olmadıklarını ve dünyada bâkî kalmayacaklarını
belirtmektedir. 39 Yine aynı sûrede Efendimize hitaben, “Biz senden önce hiçbir beşeri ölümsüz kılmadık.” buyrularak 40 hayat ve ölüm konusunda ortaya atılan
ve bazı peygamberlerin yanı sıra kimi büyük tarihî şahsiyetlerle ilişkilendirilen “ölümsüzlük” nitelemelerinin yanlış olduğu vurgulanmıştır.
Şu hâlde her insan gibi Hz. Muhammed (sav) de vefatına yol açacak bir hastalığa yakalanmış ve ilâhî takdire boyun eğmiştir. Hiç kuşkusuz onun ölümünün
bir başka anlamı vardı. O da ilâhî vahyin son bulmasıydı. Nitekim bazı gözyaşları Peygamber'in gidişine değil vahyin kesilmiş olmasınaydı. 41 Bu yüzden
müminler, Resûlullah'ın vefatından sonra peygambersiz bir hayata intibak etmekte zorlanmışlardır. Müslümanların, Nebî'nin (sav) vefatından kısa bir süre
sonra içine düştükleri toplumsal ve siyasal çalkantılar bu hakikatin bir resmi olsa gerektir. Enes b. Mâlik bu durumu şöyle tasvir etmektedir: “Resûlullah
(sav) Medine'ye girdiği gün (Medine'de var olan) her şey aydınlanmıştı. O, Medine'de vefat ettiği gün ise (Medine'de var olan) her şey karanlığa gömüldü.
Daha onun defni ile meşgulken ve daha ellerimizi üzerinden kaldırmadan kalplerimizi tanıyamaz olduk.” 42




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

EN ÇOK İLGİ GÖRENLER

HADİSLERLE İSLAM ANA MENÜ

HADİSLERLE İSLAM ANA MENÜ HADİSLERLE İSLAM CİLT 1 HADİSLERLE İSLAM CİLT 2 HADİSLERLE İSLAM CİLT 3 HADİSLERLE İSLAM CİLT 4 HA...