HZ. PEYGAMBERİN KONUŞMA TARZLARI, ZARİF, ÖLÇÜLÜ VE ANLAŞILIR
Ebû Hüreyre'den nakledildiğine göre,
Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:
“…Bana sözün özü verildi…”
(M1167 Müslim, Mesâcid, 5)
***
Hz. Âişe (ra) şöyle demiştir: “Hz. Peygamber'in (sav) herhangi bir konuyu anlatırken (tane tane konuşması sebebiyle) sözcüklerini saymak isteyen kimse
sayabilirdi.”
(B3567 Buhârî, Menâkıb, 23)
***
Hz. Âişe şöyle demiştir: “Resûlullah'ın (sav) konuşması, onu dinleyen herkesin anlayabileceği şekilde açıktı.”
(D4839 Ebû Dâvûd, Edeb, 18)
***
Enes (b. Mâlik) tarafından nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) (önemli) bir söz söyleyeceği zaman iyice anlaşılması için üç kez tekrar ederdi…
(B95 Buhârî, İlim, 30)
*******************************
Resûlullah ile ilgili bir şeyler anlatmasını rica etti. Hind b. Ebû Hâle anlatmaya başladı. Hz. Peygamber'in ay gibi yüzünü, sakalını ve mübarek bedenini...
Hasan bunları dikkatle dinledikten sonra Hind'e, “Bana onun konuşma tarzını anlat.” dedi. 2 Bu rica üzerine Hz. Hatice'nin ilk eşinden olan oğlu Hind b.
Ebû Hâle şu sözlerle anlatmaya devam etti: “Resûlullah devamlı hüzünlü ve düşünceliydi. Umursamaz ve rahat değildi. Sessiz biriydi. Gerekmedikçe
konuşmazdı. Söze Yüce Allah'ın adıyla başlar ve yine onunla bitirirdi. Az sözle çok şey ifade ederek (cevâmiu'l-kelim ile) konuşurdu. Konuşması açık ve
netti. Sözlerinde ne fazlalık ne de eksiklik vardı. Kaba davranan ve hakaret eden biri değildi. Az bile olsa nimete saygı gösterir, onu hafife almazdı. Ne var ki
o (sav) hiçbir yemeği yermediği gibi övmezdi de. Ne dünya ne de dünyalık şeyler onu kızdırabilirdi. Ancak bir hak çiğnendiğinde, o alınıncaya kadar
öfkesini hiçbir şey dindiremezdi. Kendisi için kimseye sinirlenmez ve intikam almazdı. Bir şeye işaret edeceği zaman (parmağıyla değil de) elini uzatarak
gösterirdi. Bir şeye hayret ettiğinde ellerini yukarı çevirirdi. Konuşurken ellerini birleştirir ve sağ elinin avucu ile sol elinin başparmağının içine vururdu.
Sinirlendiği zaman (o kişiden) yüz çevirir ve onu terk ederdi. Sevindiği zaman (aşırılığa kaçmaz) gözlerini kısardı. Çoğunlukla tebessüm ederek gülerdi ve
güldüğünde dişleri dolu tanesi gibi bembeyaz görünürdü.” 3
“Bana sözün özü verildi...” buyuran Peygamber Efendimiz, 4 Arapçayı en iyi bilen ve konuşanlardandı. Câhiliye Araplarında, Arapçayı fasih ve edebî bir
şekilde konuşmayla övünen iki kabileden biri Hz. Peygamber'in doğduğu Kureyş, diğeri ise aralarında yetiştiği Hevâzin kabilesiydi. 5 Âişe validemiz,
Rahmet Elçisi'nin son derece etkileyici olan konuşma tarzına işaret ederek şöyle derdi: “Hz. Peygamber'in (sav) herhangi bir konuyu anlatırken (tane tane
konuşması sebebiyle) sözcüklerini saymak isteyen kimse, sayabilirdi.” 6 Ayrıca o, Peygamberimizin konuşurken sözü birbiri ardına sıralamadığını, 7 sözü
ağzında gevelemediğini, bilakis konuşmasının
olmuştu: “Resûlullah sözlerini sizin söylediğiniz gibi peş peşe sıralamazdı.” 9 Genç sahâbîlerden Câbir b. Abdullah da Hz. Peygamber'in konuşmasının ne
çok yavaş ne de hızlı olduğunu söylemişti. 10
Hz. Peygamber (sav) gereksiz ve lüzumsuz konuşmaz, şöyle buyururdu: “Şüphesiz kıyamet günü bana en sevgili ve makamca en yakın olanınız, ahlâkı en güzel
olanlarınızdır. Kıyamet günü bana en sevimsiz ve makam bakımından en uzak olanlarınız ise gevezeler, avurtlarını şişirip (küstahça) konuşanlar ve kibirli
davrananlardır.” 11
Resûl-i Ekrem (sav), sözlerinin daha iyi anlaşılması açısından önemli gördüğü bazı kelime ve cümleleri, iyice anlaşılması için üç kez tekrar ederdi. 12 Bir
gün ashâbına, “...Ey Allah'ın kulları! Kardeş olun! Müslüman, Müslüman'ın kardeşidir; ona zulmetmez, onu terk etmez ve onu küçümsemez.” dedikten sonra
göğsüne işaret ederek üç kez, “Takva işte burada!” demişti. 13 Yine büyük günahlardan bahsederken, yalan söyleme ve yalan yere şahitliğe sıra geldiğinde
bunu öyle çok tekrar etmişti ki ashâbı onun hiç susmayacağını zannetmişti. 14 Allah Resûlü, Veda Haccı'ndaki o tarihî konuşmasını yaptıktan sonra da
orada bulunanlara, “Tebliğ ettim mi?” diye sormuş, onların “Evet.” şeklindeki cevapları üzerine, “Allah'ım, şahit ol!” buyurmuş ve bu cümleyi üç kez tekrar
etmişti. 15
Hz. Peygamber (sav) muhatabının dikkatini çekmek ve ifadelerini onlara daha iyi kavratmak için bazen farklı bir yöntem izlerdi. Hicretin üzerinden on yıl
geçmişti. Aylardan Zilhicceydi. Allah Resûlü daha sonra “Veda Hutbesi” diye anılacak olan konuşmasında sözlerini iyi dinleyip bellemeleri konusunda
mahşerî kalabalığı uyardıktan sonra “Bilemiyorum.” dedi, “Belki bu seneden sonra (bir daha) sizinle burada beraber olamayacağım.” Belli ki Kutlu Elçi ayrılık
vaktinin yaklaştığı mesajını veriyordu. Bu başlangıcın ardından Resûl (sav) sözlerini şöyle sürdürdü:
“Ey İnsanlar! Bu (ay) hangi aydır?” Kalabalıktan tek bir ses bile çıkmamış, herkes onun dilinden dökülecek sözleri merakla bekliyordu. Sualini bizzat kendisi
cevapladı: “Bu, haram bir aydır.” Aynı şekilde, “Bu (bulunduğunuz) şehir hangi şehirdir?” , “Bugün hangi gündür?” tarzında sorularına devam etti. Kalabalığın
susarak karşılık vermeleri üzerine yine kendisi, bu şehrin kutsal bir şehir, bu günün mübarek bir gün olduğunu hatırlattı. Maksadı, herkesin genel kabulü
olan hususlardan hareketle onlara uyarıda bulunmaktı.
mukaddes ise kanlarınız, mallarınız ve ırzlarınız (kişilik değerleriniz ve saygınlığınız) da aynı şekilde mukaddestir.” 16
Allah Resûlü (sav), vermek istediği bildiriyi teşbih/benzetme ve kıyaslamalarla daha açık hâle getirerek bildirisinin daha kolay anlaşılmasını, muhatabın
zihninde daha kalıcı olmasını önemserdi. Meselâ, mümin ile kâfir arasındaki derin farkı şu teşbihle anlatmıştı: “Mümin, yeşil ekine benzer. Rüzgâr hangi
taraftan eserse öbür tarafa yatırır (fakat yıkılmaz). Rüzgâr sakinleştiğinde yine doğrulur. İşte mümin de böyledir; o da bela ve musibetler sebebiyle eğilir (fakat
yıkılmaz). Kâfir ise sert ve dimdik sedir ağacına benzer ki Allah onu dilediği zaman (bir defada) söküp devirir.” 17
Rahmet Elçisi, müminler arasındaki ilişkiyi ise şu muhteşem benzetmeyle anlatmıştı: “Müminler birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamet ve şefkat
göstermede, tıpkı bir organı rahatsızlandığında diğer organları da uykusuzluk ve yüksek ateşle bu acıyı paylaşan bir bedene benzer.” 18
Beden dilinin, yerine göre konuşma yoluyla verilen mesajlardan daha güçlü olduğu gerçeğinden hareketle, Hz. Peygamber, jest ve mimiklerini iletişiminde
yardımcı bir unsur olarak kullanırdı. Rahmet Elçisi (sav) konuşurken beden dilini, özellikle de ellerini, 19 parmaklarını ve elindeki asâsını bir şeylere işaret
etmek için kullanırdı. 20 Bir defasında cehennemden bahsediyordu. Söze önce cehennemden Allah'a sığınarak başlamış, sonra başını başka tarafa
çevirmişti. 21 Sanki cehennem bütün dehşetiyle karşısına getirilmiş de görüntüsünden ürküp dehşete kapılmış bir hâlde ateşe bakmak istememiş, başını
başka yöne döndürmüştü. Anlaşılan o ki Allah Resûlü bu tavrıyla cehennemin dehşete düşüren korkunçluğunu tasvir ediyor, oranın sakınılması gereken bir
mekân olduğunu aynı zamanda beden diliyle de ifade etmek istiyordu. Hz. Peygamber'in büyük günahları sayarken, sıra yalan söylemeye ve yalan yere
şahitlik etmeye geldiğinde yaslanırken birden dik oturması da konunun vahametini ortaya koyan bedensel bir vurguydu. 22
Hz. Peygamber konuşurken nezaketi elden bırakmaz ve muhatabına kırıcı ve incitici bir tarzda hitap etmezdi. 23 Nitekim Enes b. Mâlik, Hz. Peygamber'in
hiçbir zaman söven, kötü sözler söyleyen ve lânet eden biri olmadığını belirtmişti. 24 Peygamber Efendimiz, kullanacağı kelimeleri dikkatle seçerdi. Onun
Enceşe isimli siyahî bir kölesi vardı ve Veda
Haccı yolculuğunda Hz. Peygamber'in hanımlarının bulunduğu develeri o sürüyordu. Hem develeri sürüyor hem de şiirler okuyordu. Güzel sesli
Enceşe'nin nağmelerinin cazibesine kapılan develer de hızlanmış ve müminlerin anneleri bundan rahatsız olmuştu. Bunun üzerine Hz. Peygamber o latîf
üslûbuyla: “Yavaş ol ey Enceşe, kristallere dikkat et!” 25 diye seslenerek zarafetini ortaya koymuştu.
Allah Resûlü (sav), konuşurken muhatabının anlayış seviyesini dikkate alır ve kelimelerini ona göre seçerdi. Abdullah b. Abbâs da, “İnsanlarla anlayış
seviyelerine göre konuşmakla emrolundum.” diyerek bu konuya dikkat çekmişti. 26 Sahâbeden Ebu't-Tufeyl, “Her makamın kendine has bir konuşma
üslûbu vardır.” 27 sözüyle Hz. Peygamber'in uyguladığı ilkeyi ifade etmişti. Rahmet Elçisi, ashâbının yanında bir öğretmen, samimi bir arkadaş, ordusunun
başında dirayetli bir komutan, hanımlarına karşı anlayışlı bir koca, çocuklarının yanında ise şefkatli bir baba olarak konuşurdu.
Sevgili Peygamberimiz, kendisine yöneltilen sorular konusunda da muhatabın durumunu gözetir, onun ihtiyaç ve eksikliklerine göre cevap verirdi.
Örneğin, “En hayırlı amel nedir?” tarzında farklı zamanlarda farklı kişilerden gelen sorulara, “Allah'a ve Resûlü'ne iman”, 28 “Vaktinde kılınan namaz”, 29
“(Hacda) telbiye esnasında sesi yükseltmek ve kurbanlıkların kanını akıtmak”, 30 “Yemek yedirmen ve tanıdığına da tanımadığına da selâm vermen” 31 şeklinde
farklı cevaplar vermişti.
Bir gün Hz. Peygamber'in huzuruna bir adam gelmiş ve şöyle demişti: “Yâ Resûlallah, bana birkaç kelime öğret de onları uygulayayım. Ama çok olmasın,
sonra unuturum.” 32 Nebî (sav) ona, “Öfkelenme!” buyurdu. Adam tekrar tekrar Nebî'den öğüt istedi ancak her defasında aynı kısa cevabı aldı. 33 Aslında
öğüde dair sayılacak pek çok şey olmasına rağmen Peygamberimizin, “Öfkelenme!” nasihatinde ısrarının hikmeti, soruyu soran şahsın öfkeli karakterinde
saklıydı. Belki de onun için en önemli ve o an için gerekli olan sükûnet olduğundan, Nebî (sav) ona öfkesine hâkim olması tavsiyesinde bulunmuştu. 34
Gereksiz konuşmaları terk etmenin, kişinin İslâm'ının güzelliğinden olduğunu söyleyen Hz. Peygamber (sav), 35 “Allah'a ve âhiret gününe inanan ya hayır
söylesin ya da sussun...” buyurarak ümmetini uyarırdı. 36 Gıybet, yalan ve dedikodu gibi kötülüğe zemin teşkil eden konuşmaları kesin bir şekilde
yasaklardı. 37 O (sav), Müslüman'ı, “Dilinden ve elinden
diğer Müslümanların güvende olduğu kimsedir.” 38 şeklinde tarif ederek bu noktaya dikkat çekmişti.
Peygamberimizin mihmandarı ve İstanbul'un Sultanı Ebû Eyyûb el-Ensârî'nin anlattığına göre, bir adam Resûlullah'a gelerek, kendisine kısa bir şeyler
öğretmesini istemişti. Resûl-i Ekrem (sav) ona öğütte bulunmuş ama yine sözü uzatmamıştı: “Namaz kıldığın zaman son namazınmış gibi kıl. Özür dilemeni
gerektirecek bir sözü söyleme ve insanların ellerindeki dünyalıklara umut bağlama!” 39
Rahmet Peygamberi, konuşmasına Allah'ın adıyla başlar, O'nun adıyla son verirdi. Gelecekte yapacağı bir şeyden bahsederken “İnşallah” derdi. Böylece
peygamber bile olsa her iradenin üzerindeki hâkim bir iradenin varlığına dikkat çekerdi. Esasen Rabbi de kendisini ve onun şahsında tüm inananları,
“Allah'ın dilemesine bağlamadıkça (inşallah demedikçe) hiçbir şey için 'Bunu yarın yapacağım.' deme.” 40 şeklinde tembihlemişti.
Peygamberimizin bazen yeminle de konuşmalarına başladığı olurdu. Bu tavrı sözün doğruluğunu teyit etmek veya konunun önemini ortaya koymak
amacına yönelikti. Onun yemin tarzı genelde, “Canımı elinde tutan Allah'a yemin olsun ki!” 41 şeklinde idi. Bazen “...Kalpleri (istediği yöne) çeviren Allah'a
yemin olsun ki!” 42 diye de yemin ederdi.
Dürüstlük onun en belirgin vasfıydı. Son Elçi, peygamberliği öncesinde bile bu yönüyle kavmi arasında dikkat çekmişti. “el-Emîn” lakabı ile anılır, 43
yalanına hiç şahit olunmadığı söylenirdi. 44 Nitekim kıymetli eşi Hz. Hatice, ilk vahyi aldığında büyük bir korku ve endişe yaşayan Allah Resûlü'nü,
“...Allah'a yemin ederim ki Allah seni hiçbir vakit utandırmaz. Çünkü Allah'a yemin olsun ki sen akrabanı gözetirsin, doğruyu konuşursun...” diyerek
sakinleştirmişti. 45
Hz. Peygamber asla yalan söylemez, şaka yaparken de bu hassasiyetini sürdürürdü. Yani o, kızgın da olsa neşeli de olsa ağzından doğru ve gerçek dışı bir
şey çıkmazdı. 46 Resûlullah seviyeli, ince ve hoş latîfeler yapardı. Bir defasında kendisinden bir binek hayvanı isteyen bir adama, “Seni dişi bir devenin
yavrusuna bindirelim.” diye karşılık vermiş, adam, “Ben dişi devenin yavrusunu ne yapayım? (O beni taşıyamaz)” şeklinde şaşkınlığını ifade edince, Allah
Resûlü, “(Bütün) develeri doğuran dişi develer değil mi?” demişti. 47 Hz. Peygamber'in şakadan hoşlandığını bilen bazı sahâbîler onun latîfesine aynı şekilde
karşılık verirlerdi. Hazırcevap ve şakacı bir mizaca sahâbî olan Süheyb-i Rûmî bir gün Hz. Peygamber'in yanına gelmişti.
Peygamberimizin önünde ekmek ve hurma vardı. Ona, “Yaklaş da ye.” buyurdu. Süheyb de hurmadan yemeye başladı. Bunun üzerine Peygamber (sav),
“Hem gözün ağrıyor (hastasın) hem de hurma yiyorsun!” buyurdu. Süheyb bu latîfeye, “Diğer tarafla çiğniyorum!” diyerek karşılık verdi. Resûlullah (sav)
gülümsedi. 48
Hz. Peygamber, ashâbını eğitmek için cuma ve bayram günleri hutbe irad ederdi. 49 Bu günler dışında da gerekli gördüğü yer ve zamanlarda öğüt vermek,
bilgilendirmek, teşvik etmek ve sakındırmak gibi amaçlarla konuşmalar yapardı. Rahmet Elçisi, bir topluluğa hitap ederken herkes tarafından görülmek ve
sesini iyi duyurmak için yüksek bir yere çıkardı. O (sav) mescitteki konuşmalarını önceleri bir hurma kütüğünün üzerinde yaparken sonradan ashâbının
tavsiyesi üzerine minberde yapmaya başladı. 50 Hz. Peygamber mescit dışında konuştuğu zaman ise ya bir devenin üstünde konuşur 51 ya da yüksekçe bir
yere çıkardı. 52
Hutbesine Allah'a hamd ile başlayan Peygamber Efendimiz 53 söyleyeceklerini fazla uzatmaz, anlaşılmayacak kadar kısa da kesmezdi. 54 Zira önemli olan
konuşmayı uzatmak değil, az sözle çok şeyler anlatabilmekti. Ayrıca Hz. Peygamber cemaati usandırmamak için ashâbına her zaman hitap etmez, onların
heyecan ve ilgisini canlı tutabilmek adına uygun zaman ve ortamları gözetirdi. 55 Çünkü öğretimin zamana yayılması, ilgi ve heyecanın devamlılığı
açısından vazgeçilmezdi. Kısacası, her yönüyle ve hayatın her alanında önderimiz ve rehberimiz olan Hz. Peygamber (sav), tüm inananların uyması gereken
en güzel örnekti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder