yukarı kaydırma oku

YAZI KOPYALAMA ENGELİ

sağtuş engeli

ANA MENÜ

Şefaat Hz. Peygamber'in Duası

Şefaat  Hz. Peygamber'in Duası

Ebû Hüreyre'nin anlattığına göre o,
“Ey Allah'ın Resûlü! Yüce Rabbin sana şefaat konusunda nasıl bir hak bahşetti?” diye sormuş, Resûlullah (sav) şöyle cevap vermişti:
“Senin ilme olan tutkunu bildiğim için bunu bana ilk soranın da sen olacağını tahmin etmiştim. Benim şefaatim, kalbi dilini, dili de kalbini tasdik ederek Allah'tan başka
ilâh olmadığına samimiyetle şehâdet eden kimse içindir.”
(HM10724 İbn Hanbel, II, 518)


***

Ebû Musa el-Eş'arî'nin naklettiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Bana, şefaat etme ya da ümmetimin yarısının cennete girmesi hakkında tercih
yapma fırsatı verildi; ben şefaat etmeyi seçtim. Çünkü o daha kapsamlı ve daha yeterlidir. Siz şefaatimin takva sahibi müminler için mi olacağını sanırsınız? Hayır.
Aksine o, günahkârlar, çok hata işleyen ve kirlenenler içindir.”
(İM4311 İbn Mâce, Zühd, 37)


***

Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Her peygamberin niyaz ettiği bir duası vardır. Ben de duamı kıyamet gününde
ümmetime şefaat etmek için saklamak istiyorum.”
(M487 Müslim, Îmân, 334)


***

Ebû Hüreyre'nin naklettiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Ben âdemoğlunun efendisi, kabri ilk açılacak olan, ilk şefaat edecek ve şefaati ilk kabul
edilecek olanım.”
(D4673 Ebû Dâvûd, Sünnet, 13)


***

Ebû Ümâme el-Bâhilî'nin naklettiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Kur'an okuyun! Çünkü Kur'an, kıyamet gününde dostuna (okuyucusuna)
şefaatçi olacaktır…”
(HM22546 İbn Hanbel, V, 255; M1874 Müslim, Müsâfirîn, 252)


******************

Peygamber Efendimiz, kendisine hizmet eden sahâbîlerin durumuyla yakından ilgilenir, ihtiyaçlarının olup olmadığını sorardı. Bu sahâbîlerden biri olan
Rebîa b. Kâ'b el-Eslemî de 1 Resûlullah'ın (sav), “Bir ihtiyacın var mı?” sorusuna sık sık muhatap olan kimselerdendi. Bir gün yine bu şekilde kendisine
sorduğunda, “Evet ey Allah'ın Resûlü! Bir ihtiyacım var.” dedi. Resûlullah, “İhtiyacın nedir?” buyurduğunda da, “İhtiyacım, kıyamet günü bana şefaat
etmendir.” cevabını verdi. Bunun üzerine Kutlu Nebî, “Sana bu konuda kim yol gösterdi?” sorusunu yönelttiğinde o, “Rabbim.” cevabını verdi. Allah Resûlü,
“İllâ bunu istiyorsan çok secde yaparak bana yardımcı ol!” buyurdu. 2
“Şefaat”, âhiret gününde Resûlullah'ın (sav), diğer peygamberlerin ve kendilerine izin verilen salih kimselerin, müminlerin bağışlanmaları için Allah katında
dua ve niyazda bulunmaları anlamında kullanılmaktadır. Nitekim yukarıda anılan sahâbî de, şefaatin varlığından haberdar olmuş ve kıyamet gününde
bundan istifade etmek istemişti.
Câhiliye döneminde, insanlar arasında yaygın bir şefaat anlayışı vardı. Putları aracı kılmaya dayanan bu anlayışa göre, Yaratıcı'ya ulaşma yolunda put gibi
somut bir destek şarttı. Putlara tapmayı meşrulaştırarak onları vazgeçilmez kılan böyle çarpık bir anlayış sebebiyle şefaat fikri neredeyse Allah'a ortak
koşmanın sembolü hâlini almıştı. Kur'ân-ı Kerîm, o günkü durumu, “Allah'ı bırakıp kendilerine ne zarar ne de fayda verebilecek şeylere tapıyorlar ve 'İşte bunlar
Allah katında bizim şefaatçilerimizdir.' diyorlar...” 3 âyetinde tasvir etmektedir. Onlar bu anlayıştan ötürü Hz. Peygamber'e inanmak istemiyor ve putların
kendileri ile Allah arasında aracı, şefaatçi olacaklarını belirtiyorlardı. “...O'nu bırakıp da başka dostlar edinenler, 'Biz, onlara sadece bizi Allah'a daha çok
yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz.' diyorlar.” 4
Kur'an, şefaat konusuna önemle vurgu yapmıştır. “Yoksa Allah'tan başka şefaatçiler mi edindiler? De ki: Hiçbir şeye güçleri yetmese ve düşünemiyor olsalar da mı?”
5 “De ki: Şefaat tümüyle Allah'a aittir. Göklerin ve yerin hükümranlığı O'nundur. Sonra yalnız O'na döndürüleceksiniz.” 6 âyetleriyle Allah'a ortak koşulan hiçbir
şeyin değeri olmadığını ve bunların şefaatçi olamayacağını, şefaatlerinin hiçbir şekilde kabul edilmeyeceğini belirtmiştir.
“O'nun izni olmadan şefaat edebilecek hiçbir şefaatçi yoktur...” 7

“O'nun izni olmadıkça şefaat edecek kimmiş?” 8
“Rahmân'ın katında söz almış olanlardan başkaları şefaat hakkına sahip olmayacaklardır.” 9
“Bunlar Allah'ın rızasına ermiş olandan başkasına şefaat edemezler...” 10
“O gün Rahmân'ın izin verdiği ve sözünden hoşlandığından başkasının şefaati fayda vermez.” 11
“O'nu bırakıp taptıkları şeyler şefaat edemezler. Ancak bilerek Hakk'a şahitlik edenler şefaat edebilirler.” 12
Bütün bu âyetlerde sadece Allah'ın izin verdiklerinin şefaat edebileceğine işaret edilmektedir. Buna göre Allah Teâlâ'nın rahmet ve ikramı ile bazı
müminlerin şefaatine izin vereceği anlaşılmaktadır.
Hadislerde ise şefaat izni verilecek kimselerle, kendilerine şefaat edilecek olanların kimler olduğuna dair ayrıntılı bilgiler verilmektedir. Ebû Hüreyre, “Ey
Allah'ın Resûlü! Yüce Rabbin sana şefaat konusunda nasıl bir hak bahşetti?” diye sorunca şu cevabı almıştır: “Senin ilme olan tutkunu bildiğim için bunu bana
ilk soranın da sen olacağını tahmin etmiştim. Benim şefaatim, kalbi dilini, dili de kalbini tasdik ederek Allah'tan başka ilâh olmadığına samimiyetle şehâdet eden kimse
içindir.” 13
Hayatını günahlara dalarak geçirmiş olsa da inanan bir insan, müşriklerin ve kâfirlerin aksine, günah işlerken bile Allah'tan başkasına itaat kastı taşımaz,
günahıyla övünmez, aksine pişman olup, af diler. Ümitsizliğe, karamsarlığa kapılmadan, iman ettiği Rabbine karşı yüreğinin derinliklerinde kendisini
kurtaracak bir ümit ışığı besler. Peygamber Efendimiz bununla ilgili olarak da, “Bana, şefaat etmek ya da ümmetimin yarısının cennete girmesi hakkında tercihte
bulunma fırsatı verildi; ben şefaat etmeyi seçtim. Çünkü o daha kapsamlı ve daha yeterlidir. Siz şefaatimin takva sahibi müminler için mi olacağını sanırsınız? Hayır.
Aksine o, günahkârlar, çok hata işleyen ve kirlenenler içindir.” 14 buyurmuştur.
Âhirette Hz. Peygamber'in ilk şefaatinin nasıl gerçekleşeceğinin de ilginç bir hikâyesi vardır. Hesaba çekilmek üzere uzun bir süre bekleyen insanlar hesabın
başlatılması için sırasıyla Hz. Âdem, Hz. Nuh, Hz. İbrâhim, Hz. Musa ve Hz. İsa'dan şefaat talebinde bulunacaklar, ancak o günün dehşeti karşısında hiçbiri
buna yaklaşmak istemeyecektir. Sonunda Hz. İsa bu taleplerini Hz. Muhammed'e iletmelerini tavsiye edecektir. İnsanlar Hz. Peygamber'e yönelecekler, Hz.
Peygamber de Allah'tan şefaat talebinde bulunacak ve Allah Teâlâ onun bu isteğini kabul edecektir. 15

Allah Resûlü bir gün, Hz. İbrâhim ve Hz. İsa'nın kendilerine inananlar için yaptıkları duaları hatırlar. Kur'ân-ı Kerîm'de de yer alan bu duaları
okuduktan 16 sonra ellerini açar ve “Yâ Rabbi, ümmetim, ümmetim!” diyerek dua edip, ağlar. O kadar yalvarır ki nihayet ümmeti hakkında kendisinin razı
edileceği müjdesini alır. 17 Ve kıyamete kadar yaşayacak bütün insanlığın son tebliğcisi ve hak dinin tamamlayıcısı olan Hz. Muhammed'e (sav) de şefaat
için izin verilir. 18 O (sav) diğer peygamberlere göre kendisine daha çok inanan olduğunu belirtir. 19 Ve “Her peygamberin niyaz ettiği bir duası vardır. Ben de
duamı kıyamet gününde ümmetime şefaat etmek için saklamak istiyorum.” 20 buyurur. Bunun yanında, “Ben âdemoğlunun efendisi, kabri ilk açılacak, ilk şefaat
edecek olan ve şefaati ilk kabul edilecek olanım.” 21 buyurarak şefaat hususunda kendisine tanınan ayrıcalığa işaret eder.
Allah Resûlü'ne bahşedilen bu şerefli konum, “makâm-ı mahmûd” diye adlandırılmaktadır. 22 Bu makam, Peygamberimizin ümmeti için şefaat dilediği
makamdır. 23 İnsanlar için af dilediği o en yüce, en büyük, en kapsamlı şefaat, “şefaat-i uzmâ”dır. İnsanlar kendileri için şefaatte bulunmasını istediklerinde
Resûlullah (sav), Allah'ın huzurunda secdeye kapanacak, O'na hamdedip övgüler sıralayacak ve kendisine, “Dile! Ne dilersen, dileğin yerine getirilecek. Şefaat
et! Şefaatin kabul edilecek. Söyle! Sözün dinlenecek.” denilecektir. İşte Kur'an'da, “Gecenin bir kısmında da uyanarak sana mahsus fazla bir ibadet olmak üzere
teheccüd namazı kıl ki, Rabbin seni makâm-ı mahmûda ulaştırsın.” 24 âyetinde ifade edilen “makâm-ı mahmûd” da bu olacaktır. 25
Kur'ân-ı Kerîm'de kâfirler, Allah'a ortak koşan müşrikler ve âhireti inkâr edenler için şefaatin söz konusu olamayacağı ayrıca belirtilmiştir:
“Onlara (kâfirlere) şefaatçilerin şefaati fayda vermez.” 26
“Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları onunla (Kur'an ile) uyar. Onlar için Rablerinden başka ne bir dost ne de bir şefaatçi vardır...” 27
“Onlar (ashâbü'l-yemîn) cennetlerdedirler. Birbirlerine suçlular hakkında sorular sorarlar ve dönüp onlara şöyle derler: 'Sizi cehenneme ne soktu?' Onlar şöyle derler:
'Biz namaz kılanlardan değildik. Yoksula yedirmezdik. Bâtıla dalanlarla birlikte biz de dalardık. Ceza gününü de yalanlıyorduk. Nihayet ölüm bize gelip çattı.' Artık
şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez.” 28
Allah'ı inkâr eden kimse peygamber yakını bile olsa kendisi için şefaat ve bağışlanmanın mümkün olmayacaktır: “Cehennem ehli oldukları açıkça kendilerine
belli olduktan sonra —yakınları da olsalar— Allah'a ortak koşanlar için af dilemek ne Peygamber'e yaraşır ne de müminlere. İbrâhim'in babası için


af dilemesi sadece ona verdiği bir söz yüzündendi. Onun bir Allah düşmanı olduğu kendisine açıkça belli olunca, ondan uzaklaştı...” 29 Peygamber Efendimize,
kendisini müşriklere karşı koruyan, himaye eden amcası Ebû Tâlib'e şefaat edip edemeyeceği sorulunca, şefaatinin onun azabını azaltma ihtimali olsa da,
cehennemden kurtarmaya yetmeyeceğini belirtmiştir. 30 Bütün bu âyet ve hadislerde vurgulanan ortak nokta, şefaat etme izni verenin, şefaat edilebilecek
kişileri belirleyenin ve buna rıza gösterenin Allah olduğu gerçeğidir.
Resûlullah (sav), “Kıyamet günü üç zümre şefaat eder; peygamberler, sonra âlimler, sonra da şehitler.” 31 buyurarak şefaat için izin verilenlerin kimler olduğunu
beyan etmişti. Yaşamları boyunca bütün gayretlerini, insanları doğru yola çağırmak için seferber eden peygamberler şefaat ederler. Peygamberlik gibi ulvî
bir görev sayesinde dünyada insanların en değerlisi olma payesine sahip olan bu yüce insanlar 32 âhirette insanların kurtuluşu için aracılık etmek gibi ilâhî
bir lütfa, şerefli bir makama elbette lâyıktırlar.
Şehitler ve âlimler için verilen şefaat izni, onları diğer insanlardan ayıran üstün vasıfları dolayısıyladır. İnsanlığı karanlıktan aydınlığa çağıran peygamberler
gibi iyiliği emredip kötülükten alıkoyan, Hak uğruna canından vazgeçen, Allah ve Resûlü'ne itaatte zirveye ulaşan bu insanlar, elbette Rableri katında
onurlu ve şerefli bir makama nail olurlar. Ayrıca Resûl-i Ekrem, şehitlerin altı özelliğinden birinin, akrabalarına şefaat edebilmelerine izin verilmesi
olduğunu söyler. 33 Aynı şekilde Kur'an'ı okuyup ezberleyen, helâl kıldıklarını helâl sayan ve haram kıldıklarını haram kabul edip uzak duran hafız
kimselerin de cennete gireceklerini ve Kur'an sayesinde ailelerine şefaatçi olabileceklerini bildirir. 34
İnananların kurtuluşu için hüküm gününün sahibi olan Allah'tan bağışlanma dileyerek şefaat kapısını çalacak olanlar sadece peygamberler ve şehitler
değildir. Kıyamet günü salih müminler de, cezaya çarptırılan kardeşlerinin azaptan kurtulmaları için Rablerine dua ederler. 35 Allah Resûlü, müminlerin
cehenneme giren kardeşlerinin kurtuluşu için Rablerine yakarışlarını şöyle bir tabloyla tasvir eder:
“Müminler Rablerine diyecekler ki, 'Ey Rabbimiz! Bu cehenneme girecek olanlar, bizim mümin kardeşlerimizdi. Bizimle birlikte namaz kılıyor, bizimle oruç tutuyor,
bizimle hacca gidiyorlardı. Fakat sen onları ateşe koymuşsun?' Allah onlara, 'Gidin onlardan tanıdıklarınızı oradan çıkarın.' buyurunca, cehennemliklerin yanına
giderler. Onları yüzlerinden tanırlar, bir kısmı dizlerine kadar ateş içerisindedirler, bir kısmı da topuklarına kadar ateşte. Onları ateşten


çıkarınca, 'Yâ Rabbi, emrettiklerini çıkardık.' deyip Allah'a yönelirler. Allah da, 'Önce kalplerinde dinar ağırlığında iman olanları, sonra yarım dinar ağırlığında iman
olanları, daha sonra da kalplerinde zerre miktarı iman olanları ateşten çıkarın.' buyurur.” Hadisi Peygamberimizden nakleden Ebû Saîd el-Hudrî, bu
söylediklerine inanmayanların şu âyeti okumalarını tavsiye eder: “Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun dışında kalan (günah)ları
ise dilediği kimseler için bağışlar. Allah'a şirk koşan kimse, şüphesiz büyük bir günah işleyerek iftira etmiş olur.” 36
Müminlerin cehennem azabından kurtulması için şefaat etmelerine izin verilenler arasında melekler de vardır. İnsanlığa hidayet kaynağı olan Kur'an'ın bize
ulaşmasında görev yapan ve inananlar için yeryüzünde bağışlanma dileyen melekler, 37 dünyada müminlerin kurtuluşu için yerine getirdikleri vazifelerini,
âhirette peygamberlerle birlikte müminlere şefaat dileyerek bir kez daha ifa ederler. 38 O gün melekler Allah'ın izin verdiği kimselere şefaat eder 39 ve
Allah'a şöyle yalvarırlar: “Ey Rabbimiz! Senin rahmetin ve ilmin her şeyi kuşatmıştır. O hâlde tevbe eden ve senin yoluna uyanları bağışla ve onları cehennem
azabından koru.” 40
Bu rivayetlere bakılarak şefaatin, herhangi bir dereceyi hak etmeyen birisi için yapılan aracılık, kayırma, imtiyaz şeklinde olacağı anlaşılmamalıdır. Zira
böyle bir durum ne ilâhî adalet ne de şefaat etmelerine izin verilenler açısından mümkündür. Aslında şefaat, sonsuz derecede rahmet sahibi olan Allah'ın,
şirke ve küfre bulaşmayan kullarını affedip bağışlamasının yollarından biridir. Kur'ân-ı Kerîm'e göre, “Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını asla
bağışlamaz. Bunun dışında kalanları ise dilediği kimseler için bağışlar.” 41 Peygamber Efendimiz de, “Her kim Allah'tan başka ilâh olmadığını bilerek ölürse cennete
girecektir.” 42 buyurur. Bu anlamda nakledilen diğer rivayetlerde de Allah'ın iman edip şirke bulaşmayan insanları dileyeceği bir zamanda affedeceğine işaret
edilir. Bu âyet ve hadisler, insanları ibadet etmekten ve salih ameller işlemekten alıkoymamalı, onları gevşekliğe sevk etmemelidir.
Hz. Ömer ile Resûlullah (sav) arasında yaşanan bir olayı Ebû Musa el-Eş'arî şöyle anlatıyor: “Bir gün kabilemden birkaç kişiyle birlikte Hz. Peygamber'e
uğradığımda, 'Müjdeler olsun, başkalarına da bu müjdeyi verin. Kim sadık kalarak Allah'tan başka ilâh olmadığına şehâdet ederse cennete gider.' buyurdu. Daha
sonra onun (sav) huzurundan ayrıldım ve bu durumu insanlara müjdelemeye başladım. Yolda Ömer b. Hattâb karşımıza çıktı,


(bu hadisi öğrenince) bizi Resûlullah'a geri götürdü ve 'Ey Allah'ın Resûlü! Buyurduğunuz müjdeli haber insanlara duyurulduğu takdirde buna
güvenebilirler.' dedi. Bunun üzerine Resûlullah sustu.” 43
Bu olayın Hz. Ömer ile Ebû Hüreyre arasında geçtiği de nakledilmektedir. 44 Allah Resûlü'nün Hz. Ömer'in bu hassasiyetine cevap vermeyip sessiz kalması
bir yanlış anlaşılmanın söz konusu olabileceğine işaret etmektedir. Hz. Nebî bu şekilde ashâbına müjde verirken Allah'ın rahmet ve mağfiretinin sonsuz
olduğunu ifade etmek istemişti. Yoksa iyilik işleyenlerle, işlemeyenlerin eşit olması veya insanların salih ameller işlemekten uzaklaşmaları için değildi.
Nitekim risâlet görevinin asıl amacı, tevhid, ibadet ve salih amellerin yaygınlaşması idi. Kuşkusuz bu sorumlulukları hakkıyla yerine getirenler ile gevşek
davrananlar ilâhî adalet gereği bir olmayacaktır. Zira, “Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görecektir. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görecektir.” 45
âyetleri bu hususa işaret etmektedir.
Âyet ve hadislerde geçen şefaat konusunun, ilâhî adalete ters düştüğü sanılmamalıdır. Şüphesiz Allah, mutlak adalet sahibidir. Her yapılanın karşılığını
vereceğini vaad etmiştir. Vaadinde de sadıktır. Ancak kişinin ibadet yaptıktan sonra takdirin Allah'ın elinde olduğu, sonucu belirleyenin de yine O olduğu
inancından ayrılmaması gerekir. İyi bilmelidir ki kul, ne kadar çaba sarf ederse etsin, ne tür ameller yaparsa yapsın, yerine getirdiği bu ibadet ve taatler
onun kurtuluşunun garantisi değildir. Zira bu amellerin kabul edilip edilmemesi önemlidir. Nitekim bir gün Resûlullah (sav) ashâbına, “İşlerinizde ifrat ve
tefrite kaçmayın, mutedil ve doğru olun; bilin ki sizden hiçbir kimse ameli sayesinde kurtuluşa eremez.” buyurur. Ashâb, “Yâ Resûlallah, siz de mi?' derler. Bunun
üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Evet, Allah Teâlâ rahmetiyle ve lütfuyla kuşatmazsa ben de kurtulamam.” 46
İbadete olan düşkünlüğüyle bilinen sahâbîlerden Osman b. Maz'ûn vefat ettiği zaman, Hz. Peygamber'e biat etme şerefini elde etmiş olan hanım sahâbî
Ümmü'1-Alâ', Allah'ın Osman b. Maz'ûn'a lütfuyla ikramda bulunacağını söyler. Peygamberimiz de, “Allah'ın ona ikramda bulunacağını nereden biliyorsun?”
diye sorar. Hanım sahâbî, “Ey Allah'ın Resûlü, Allah ona ikramda bulunmaz da kime bulunur?” deyince Kutlu Nebî, “Şüphesiz ölüm ona gelmiştir. Allah'a
yemin ederim ki ben onun için hayır diliyorum. Allah'a yemin ederim ki ben bile Allah'ın Resûlü olduğum hâlde, yarın bana ne muamele yapılacağını bilemem.”
buyurmuşlardır. 47 Buna göre kişi


belirlenen görevlerini yerine getirecek, uğraşıp çabalayacak, ardından Allah'ın adaletine güvenerek rahmet, mağfiret ve şefaatini bekleyecektir.
Bunun yanında Kur'ân-ı Kerîm'de, “(Ey Muhammed!) Her ümmetin kendi içinden üzerlerine bir şahit göndereceğimiz, seni de onların üzerine bir şahit olarak
getireceğimiz günü düşün...” 48 âyetinde Hz. Peygamber'in kıyamet gününde ümmetine şahit olacağından bahsedilmektedir. Bu âyetlere göre şefaat, bir
anlamda Allah Resûlü'nün ümmetinden şirke bulaşmamış, tevhid akidesi üzerine sebat gösteren insanlara Allah katında şahitlik etmesi anlamına
gelmektedir.
Rahmet Elçisi bir gün yakın dostlarından Abdullah b. Mes'ûd'a seslenir: “Abdullah! Gel de bana Kur'an oku.” Bir an için şaşıran değerli sahâbî, “Yâ Resûlallah,
Kur'an size indirilmişken, ben mi size okuyayım?” sözleriyle anlatır duygularını. “Evet.” buyurur, Allah Resûlü. “Ben Kur'an'ı başkasından dinlemeyi de çok
seviyorum.” İbn Mes'ûd Nisâ sûresinin yaratılışı hatırlatan, yetime saygıyı öngören, miras paylaşımını açıklayan âyetlerini okur. Kırk birinci âyete geldiğinde
Hz. Peygamber'in gözlerinden yaşlar dökülür ve “Yeter.” buyurur. Onu ağlatan âyet şudur: “Her ümmetten bir şahit getirdiğimiz ve seni de onların üzerine bir
şahit yaptığımız zaman, bakalım onların hâli nice olacak!” 49 Çünkü şahit olmak, aynı zamanda onlara şefaatçi, tanık olmak anlamına gelen ağır bir
sorumluluktur.
İnsanoğlu yaratıldığı andan itibaren, kendisine rahmet ellerini uzatacak, imtihan için gönderildiği dünya hayatını başarıyla tamamlayıp Yaratıcısı'nın
huzuruna mahcubiyet duymadan çıkaracak peygamberlerin şefkat kanatlarına muhtaçtır. Allah, daha dünyadayken Hz. Peygamber'den hem kendisinin
hem de inanmış erkek ve kadınların günahlarının bağışlanması için dua etmesini ister. 50 Peygamberlerin rehberliğinde dünya hayatını yaratılış gayesine
uygun olarak mutlu bir şekilde geçiren insan, elbette ki âhirette de onların yardım elinin uzanmasını bekler. Nitekim Allah Resûlü, kendisine âyette
emrolunduğu gibi ellerini âhirette müminlerin kurtuluşu için semaya kaldıracak, mutlak hüküm sahibinin karşısında af ve mağfiret kapılarının açılması için
yakaracaktır. 51 Bu yönüyle şefaat, günahkâr müminlerin kurtuluşu için ve Allah'ın onlara yardım etmesi için dudaklardan dökülen, yüreklerden süzülen ve
Rabbe yöneltilen samimi dualardır.
Peygamberlerin, meleklerin, şehitlerin, salih kişilerin ve başkalarının şefaati ancak Allah'ın izin vermesi ve rıza göstermesiyle mümkün olabilecektir. Allah'ın
izni ve rızası olmadan hiçbir şekilde şefaat edilemeyeceği


gibi şefaat edebilecekler de bu şekilde bir talepte bulunamayacaklardır. Hz. Peygamber, ganimete ve kamu malına ihanet edenlerin karşılaşacakları durumu
tasvir ederken, kıyamet gününde bazı kimselerin, omuzlarında meleyen bir koyunla, bazılarının omuzlarında homurdayan bir at veya böğüren bir sığır ile
bazılarının da sırtlarında taşıdıkları altın, gümüş ile geleceklerini ve şefaat talebinde bulunacaklarını anlatır. O gün bu şekilde şefaat talep edenlerin her
birine, 'Senin için hiçbir yardım yapmaya gücüm yetmez. Ben sana tebliğ etmiştim.' diyeceğini belirtir. 52 Yine buna benzer şekilde, Allah Resûlü, zalim ve haksız
yöneticilerin, dinde aşırıya giden ve sapıtan kişilerin de şefaate erişemeyeceklerini bildirir. 53 Böylece kul hakkını gasp eden, hırsızlık, yolsuzluk yapan
insanlara onun şefaatçi olmayacağı, hatta bu insanlarla karşılaşmak bile istemeyeceği anlaşılmaktadır.
Rivayetlerde bazı ibadetlerin de kişiye şefaatçi olacağından bahsedilmektedir. Hz. Peygamber, “Kur'an okuyun! Çünkü Kur'an, kıyamet gününde dostuna
(okuyucusuna) şefaatçi olacaktır...” 54 buyurarak Kur'an okumanın ve onunla amel etmenin 55 şefaate vesile olacağına işaret etmiştir. Aynı şekilde, “Kıyamet
gününde oruç ve Kur'an, sahibine şefaat edeceklerdir. Oruç, 'Ey Rabbim ben onu gündüz yemek yemekten ve şehvetten alıkoydum, beni ona şefaatçi kıl!' der. Kur'an da,
'Ben de onu gece uykusundan alıkoydum, beni ona şefaatçi kıl!' der ve şefaat ederler.” 56 buyurmuştur. Yine, “Ezanı duyan kişi, 'Kusursuz çağrının ve kılınacak
namazın sahibi olan Allah'ım! Muhammed'e (bizler için) aracılık ve üstünlükler ihsan et. Bir de onu, kendisine vaad ettiğin makâm-ı mahmûda ulaştır!' derse, kıyamet
gününde benim şefaatime kavuşur.” 57 buyurmuştur.
Hz. Peygamber, “Bir cenaze namazını Müslümanlardan yüz kişiye ulaşan bir topluluk kılıp ona (kendisinden razı oldukları yönünde) şefaat ederlerse Allah
kendilerine mutlaka şefaat izni verir.” 58 buyurmuştur. Bazı hadislerde bu bilgi, “Bir Müslüman ölür de şirk koşmayan kırk kimse onun namazını kılarsa Allah
onların cenaze hakkındaki şefaatlerini kabul eder.” 59 şeklinde rivayet edilerek cenaze namazlarında ölü için dua etmenin, onun iyi bir kimse olduğuna
şahitlikte bulunmanın bir tür şefaat addedileceği ve Allah katında karşılık bulacağı ifade edilmektedir. Bütün bu rivayetlerde ibadetlerin kişiye şefaatçi
olduğu vurgulanırken aynı zamanda şefaate müstahak olanların ibadetleri yerine getiren kimseler olduğuna işaret edilmektedir.
Şefaatte bulunması için izin verilenlerin temel vasfı, iman, ihlâs, tam bir teslimiyet, itaat ve güzel amellerle Yüce Yaratıcı nazarında saygın bir konumda
olmaktır. O hâlde öncelikle azaptan kurtularak şefaate nail olmak,

sonra da bir başka müminin kurtuluşu için Allah katında yer edinebilmek, bu niteliklere sahip olmakla mümkündür. Dolayısıyla hiç kimsenin sonsuz
hayata dair ümidini şefaate bağlayarak bu dünyada üzerine düşen vazifeleri görmezden gelme ya da ihmal etme gibi bir eğilimi olmamalıdır. Rivayetlere
göre günahkârlar dünyada işledikleri hataların cezasını çektikten sonra şefaat olunup ebedî olarak cehennemde kalmaktan kurtulacaklardır. 60 Bu temelden
hareketle âhirette şefaate hak kazanmak için dünyada kötülüklerden sakınmak, hayırlı işler ve güzel davranışlar sergilemek gerekir.
Yaratılışı itibariyle zayıf olan insan, 61 daha dünyaya geldiği ilk günden ölümüne kadar başkalarının yardımına ihtiyaç hisseder. İnsanların farklı yaratılmış
olmalarının hikmeti de zaten birbirlerinin eksiklerini tamamlayıp birbirlerine yardımcı olmalarıdır. Bu yüzden insan, âciz kaldığı, gücünün yetmediği her
işte bir başkasının himmetini bekler. Bazen annesi olur yardım eden, bazen babası. Bazen de aracılar sayesinde başkalarından yardım bekler. Dünyevî
anlamıyla şefaat, kişinin hak ettiğini elde edememesi veya kaybolmasından endişe ettiği haklar için söz konusu olabilir. Aksi takdirde hak etmediğini elde
etmek veya başkasına ait olan hakları gasp etmek için başvurulan bir şefaat talebi makbul değildir. “Kim iyi bir işe şefaatçi olursa onun da o işten bir nasibi olur.
Kim kötü bir işe şefaatçi olursa onun da ondan bir payı olur. Allah her şeyin karşılığını vericidir.” 62 Peygamber Efendimiz de bu anlamda, “(Hayırlı işlerde) Aracı/
şefaatçi olunuz ki mükâfata erişesiniz.” 63 buyurmuştu. Nitekim Allah Resûlü Muğîs isimli bir kölenin kendisine gelip boşanmak isteyen hanımı Berîre'yi ikna
etmesi için aracı olma isteğini kabul etmiş ve uzlaşmaları için teşebbüste bulunmuştu. 64 Öte taraftan Allah Resûlü hak gaspı, cezaların kaldırılması gibi
haksızlık üzerine yapılan aracılıklara/şefaatlere de sert bir şekilde karşı çıkmıştı. Çok sevdiği Üsâme b. Zeyd'in Kureyş'in ileri gelen kadınlarından birinin
hırsızlık cezasının kaldırılması için aracı olması üzerine, yüzünün rengi değişen Peygamber Efendimiz, “Allah'ın hükümlerinden bir hüküm için aracı mı
oluyorsun?” 65 buyurarak bu talebi kesin bir dille reddetmişti.
Sonuç olarak inkârcı ve müşrikler için şefaatin söz konusu olamayacağı, şefaat yetkisinin sadece Allah tarafından verilebileceği, özellikle Peygamber
Efendimizin ve dilediği diğer peygamberler, melekler, şehitler ve bazı salih kullarının şefaat etmesine Allah'ın rıza göstereceği âyet ve hadislerden
anlaşılmaktadır. İnananların bağışlanması için gerçekleşecek


olan şefaat, sorumlulukları ortadan kaldıran karşılıksız bir bağışlama değildir. Bu tıpkı Allah'ın rahmet ve mağfiretiyle günah işlemiş ancak şirke
bulaşmamış kullarını bağışlaması veya dua ve tazarruda bulunanları bağışlaması gibidir. Şefaat, amel işleyenler ile işlemeyenlerin eşit olduğu veya amel
işlenmeden de insanların cennete girebilecekleri anlamında da değerlendirilmemelidir. Aksine İslâm'da tevhid, ibadet ve salih amellerin istenilen şekilde
yerine getirilmesi öngörülmüş, ancak bunlar yerine getirilirken ümitsizliğe kapılmamak, Allah'ın rahmet, mağfiret ve şefaatine güvenmek gerektiğine işaret
edilmiştir.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

EN ÇOK İLGİ GÖRENLER

HADİSLERLE İSLAM ANA MENÜ

HADİSLERLE İSLAM ANA MENÜ HADİSLERLE İSLAM CİLT 1 HADİSLERLE İSLAM CİLT 2 HADİSLERLE İSLAM CİLT 3 HADİSLERLE İSLAM CİLT 4 HA...