yukarı kaydırma oku

YAZI KOPYALAMA ENGELİ

sağtuş engeli

ANA MENÜ

HASBİLİK HER DURUMDA ALLAHIN RIZASINI GÖZETMEK

HASBİLİK HER DURUMDA ALLAHIN RIZASINI GÖZETMEK

(Muâviye'nin kendisinden tavsiye talep etmesi üzerine)…
Hz. Âişe (ra) Muâviye'ye şöyle bir mektup yazdı:
“Allah'ın selâmı üzerine olsun. Ben Resûlullah'ı (sav) şöyle buyururken işittim: 'Kim, (bir konuda) insanlar kendisine buğzetse dahi, (o konuda) Allah'ın rızasını
ararsa, Allah da insanların vereceği sıkıntıdan onu kurtarır. Kim de Allah'ın hoşnut olmayacağı (bir konuda) insanların beğenisini elde etmek isterse, Allah onu o
insanlar(ın insafın)a terk eder.'”
(T2414 Tirmizî, Zühd, 64)


***

Ebû Ümâme el-Bâhilî'nin naklettiğine göre,... Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “...Allah ancak samimiyetle ve kendi rızası gözetilerek yapılan işleri kabul
eder.”
(N3142 Nesâî, Cihâd, 24)


***

Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Yüce Allah buyuruyor ki, 'Oruç benim içindir. Onun mükâfatını ben veririm.
(Çünkü oruç tutan kimse) nefsî arzularını, yemeyi ve içmeyi sadece benim için terk ediyor...'”
(B7492 Buhârî, Tevhîd, 35)


***

Ebû Ümâme'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Kim Allah için sever, Allah için nefret eder, Allah için verir, Allah için (kötülüklere)
engel olursa, imanını kemale erdirmiş olur.”
(D4681 Ebû Dâvûd, Sünne, 15)


***

Ümmü Seleme'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Birinizin başına bir musibet/acı bir şey geldiği zaman, 'Biz Allah'a aidiz ve biz
O'na döneceğiz. Allah'ım! Başıma gelen musibetin/acının mükâfatını senden bekliyorum, bundan dolayı bana ecir ihsan et, benim için onu daha hayırlısıyla değiştir.'
desin.”
(D3119 Ebû Dâvûd, Cenâiz, 17-18; M2127 Müslim, Cenâiz, 4


************************


Allah'ın sevgisine mazhar olmaktan daha güzel bir şey olabilir mi! Bir insanın, Allah'ın sevgisini elde etmesini sağlayan ulvî duygu ve davranış nedir ve bu
nasıl elde edilir? Allah Resûlü'nün dilinde bu üstün duygu ve davranış, “hasbîlik”ten başka bir şey değildir. Nitekim Peygamber Efendimiz (sav) şöyle
anlatıyor: “Adamın biri, başka bir köyde yaşayan kardeşini ziyaret etmek için bir gün evinden çıktı, yola koyuldu. Derken Yüce Allah onun yoluna bir melek çıkardı.
Melek, 'Nereye gidiyorsun?' diye sordu. Adam, 'Falancayı ziyarete.' diye cevapladı. Melek, 'Yakının olduğu için mi?' diye sordu. Adam, 'Hayır.' deyince, melek,
'Peki, ona bir iyilik borcun mu var?' diye sordu. Adam yine, 'Hayır.' dedi. Melek, 'O hâlde ona niye gidiyorsun?' diye sorunca adam, 'Ben onu, izzet ve celâl sahibi
Allah için seviyorum da ondan.'” diye cevap verdi. Bunun üzerine melek şöyle dedi: 'Ben, o kişiyi Allah için sevmenden dolayı, izzet ve celâl sahibi Allah'ın da seni
sevdiğini (bildirmek üzere) Allah'ın (cc) (gönderdiği) bir elçisiyim.” 1
“Güzel davranışlarda dünyevî bir karşılık beklemeden, sadece Allah rızasını gözetmek.” mânâsına gelen hasbîlik, zor ve sıkıntılı durumlarda Allah'ın
kendisine yardımcı olarak kâfi geleceğini bilmek, bu bilinçle gösterilen sabır karşılığında Allah'ın ecrini ummak demektir. Başka bir ifadeyle “hasbîlik”, her
türlü şahsî çıkar ve menfaatten uzak durulması, her işin, gönüllü olarak ve yalnız Allah için, O'nun hoşnutluğunun elde edilmesi için yapılmasıdır. Buna
göre gerçek anlamda hasbî olan bir mümin, Allah için en büyük fedakârlığı göstermeye hazırdır. Müminin Allah yolunda feda edebileceği en kıymetli varlığı
şüphesiz ki canıdır. Hz. Âişe'nin yeğeni olan Urve b. Zübeyr'in, zorlu Tebük günü şiddetli sıcağa rağmen Allah Resûlu'nün talimatı üzerine hiç tereddüt
etmeden Şam'a doğru yola çıkan müminlere “hisbe ehli” 2 demesi bundandır. Bu yüzdendir ki Hz. Ömer, şehidi, “canını Allah yolunda feda eden kimse
(ihtesebe)” olarak tanımlamıştır. 3
Sırf Allah Teâlâ'nın rızasını gözeten ve O'nun hoşnut olduğu amellere yönelen bir Müslüman, çevresine şirin görünme kaygısı taşımaz. Hatta bazı insanlar
hoşlanmasa da o, Allah'ın hoşnutluğunu esas alır. Bu durumda Cenâb-ı Hak elbette onu zor durumda bırakmaz. Nitekim Peygamber Efendimiz, 'Kim (bir
konuda) insanlar kendisine buğzetse dahi, (o konuda) Allah'ın rızasını ararsa, Allah da insanların vereceği sıkıntıdan onu


kurtarır. Kim de Allah'ın hoşnut olmayacağı (bir konuda) insanların beğenisini elde etmek isterse, Allah onu o insanlar(ın insafın)a terk eder.' 4 buyurmaktadır.
Unutmamak gerekir ki Allah rızası için bir şey yapanı insanlar da sever ve metheder. İnsanların bu iltifatı ise mümine cenneti dünyadayken müjdeleyen bir
mükâfattır. 5
Birçok âyet ve hadiste, “dini Allah'a has kılarak (ihlâs ile) kulluk yapılması” 6 yani ibadet ve amellerin gösterişten, riyadan uzak tutulması emredildiğine göre,
hasbî davranan için en büyük karşılık cennet ve nimetlerinden önce Rabbin rızasıdır. Bir hadiste, “Niyeti olmayanın ameli nasıl makbul değilse, burada Allah
rızası için olmayan (karşılığı Allah'tan beklenmeyen) amelin de sevabı yoktur.” buyrulmaktadır. 7 Allah'ın rızasının her şeyden üstün olduğu Kur'an'da şöyle ifade
edilmektedir: “Allah, mümin erkeklere ve mümin kadınlara, içinde ebedî kalmak üzere altından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vaad
etti. Allah'ın rızası ise hepsinden büyüktür. İşte büyük kurtuluş budur.” 8 Buna mukabil, Allah'ın hoşnutluğunun gözetilmemesinin hazin sonunu yine O'nun
âyetlerinden okuyalım: “Allah'ın hoşnutluğunu gözetenle Allah'ın gazabına uğrayan bir olur mu hiç? Sonuncusunun yeri cehennemdir. Cehennem ise, ne kötü bir varış
yeridir” 9
İnananları en yüce mertebeye, Allah'ın rızasına ulaştıran hasbîlik, insanları Allah'a davet uğrunda büyük sıkıntılara maruz kalan birçok peygamberin dilinde
en değerli ifadesini bulmuştur: “Buna (tebliğ görevime) karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ecrimi verecek olan, ancak âlemlerin Rabbidir.” 10 Yine
Rahmet Elçisi'ne (sav), “Şüphesiz benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm hepsi âlemlerin Rabbi Allah içindir.” 11 demeyi telkin eden ilâhî öğüt de
hasbîliğin en güzel özetidir.
Gerçek anlamda hasbî olan insan, hem toplum içinde, hem de yalnız başına kaldığı zamanlarda her işinde ilâhî rızayı dikkate alır ve Allah Resûlü'nün şu
sözünü düstur edinir:“...Allah ancak samimiyetle ve kendi rızası gözetilerek yapılan işleri kabul eder.” 12 Nitekim Sevgili Peygamberimiz, bu çerçevede, sadece
sürüsüyle ve tabiatla baş başa olduğu hâlde namazını ihmal etmeyip güzelce eda eden bir çobanın mazhar olduğu ilâhî iltifatı şöyle dile getirmektedir:
“Rabbiniz der ki; 'Şu kuluma bir bakın! Sırf benden sakınarak ezanını okuyup namazını kılıyor, ben de onu affettim ve cennetime koydum.'” 13 Allah Resûlü bir
başka hadisinde de, “Müslüman bir kul Allah'ın rızasını umarak namaz kılarsa, tıpkı ağaçtan yaprakların döküldüğü gibi günahları dökülür.” buyurmaktadır. 14
Sadece “Allah için” olduktan sonra, namazın

kendisi gibi, uğruna atılan adımlar da büyük bir ecir kaynağıdır. Yeter ki bu adımlar ilâhî rızayı kazanma amacıyla atılsın. Übey b. Kâ'b, evi Mescid-i Nebî'ye
uzak olmasına rağmen Resûlullah (sav) ile birlikte kılınan hiçbir namazı kaçırmayan ensardan bir zâtın durumuna üzüldüklerini ve bu yüzden sıcak
havalarda ve karanlıkta mescide rahat gelebilmesi için bir merkep satın almasını tavsiye ettiklerini söyler. Adamın, “Vallahi, evimin mescide yakın olmasını
istemem!” karşılığını vermesi üzerine Übey b. Kâ'b durumu Hz. Peygamber'e iletir. Medineli sahâbî, Resûlullah'a evinin mescide yakın olmasını istemediğini
söylerken şu gerekçeyi dile getirir: “Mescide giderken ve ailemin yanına dönerken attığım her adım karşılığında Allah'tan ecir ve sevap umuyorum.” Bunun
üzerine Nebî (sav), “Allah bütün bunları sana verdi. 15 Hakikaten, hesap ettiğin (Allah'tan umduğun) şey senindir.” buyurur. 16 Gerçekten de hasbî olunduktan
sonra her amelin Allah katında bir karşılığı vardır. Peygamberimizin müjdesine göre, müminin, karşılığını sadece Allah'tan bekleyerek yaptığı bir hasta
ziyareti onu cehennemden fersah fersah uzaklaştırırken, 17 bakmakla yükümlü olduğu ailesi için sevabını Allah'tan umarak yaptığı harcamalar, kendisi için
birer “sadaka” olarak değerlendirilecektir. 18
Bazı ibadetler vardır ki onlarda gösterişe mahal yoktur. Hasbîliğin en bariz şekilde ifadesini bulduğu bu ibadetlerin başında oruç gelmektedir. Zira
oruçlunun, tenhada bir bardak su içmesine veya gizlice gidip bir şeyler yemesine kimse engel olamaz. Ancak o, aç da kalsa susuz da kalsa buna sırf Rabbi
için katlanır. Burada gösterişe yol açabilecek bir husus da yoktur. Çünkü oruçlunun ne kadar aç ve susuz olduğunu sadece Allah bilir. Bu yüzdendir ki,
Yüce Allah, “Oruç benim içindir. Onun mükâfatını ben veririm. (Çünkü oruç tutan kimse) nefsî arzularını, yemeyi ve içmeyi sırf benim için terk eder...” 19
buyurmaktadır. Ayrıca Hz. Resûl (sav), “Her kim inanarak ve karşılığını Allah'tan bekleyerek (ihtisâben) Ramazan orucunu tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır.” 20
buyurarak oruçluyu müjdelemektedir.
Başta namaz ve oruç olmak üzere her ibadetin “kulluk bilinciyle” yerine getirilmesi hasbîlik esasına dayanır. Ancak bazı amellerde hasbîliğin önemi daha da
artmaktadır. Örneğin Peygamber Efendimiz, sağ elinin verdiğini sol eli bilmeyecek derecede yardımlaşma hususunda gizliliğe riayet edenleri Allah Teâlâ'nın
mükâfatlandıracağını bildirmektedir. 21 Resûlullah'ın (sav) verdiği bu mesaj, hayırda yarışın, zaman zaman “isim yapma” ve “etiket” yarışına dönüştüğü
günümüzde ayrı bir önem arz etmektedir.

Reklam ve rant kaygısı taşıyan hayırların, sözde hayır sahibine mânevî açıdan neler kaybettireceğini açıklamaya gerek yoktur. Şu hâlde gerçekten iyilik
yapmak isteyen birisi, bunu hiç kimseye duyurmadan yapmanın yollarını pekâlâ bulabilir. Tıpkı ensardan bazı hayırsever Müslümanların Medine'de
Peygamber'in rahle-i tedrisinde eğitim gören Suffe ashâbı için bahçelerinden topladıkları hurmaları getirip Mescid-i Nebî'nin duvarına asmaları 22
örneğinde olduğu gibi, Allah rızası için muhtaçlara yardım etmek isteyenler, topluma ifşa etmeden bunu yapmanın yollarını aramalıdır. Elbette açık da olsa
gizli de olsa yapılan hayırların karşılığı Allah katındadır. 23 Hasbî olmak, her şeyden önce içten olmayı gerektirdiğine göre ticarî veya siyasî gayelerle,
dünyevî amaçlarla yapılan hayırların Allah nezdinde bir değerinin olmayacağı açıktır. İyi niyetli bazı hayırseverlerin, yaptıkları hayırları, reklam amacı
taşımaksızın topluma duyurmasında ise, iyiliğe teşvik edici bir unsur olması bakımından bir sakınca olmadığını da burada belirtmekte yarar vardır.
Müslüman'ın yerine getirdiği ibadetlerin Allah nezdinde bir değer ifade etmesi, bir başka deyişle “sevabı hak etmesi” elbette hasbî olmasına bağlıdır.
Hasbîlik, ibadetlerimizin veya ahlâkî davranışlarımızın yanında duygularımızda da esas almamız gereken bir tutumdur. Zaten hasbî olma duygusuna sahip
bir mümin, her fırsatta Allah'ın hoşnutluğunu elde etmek için fırsat kollar. Allah'ın sevgisini kazanmayı temel gaye edindiğinden ve sergilediği güzel
davranışlar sırf “Allah için” olduğundan, iman onun için bir huzur kaynağı olur. Bu yüzdendir ki, Allah'ın adını anarak isteyen kimseye vermeyi
Müslümanlara tavsiye eden Sevgili Resûlü, 24 “Kim Allah için sever, Allah için nefret eder, Allah için verir, Allah için (bir kötülüğe) engel olursa, imanını kemale
erdirmiş olur.” 25 buyurmuştur. O hâlde verdiğinde de vermediğinde de sadece Rabbin rızasını gözetenler, olgun bir imana sahip olabilecek; mümin,
sevgisini de nefretini de Allah'ın rızasına göre şekillendirdiğinde inancın lezzetini tadabilecektir. 26 Bu nedenle hasbî olanlar, insanları severken dünyevî bir
menfaat veya karşılık beklemezler. Zira Nebî'nin (sav) ifadesiyle: “İman, bir kişiyi soylu biri olmasa dahi sadece Allah için sevebilmektir.” Mümin bunu
yapabildiği takdirde tıpkı sıcak bir yaz gününde susuz kalmış kişinin suya hasret olması gibi iman sevgisini kalbinde hisseder. 27 Onlar, bu tutumlarının
karşılığı olarak dünyadayken elde ettikleri imanın lezzeti yanında âhirette de peygamberler ve şehitlerle birlikte olacaklardır. Efendimiz (sav) bu
kimselerden şöyle bahseder:

“Onlar, kimsesiz ve farklı kabilelerden olan bazı kişilerdir ki, aralarında yakın akrabalık durumu olmadığı hâlde birbirlerini Allah için severler, birbirlerine
samimi/dürüst davranırlar.” 28
Yalnızca Allah'ın sevgisini kazanmak üzere salih amel işlemeyi veya ibadetlerde sadece O'nun hoşnutluğunu elde etme niyetini ifade eden hasbîliğin bir
başka boyutu da müminin zorluklar karşısındaki duruşunda kendini gösterir. Şöyle ki hasbî olan mümin, bir musibetle karşı karşıya kaldığında bunun bir
imtihan olduğunu ve Allah'ın bilgisi ve takdiri dâhilinde gerçekleştiğini, buna sabrettiği takdirde de ödüllendirileceğini bilir. Bu durumda hasbîlik, sabrı,
kuru bir teslimiyetten çıkarıp erdemli bir duruşa dönüştüren duygudur. Diğer bir ifadeyle hasbîlik, Allah katında bir karşılığı olduğunu bilerek
sabretmektir. İlâhî imtihan gereği açlık, korku, can ve mal kaybı gibi çeşitli sıkıntılara maruz kalıp gösterdikleri sabır karşılığında cennetle müjdelenen
müminlere rahmet kapılarını açan şey, başlarına bir bela ve musibet geldiğinde, “Biz Allah'a aidiz, yine O'na döneceğiz.” diyerek Yüce Yaratıcı'nın takdirinin
her şeyin üstünde olduğunu kabul etmeleridir. 29 Nitekim Nebî (sav) bir musibetle karşılaşan mümine bu âyeti okuduktan sonra şu duayı yapmasını
öğütlemiştir: “...Allah'ım! başıma gelen musibetin/acının mükâfatını senden bekliyorum, bundan dolayı bana ecir ihsan et, benim için onu daha hayırlısıyla değiştir.'
30
Müslüman, hastalık ve ölüm gibi hayatın acı ve hüzün verici gerçekleriyle karşılaştığında sabrederek ve hasbî bir tutum sergileyerek hem inancını muhafaza
eder, hem de acılarına karşı daha dirençli olur. Rahmet Peygamberi, kendisine birini göndererek oğlunun ölmek üzere olduğunu haber veren kızı Zeyneb'e,
bir aracı vasıtasıyla şu nasihatte bulunmuştu: “Allah'ın aldığı da verdiği de O'nundur. O'nun nezdinde her şeyin süresi belirlenmiştir. (Kızıma) söyle, sabretsin ve bu
sabrının Allah katında bir karşılığı olduğunu bilsin.” 31 Yüce Allah kulunun zorluklar karşısındaki bu hasbî tutumunu âhirette elbette karşılıksız
bırakmayacaktır. Allah Resûlü tam da bu noktada, yakalandığı veba hastalığına hasbî bir ruh hâliyle sabrederken vefat eden müminin şehit sevabı alacağını
belirtmiş, 32 ailesinden en sevdiği kişilerden birini kaybettikten sonra buna sabrederek ecrini Allah'tan isteyen kişinin 33 ve görme yeteneğini yitirdikten
sonraAllah katında bir karşılığı olduğunu bilerek bu duruma sabreden mümin kulların 34 cennetle mükâfatlandırılacağını ifade etmiştir. Nitekim bir gün
Allah Resûlü, Enes b. Mâlik ile birlikte gözlerinden aşırı derecede rahatsız olan Medineli


sahâbî Zeyd b. Erkam'ı ziyaret eder. Resûlullah (sav), gözlerinden şikayet etmekte olan Zeyd'e, “Gözlerine bir şey olursa ne yaparsın?” diye sorar. Zeyd,
“Karşılığını Allah'tan umarak sabrederim.” cevabını verir. Bunun üzerine Efendimiz (sav), böyle davrandığı takdirde, günahsız olarak Rabbine
kavuşacağını 35 Zeyd'e müjdeler.
Hâsılı, bütün insanlar nihayetinde Allah'a döneceklerine 36 göre, mümin insan, hoşnutluğunu ve sevgisini kazanmış olarak O'na kavuşmayı 37 ümit
etmelidir. Müslüman, hayatı boyunca huzurlu bir şekilde Rahmân'a kavuşmanın hesaplarını yapmalı ve davranışlarının “Allah için” olmasını prensip hâline
getirmelidir. İnsanları severken de onlara iyilik yaparken de kısacası bütün güzel duygu ve davranışlarında maddî bir karşılık elde etme veya birilerine şirin
görünme kaygısı taşımamalıdır. Yaptığı hiçbir iyiliğin boşa gitmeyeceğinin bilincinde olan mümin, hastalık, ölüm gibi musibetlerle karşı karşıya kaldığı zor
anlarda göstereceği sabrın da Allah katında mükâfatının olacağını unutmamalıdır.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

EN ÇOK İLGİ GÖRENLER

HADİSLERLE İSLAM ANA MENÜ

HADİSLERLE İSLAM ANA MENÜ HADİSLERLE İSLAM CİLT 1 HADİSLERLE İSLAM CİLT 2 HADİSLERLE İSLAM CİLT 3 HADİSLERLE İSLAM CİLT 4 HA...