yukarı kaydırma oku

YAZI KOPYALAMA ENGELİ

sağtuş engeli

ANA MENÜ

HZ. PEYGAMBER SAYGIYA EN LAYIK İNSANDIR

HZ. PEYGAMBER SAYGIYA EN LAYIK İNSANDIR


Müminlerin annesi Hz. Âişe' anlatıyor:
… “Hatice, (Hz. Peygamber'e) şöyle demişti: “Hayır, Vallahi! Allah seni kesinlikle utandırmaz. Çünkü sen, akrabalık bağlarını sıkı tutar, doğru söz söyler,
bakıma muhtaç olan kimselere yardım eder, elinde avucunda olmayana verir, misafiri ağırlar ve haksızlığa uğrayanlara destek olursun…”
(B3 Buhârî, Bed'ü'l-vahy, 1)


***

İbn Abbâs (ra) anlatıyor: “'En yakın akrabanı uyar...' (Şuarâ, 26/214) âyeti inince, Resûlullah (sav) Safâ tepesine çıktı... Ardından şöyle dedi: 'Ne dersiniz,
size şu dağın arkasından (sizinle savaşmak üzere düşman) atlılar geliyor diye haber versem bana inanır mıydınız?' diye sorunca onlar, 'Biz senin hiç yalan
söylediğini görmedik.' demişlerdi...”
(B4971 Buhârî, Tefsîr, (Leheb) 1)


***

Misver b. Mahreme ve Mervân'ın birbirlerinin sözünü doğrulayarak naklettikleri habere göre… (Kureyş'in ileri gelenlerinden) Urve (b. Mes'ûd) (Hudeybiye
görüşmelerinden dönüşte) Kureyşlilere şöyle demişti: “Ey kavmim! Vallahi, ben birçok kralın huzuruna çıktım; heyet olarak Kayser'e, Kisrâ'ya ve Necâşî'ye
gittim. Vallahi, Muhammed'in ashâbının ona tazim ettiği kadar hiçbir krala adamlarının tazim ettiğini görmedim…”
(B2731 Buhârî, Şurût, 15)


**********************************


Kâbe tarihî süreç içerisinde çeşitli sebeplerden ötürü hasar görmüş ve her defasında, Mekke'deki kabileler tarafından onarılmıştı. Son olarak Cürhüm
kabilesinin tamir ettiği Kâbe, yağan yağmurlardan ve sellerden etkilenerek aşınmıştı. Resûlullah'ın mensup olduğu Kureyş kabilesi, Kâbe'yi yeniden
onarmaya karar vermişti. Her kabile ayrı ayrı taş toplamak suretiyle Hacerülesved'in konulacağı yere kadar Kâbe'nin duvarlarını örmüşler, sıra
Hacerülesved'in yerine konulmasına gelince kabileler arasında anlaşmazlık çıkmıştı. Neredeyse bu anlaşmazlık yüzünden aralarında savaş çıkacaktı. Hz.
İbrâhim tarafından, tavafın başlangıç noktasını belirlemek için yerleştirilen bu taşı yerine koyma şerefini kimseyle paylaşmak istemiyorlardı.
Abdüddâroğulları içi kan dolu bir kap getirmiş ve bu kabın içindeki kana ellerini sokmak suretiyle Adîoğulları ile ölümüne sözleşmişlerdi. Bu olay üzerine
Kureyş dört beş gün beklemiş, sonra Mescid-i Harâm'da toplanıp istişare etmişler ancak anlaşamamışlardı. En sonunda Kureyş'in en yaşlısı olan Ebû
Ümeyye b. Muğîre'nin teklifi üzerine Harem-i Şerîf'in kapısından ilk giren kişinin hakemliğini kabul etmek üzere anlaşmışlar ve gelecek olan kişiyi
beklemeye başlamışlardı. Harem-i Şerîf'in Benî Şeybe Kapısı'ndan ilk olarak kendisine el-Emîn (güvenilir kişi) lakabını verdikleri genç Muhammed (sav)
girmişti. Onu gördüklerinde, “Bu gelen, kendisini sevdiğimiz güvenilir (Emîn) kimsedir; bu, Muhammed'dir.” diyerek memnuniyetlerini ifade etmişlerdi.
Kendisine aralarındaki anlaşmazlığı anlatarak hakemlik etmesini istediklerinde Hz. Muhammed onların bu güvenlerini boşa çıkarmayacak ve herkesi
memnun edecek bir çözüm sundu. Hacerülesved'i ortaya serilen bir örtünün üzerine koydu ve her kabile bu örtünün bir ucundan tutarak taşı konulacağı
yere kaldırdı. Muhammedü'l-Emîn taşı örtünün üzerinden aldı ve yerine koydu. 1 Herkes bu duruma razı olmuş, kimseden bir itiraz gelmemişti. Aralarında
anlaşmazlığa sebep olan taşı Hz. Muhammed'in (sav) yerleştirmesine razı olmalarında onun toplumdaki itibarı da etkili olmuştur.
Câhiliye toplumunda insanı saygın kılan temel özelliklerin başında mensup olduğu kabilenin soylu oluşu gelmekle birlikte, kendisinin


güvenilir olması, akrabayı gözetmesi, cömertliği, güçsüzü koruması, yetimi kollaması, komşusuna iyilik yapması gibi ahlâkî erdemler de kişiye, toplumda
itibar ve saygınlık kazandırmakta idi. 2
Döneminin en soylu kabilelerinden 3 birine mensup olmasının yanında, sahip olduğu ahlâk ve üstün meziyetler Hz. Peygamber'i toplumda ayrıcalıklı hâle
getirmişti. Yetim büyüyen, çobanlık yapan, hayatını kazanmak için ticaretle uğraşan bir ismin bu derece saygın bir konuma sahip olması, elde ettiği itibar ve
saygı sadece kabilesinin soylu oluşuyla izah edilemezdi. Hacerülesved hakemliğinde görüldüğü gibi güvenilir oluşu, ona bu itibarı ve saygınlığı kazandıran
en önemli özelliğiydi. Nitekim o dönemde ticaretle uğraşan Hz. Hatice de dürüst ve güvenilir olmasından dolayı kervanında çalıştırmak üzere onu tercih
etmişti. Kendisiyle bir süre çalıştıktan sonra onu toplumda saygın bir yere oturtan bu ahlâkını yakından görme imkânına sahip olmuş ve hayran kalmıştı.
Ahlâkî değerlerin yozlaştığı bir dönemde Hz. Peygamber'in takdire şayan ahlâkını, bu değerleri unutmayan ve bunlara kıymet veren Hz. Hatice takdirle
karşılamış ve kendisine evlilik teklifi etmiştir.
Güzel ahlâkından dolayı onunla evlenen Hz. Hatice ilk vahyin tedirginliğini yaşayan Hz. Peygamber'i teselli ederken de bu değerlere vurgu yapmış ve
Allah'ın kendisini utandırmayacağını söylemişti: “Hayır, Vallahi! Allah seni kesinlikle utandırmaz. Çünkü sen, akrabalık bağlarını sıkı tutar, doğru söz
söyler, bakıma muhtaç olan kimselere yardım eder, elinde avucunda olmayana verir, misafiri ağırlar ve haksızlığa uğrayanlara destek olursun.” 4
Toplumda böyle önemli bir saygınlığı olan Peygamberimiz kendisine risâlet verilip de dinin emirlerini tebliğ etmeye başladığında çeşitli itirazlarla
karşılaşmıştı. Kendisine duyulan güven ve sahip olduğu saygın konum sebebiyle Mekkelilerin onun ahlâk ve şahsiyeti hakkında hiçbir endişeleri
olmamasına rağmen, yine de getirdiği öğretiye itiraz etmişlerdi. Şahsiyetinde var olan üstün değerleri inkâr edemeseler de 5 yeri gelmiş onu delilik, şairlik,
sihirbazlık, şaşkınlık ile suçlamışlardı. Oysa risâlet sonrası “En yakın akrabanı uyar.” 6 âyeti inince, Hz. Peygamber ilk olarak açıktan tebliğ etmek üzere bir
gün Safâ tepesine çıkıp bütün Kureyş'e seslenmiş ve toplandıklarında onlara, “Ne dersiniz, size şu dağın arkasından (sizinle savaşmak üzere düşman) atlılar
geliyor diye haber versem bana inanır mıydınız?” diye sorunca onlar, “Biz senin hiç yalan söylediğini görmedik.” demişlerdi. 7



Hz. Peygamber'e olan güvenlerini bu şekilde ifade etmelerine rağmen onun çağrısını kabullenmek işlerine gelmemişti. Nitekim Kur'an onların bu tavrını
şöyle tasvir etmekteydi: “Ey Muhammed! Biz çok iyi biliyoruz ki söyledikleri elbette seni incitiyor. Onlar gerçekte seni yalanlamıyorlar fakat o zalimler Allah'ın
âyetlerini inadına inkâr ediyorlar.” 8
Hz. Peygamber'in tebliğini etkisiz kılabilmek için öncelikle onun insanlar nezdindeki saygın konumunu zedelemeleri gerektiğini fark edince yeni söylemler
geliştirmeye çalıştılar: “Kâfirler, kendilerine içlerinden bir uyarıcının gelmesine şaştılar ve şöyle dediler: 'Bu, yalancı bir sihirbazdır. İlâhları bir tek ilâh mı yaptı?
Gerçekten bu çok tuhaf bir şey!' İçlerinden ileri gelenler, 'Gidin, ilâhlarınıza tapmaya devam edin. İşte bu istenen şeydir. Biz bunu son dinde (en son dinî inanışlarda)
duymadık. Bu ancak bir uydurmadır. O zikir (Kur'an) içimizden ona mı indirildi?' diyerek kalkıp gittiler. Hayır, onlar benim zikrimden (Kur'an'dan) şüphe içindedirler.
Hayır, henüz azabımı tatmadılar.” 9
Rum kralı Hirakl, ticaret için Şam'a gelen Ebû Süfyân ve arkadaşlarını, peygamberliğini ilân eden kişi hakkında bilgi almak üzere sarayına davet etmişti.
Henüz Müslüman olmayan Ebû Süfyân'ın Hz. Peygamber'le ilgili yaptığı şu itiraf, aslında müşriklerin Allah Resûlü'nün saygınlığını inkâr edemediklerinin
açıkça dile getirilmesinden başka bir şey değildi: “Vallahi, yalancılıkla itham edilmekten korkmasaydım, onun (Peygamber'in) hakkında yalan ithamlarla
ileri geri konuşacaktım.” Aralarında geçen konuşmada Hirakl'ın Hz. Peygamber'le ilgili olarak, “Hiç anlaşmaya ihanet ettiği oldu mu?” sorusuna “Hayır! O
yaptığı anlaşmaya ihanet etmez ancak biz şimdi onunla bir süreliğine ateşkes yaptık. Bu süre içinde ne yapacağını bilmiyoruz.” şeklinde cevap vermişti.
Ardından Ebû Süfyân'ın bu cevabıyla ilgili olarak, “Onunla ilgili olumsuz bir söz olarak, konuşmama ancak bu sû-i zannımı sokuşturabildim.” şeklindeki
kendi itirafı da oldukça dikkat çekicidir. 10
Ebû Süfyân'ın sözünü ettiği ateşkes, Hudeybiye Antlaşması'dır. Müşriklerle Müslümanlar arasında yapılan bu antlaşmanın maddelerinden biri, müşrikler
tarafından Müslüman olup da Müslümanların yanına giden biri olursa müşriklere geri iade edileceğine dairdi. Bu antlaşma yapılmış fakat henüz tamamlanıp
imzalanmamıştı. Tam bu sırada, Müslüman olduktan sonra müşriklerin eziyetleriyle karşılaşan ve ayaklarından zincirlenerek hapsedilen Ebû Cendel
kaçarak Müslümanlara sığınmıştı. Ebû Cendel müşriklerin antlaşma imzalamak üzere gönderdiği elçi Süheyl b. Amr'ın oğlu idi.

Süheyl antlaşma gereği Resûlullah'tan oğlunu iade etmesini istedi. Daha antlaşma imzalanmamış olmasına rağmen Allah Resûlü sözünden dönmedi ve Ebû
Cendel'i iade etti. 11 Bu olay, Ebû Süfyân'ın ateşkes sürecinde Hz. Peygamber'in tavrının belli olmadığıyla ilgili dile getirdiği sû-i zannının da yersizliğini
gösteriyordu.
Hz. Peygamber'in bu saygın ve itibarlı konumu sadece müşriklerce değil Yahudi ve Hıristiyanlar arasında da kabul gören bir durumdu. Hz. Peygamber
Medine'ye vardığında, onu görmeye gelen Yahudi bilginlerinden Abdullah b. Selâm, onunla görüştükten sonra “Resûlullah'ın yüzünü gördüğümde hemen
anladım ki onun yüzü, bir yalancı yüzü değildir.” 12 demişti. Hz. Peygamber'in saygınlığını, onun yüz ifadelerinden okuyan ve etkilenen bu bilge zât çok
geçmeden İslâm'ı seçmişti. Yine Yahudilerin kendi meselelerinde hakemlik etmesi için Hz. Peygamber'e başvurmaları da ona olan güvenlerini ortaya
koyması açısından zikre değerdi. 13
Resûlullah'a gelen vahiyler de onun Allah nezdindeki ayrıcalıklı durumuna vurgu yapmaktaydı. Toplumda zaten var olan saygınlığı, peygamberlik
sonrasında Allah katındaki değerini vurgulayan âyetlerle güçlendirilmişti. Kur'an'ın bu vurgusu, Hz. Peygamber'i inananların nazarında daha da yüceltmişti.
Müslümanların, Allah'ın ve Peygamberi'nin önüne geçmeme konusunda uyarılmaları, 14 onun yanında yüksek sesle konuşmamalarının emredilmesi, 15
onun herhangi biri olmayıp Allah'ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusu olduğunun vurgulanması, 16 Allah'a itaatin yanında Resûlü'ne itaatin
emredilmesi, 17 kendisine tâbi olunması hâlinde bunun Allah'ın sevgisini kazanmaya vesile olacağının belirtilmesi, 18 anlaşmazlığa düştüklerinde onu
hakem tayin edip verdiği kararı itiraz etmeksizin uygulamalarının istenmesi, 19 peygamberi her şeyden ve herkesten çok sevmenin imanla
ilişkilendirilmesi 20 muhatapları nazarında onun ağırlığını ve saygınlığını pekiştirmişti. Böylece Cenâb-ı Allah kendi nezdinde saygın bir konum bahşettiği
peygamberinin bu durumunu Müslümanların kalbine de yerleştirmişti.
İslâm'ın Hz. Peygamber için öngördüğü bu saygınlık sahâbenin onunla olan ilişkilerini şekillendirmişti. Sahâbenin Resûlullah'la olan konuşmalarında
kullandıkları, “Anam babam sana feda olsun!” cümlesi ona olan bağlılıklarının, Resûlullah kendilerine bir şey sorduğunda söyledikleri, “Allah ve Resûlü
daha iyi bilir.” cevabı ise Allah ve Resûlü'ne olan saygı ve teslimiyetlerinin bir ifadesiydi. Bu bağlamda Allah Resûlü'nün getirdiği


ilâhî emirlere itaat ve iman eden sahâbe ona karşı saygısız davranışlarda bulunmaktan kaçındıkları gibi bazı bedevîlerin kaba davranışlarına da müdahale
etmek istemişlerdi. 21 Zira Kur'an'ın Allah ve Resûlü'nü incitenlerle ilgili şu uyarısı onların zihinlerinde çok canlıydı: “Allah ve Resûlü'nü incitenlere Allah,
dünyada ve âhirette lânet etmiş ve onlar için aşağılayıcı bir azap hazırlamıştır.” 22
Kureyş'in ileri gelenlerinden Urve b. Mes'ûd'un, Hudeybiye görüşmeleri dönüşünde Resûlullah'la ilgili olarak Kureyşlilere, “Ey kavmim! Vallahi, ben birçok
kralın huzuruna çıktım; heyet olarak Kayser'e, Kisrâ'ya ve Necâşî'ye gittim. Vallahi, Muhammed'in ashâbının ona tazim ettiği kadar hiçbir krala adamlarının
tazim ettiğini görmedim.” 23 şeklindeki beyanı da muhatapları nazarında Resûlullah'ın saygınlığının açık bir ifadesidir. Bununla birlikte Resûlullah gerek
kendisine inananlar, gerekse inanmayanlar nazarındaki bu saygın ve itibarlı konumunu hiçbir zaman gurur ve kibir vesilesi yapmamıştır. Aksine müminleri
yanlış anlamalara ve uygulamalara sebep olabilecek saygı gösterileri ve davranışlardan uzak durmaları konusunda özellikle uyarmıştır. 24
Sahâbe'nin Hz. Peygamber'e olan bu sevgi ve saygısı ona salavât getirmeyi salık veren Kur'an âyetleri ve nebevî öğretiyle de pekiştirilmiştir. Kur'an'da,
“Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber'e salât ediyorlar. Ey iman edenler! Siz de ona salât edin ve tam bir teslimiyetle selâm edin.” 25 buyrulur. Peygamberimiz de
“Kıyamet günü insanların bana en yakın olacak olanı, bana en çok salavât getirenidir.”, 26 “Bana salavât getiriniz. Çünkü nerede olursanız olun, sizin salavâtınız bana
ulaşır.” 27 diyerek kendisine salavât getirmelerini Müslümanlara öğütlemiştir. Zira salavât sadece Hz. Peygamber'i anmak ya da ona dua etmek değildir. Onu
yâd etmeye, dolayısıyla onun öğretilerini ve sünnetini hatırlamaya bir vesiledir. Peygamberi'ne salavât getiren müminler sadece onu hatırlamakla
yetinmemeli hayatını onun öğretileri doğrultusunda şekillendirmeli ona lâyık ümmet olmaya çalışmalıdırlar. Bu bağlamda sahâbeden sonraki nesillerin de
ona salavât getirmesi ve onu anması, Hz. Peygamber'in manevî saygınlığının, otoritesinin ve ümmetiyle olan sıkı ilişkisinin devamını sağlaması açısından
önem arz etmektedir.
Cenâb-ı Allah Son Peygamber'ine diğer peygamberler arasında da saygın bir konum bahşetmiştir. Onlardan kendilerine verdiği kitap ve hikmetten sonra
bunları doğrulayıcı olarak göndereceği Peygamberi'ne iman edeceklerine dair söz almıştır. 28 Müminlerden ise kendi peygamberlerine


iman ettikleri gibi Allah'ın diğer bütün peygamberlerine de aralarında ayrım yapmaksızın iman etmelerini istemiştir. 29 Bu nedenle Müslümanlar nazarında
bütün peygamberler saygındır. Bütün Müslümanlar kendi peygamberlerine iman ettikleri gibi bu peygamberlere de iman eder ve aynı şekilde en ufak bir
saygısızlık yapmaktan da sakınırlar.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

EN ÇOK İLGİ GÖRENLER

HADİSLERLE İSLAM ANA MENÜ

HADİSLERLE İSLAM ANA MENÜ HADİSLERLE İSLAM CİLT 1 HADİSLERLE İSLAM CİLT 2 HADİSLERLE İSLAM CİLT 3 HADİSLERLE İSLAM CİLT 4 HA...