ALAY ETMEK BELKİDE ALAY EDİLEN DAHA HAYIRLIDIR
Hz. Âişe'nin naklettiğine göre,
Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:
“Karşılığında bana dünyayı verseler bile, kimsenin taklidini yapmam; bundan asla hoşlanmam.”
(T2503 Tirmizî, Sıfatü'l-kıyâme, 51)
***
Vâsile b. Eska'nın naklettiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Kardeşinin başına gelen bir şeye sevinip gülme. Sonra Allah ona merhamet edip seni (o
şeyle) imtihan eder.”
(T2506 Tirmizî, Sıfatü'l-kıyâme, 54)
***
Hz. Âişe anlatıyor: “(Bir seferinde boyunun kısa oluşunu kastederek Hz. Peygamber'e) 'Ey Allah'ın Resûlü! Safiyye şöyle bir kadındır.' dedim. Bunun üzerine
Resûlullah (sav) şöyle buyurdu: 'Öyle bir söz ettin ki; o söz, şayet denize karışmış olsaydı denizin suyunu bile bozardı.' ”
(T2502 Tirmizî, Sıfatü'l-kıyâme, 51)
***
Ebû Hüreyre'nin naklettiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “…Müslüman kardeşini küçük görmesi, kişiye kötülük olarak yeter…”
(M6541 Müslim, Birr, 32)
***********************
Resûlullah, Huneyn Seferi'nden dönerken, içlerinde daha sonra Peygamberimizin müezzinlerinden olacak olan 1 Ebû Mahzûre'nin de bulunduğu on kişilik
bir grup aynı yolun yolcusuydu. 2 Yolun bir yerinde Resûlullah'ın müezzini, namaz için ezan okumaya başladı. Henüz Müslüman olmayan Ebû Mahzûre ve
arkadaşlarının yüksek sesle müezzinin dediklerini tekrarlıyor ve onu taklit ederek alaya alıyorlardı. Resûlullah onları duydu ve içlerinden güzel sesli olanı
yanına getirmeleri için bir grup gönderdi. Resûlullah'ın huzuruna geldiklerinde, “Yüksek sesini duyduğum hanginizdi?” diye sordu. Herkes Ebû Mahzûre'yi
gösterdi, Ebû Mahzûre'nin kendisi de bunu kabul etti. Bunun üzerine Hz. Peygamber diğerlerini gönderdi ve Ebû Mahzûre'yi alıkoyarak ona, “Kalk, ezan
oku.” dedi. Kalktı, ancak o an Ebû Mahzûre için hiçbir şey ezan okumaktan daha zor olamazdı. Rahatsız olmuş ve bir yandan da öfkelenmişti. Bu duygularla
Resûlullah'ın önünde ayağa kalktı. Peygamberimiz ezan kelimelerini ona bizzat öğreterek okuttu. 3
Ebû Mahzûre ezan okumayı bitirince Allah Resûlü, içinde bir miktar gümüş bulunan bir keseyi ona verdi. Onun kalbini İslâm'a ısındırarak Müslüman
olmasını arzuluyordu. Sonra onun alnına elini koydu, elini yüzüne sürdü ve göğsünden karnına kadar sıvazladı. Nihayet Resûlullah, “Allah bunu senin için
mübarek eylesin ve bereket senin üzerinden eksik olmasın.” diye dua etti. Bu olayın ardından Müslüman olan Ebû Mahzûre heyecanla atıldı: “Ey Allah'ın Resûlü!
Mekke'de ezan okumam için izin ver.” Resûlullah onun bu isteğini geri çevirmedi. Hz. Peygamber'in tavrı karşısında Ebû Mahzûre'nin kalbinde öfke ve
nefretten eser kalmamıştı. Olumsuz duyguları tamamen Resûlullah'a karşı sevgi ve muhabbete dönüşmüştü. 4 Ebû Mahzûre bundan sonra perçemindeki
saçları ne tıraş etti, ne de ayırdı, çünkü oraya Resûlullah'ın eli değmişti. 5
Ebû Mahzûre ve arkadaşlarının müezzinle alay etmeleri, dolayısıyla da dinin şiarı olan ezana dil uzatmaları, Hz. Peygamber'in ve müminlerin yabancı
oldukları bir durum değildi. Risâleti boyunca diğer peygamberler gibi Hz. Peygamber de inkârcıların alaylarına maruz kalmıştı. Hem Peygamberle hem de
müminlerle alay eden müşrikler, onları bir nevi
mânevî savaşa maruz bırakarak tebliğin başarısız olması için mücadele etmişlerdi. “Yazıklar olsun şu kullara!Kendilerine hangi elçi geldiyse onu alaya aldılar!” 6
âyetinden anlaşıldığı üzere getirdikleri davetin alay konusu edilmesi bütün peygamberlerin karşılaştıkları bir durumdu: İnkârcıların peygamberlerin
getirdiği emirler karşısındaki en belirgin ve net tavırları, inkâr etmenin yanı sıra bu emirleri alay konusu yaparak eğlenmeleriydi. Önceki kavimlerden
bazıları, kendilerine gelen peygamberi ve onun uyarılarını alaya almalarından dolayı başlarına gelen felâketler neticesinde helâk olmuşlardı. 7 Âd, 8 Semûd 9
ve Lût kavimleri, 10 Firavun'un kavmi, 11 Hz. Nuh'un kavmi 12 bu alaycı tavırları yüzünden helâke uğramamışlar mıydı? Mekkeli müşrikler de Hz.
Peygamber'e ve müminlere karşı aynı tutum ve tavrı sergilemişler, Resûlullah'ın ve diğer Müslümanların kişiliklerini, inanç ve değerlerini, ibadet ve
yaşayışlarını 13 özellikle de Allah'ın âyetlerini 14 sürekli olarak alaya almışlardı.
Kur'an'da kâfirlerin bu alaycı tavırları kesin bir dille reddedilmiş, Allah'ın da onların bu tavırlarına istihza ile karşılık vereceği bildirilmiştir: “Allah Teâlâ ise
onlar ile istihzâ eder. Onları kendi azgınlıklarında şaşkın bir hâlde bırakır.” 15 Başka bir âyette de dünyada müminlerle ve onların inançlarıyla alay eden, onları
küçümseyen inkârcıların yaptıklarının karşılıksız kalmayacağı, âhirette alçaltıcı ve gülünç duruma düşecekleri ifade edilmektedir. “Şüphesiz günahkârlar,
(dünyada) iman edenlere gülüyorlardı. Müminler yanlarından geçtiğinde, birbirlerine kaş göz ederek onlarla alay ediyorlardı. Ailelerine dönerken zevk ve neşe içinde
gülüşe gülüşe dönüyorlardı. Müminleri gördükleri vakit, 'Hiç şüphe yok, şunlar sapık kimselerdir.' diyorlardı. Halbuki onlar, müminlerin başına bekçi olarak
gönderilmemişlerdi. İşte bugün de müminler kâfirlere gülerler. Koltuklar üzerinde (etrafı) seyrederler.Nasıl, kâfirler yapmakta olduklarının karşılığını buldular mı?” 16
Dinî değerlerle alay etmeyi yasaklayan İslâm dini, Müslümanları da kendi inanç ve değerlerini korumaları konusunda uyarmıştır. Bundan dolayıdır ki,
müminlerden, dinlerini alaya alan inkârcılarla dostluk kurmamaları istenmiştir: “Ey iman edenler! Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden dininizi alaya alıp
oyuncak edinenleri ve öteki kâfirleri dost edinmeyin. Eğer müminler iseniz Allah'a karşı gelmekten sakının.” 17 Dinin ya da Allah'ın âyetlerinin alaya alındığı
mekânlarda müminlerin sessiz kalmamaları, böyle durumlarda ortamı terk etmek suretiyle tepkilerini ortaya koymaları öğütlenmiştir: “Oysa Allah size
Kitap'ta (Kur'an'da) şöyle
indirmiştir ki: Allah'ın âyetlerinin inkâr edildiğini ve onlarla eğlenildiğini işittiğiniz zaman başka bir konuşmaya dalmalarına kadar onların yanında oturmayın, yoksa
kesinlikle onlar gibi olursunuz. Bakın, Allah, münafıkları kâfirlerle birlikte cehennemde toplayacaktır.” 18
İstihzayı insan onurunu zedeleyen bir tavır olarak gören İslâm dini, Müslümanları da başkalarının inançlarını alaya almaktan ve onların kutsal saydıkları
şeylere sövmekten men etmiştir. Zira kişinin kutsal kabul ettiği şeylere yönelik alay ve hakaret içeren davranışlar, aynı zamanda o kişinin onurunu rencide
eder. Müslümanlar başkalarının kutsalına sövmek ya da hakaret etmek suretiyle onları kışkırtarak Allah'a sövmelerine sebep olmaktan sakınmakla
sorumludurlar. Aksi takdirde böyle bir kışkırtmanın, çamura taş atanın üzerine çamurun sıçraması gibi müminin kendisine dönmesi de söz konusudur. Bu
hususta Kur'ân-ı Kerîm'de Müslümanlara yönelik açık bir uyarı yer almaktadır: “Onların, Allah'ı bırakıp taptıklarına sövmeyin ki, onlar da haddi aşarak,
bilgisizce Allah'a sövmesinler.” 19
İslâm toplumu içerisinde dinî değerlerle ve müminlerle alay etmek, münafıkların bir tavrı olarak karşımıza çıkmaktadır: “(Bu münafıklar) müminlerle
karşılaştıkları vakit '(biz de) iman ettik!' derler. Şeytanları ile baş başa kaldıklarında ise, 'Biz sizinle beraberiz, biz onlarla sadece alay ediyoruz.' derler.” 20 Bir
Müslüman'ın şaka niyetiyle de olsa dinî değerlerle dalga geçmesi ve bunları alay konusu yapması, Kur'an'ın asla tasvip etmeyeceği bir durumdur.
Dolayısıyla dinle ya da peygamberle alay etmek Müslüman'a yakışan bir tavır değil; münafık tavrıdır. Bu tür bir davranış iman etmiş bir kişiyi küfre
götürebilecek kadar tehlikelidir. Çünkü Allah'a itaatle O'nun dinini alaya almak aynı kalpte bir arada bulunamaz.
Resûlullah (sav) Tebük Seferi'ne giderken, yanında münafıklardan bir grup vardı. Onlar, “Bu adam Şam saraylarını ve kalelerini fethetmek istiyor! Heyhât,
olacak iş mi!” diye dil uzattılar. Allah, onların bu durumunu Resûlü'ne bildirdi. Resûlullah (sav) onlara gelerek, “Siz şöyle şöyle söylediniz.” dedi. Münafıklar,
“Yâ Resûlallah! Biz sadece oyun ve eğlence ile meşguldük.” dediler. Bunun üzerine, “Eğer onlara, (niçin alay ettiklerini) sorarsan, elbette, biz sadece lafa dalmış
şakalaşıyorduk, derler. De ki: Allah ile, O'nun âyetleriyle ve O'nun peygamberiyle mi alay ediyordunuz?” âyeti 21 nâzil oldu. 22 Ardından da Yüce Allah, onların bu
davranışlarının kendileri için neye mal olacağını ve yaptıklarının cezasız kalmayacağını bildirdi: “(Boşuna) Özür dilemeyin; çünkü siz iman ettikten sonra tekrar
kâfir oldunuz.
Sizden (tevbe eden) bir grubu bağışlasak bile, bir gruba da suçlu olduklarından dolayı azap edeceğiz.” 23
İslâm dininde, Müslümanların birbirleriyle olan ilişkilerinde de istihza yasaklanmıştır. Zira İslâm'a göre her ferdin onuru, haysiyeti ve şerefi
dokunulmazdır. 24 Her ne sebeple olursa olsun hiç kimse bu değerlerle alay etme ve insanları bu yönden zedeleme ve rencide etme hakkına sahip değildir.
Hz. Peygamber'in bu konudaki tavrı çok açıktır. Nitekim ona taklidini yaparak bir kişiden bahseden Hz. Âişe, 25 bu davranışı karşısında
Resûlullah'ın,“Karşılığında bana dünyayı verseler bile, kimsenin taklidini yapmam; bundan asla hoşlanmam.” buyurduğunu ifade etmiştir. 26
Başkasının söz ve davranışlarını kusurlu görmek veya göstermek amacıyla alay ederek onu küçümsemek, toplumda kardeşlik bağlarını zedeleyen,
Müslümanların birbirleriyle olan ilişkilerine zarar veren tehlikeli bir durumdur. İnsanlarla bu şekilde eğlenen kişi, aynı durumun kendi başına
gelmeyeceğinin garantisine sahip değildir: “Kardeşinin başına gelen bir şeye sevinip gülme. Sonra Allah ona merhamet edip seni (o şeyle) imtihan eder.” 27
Resûlullah'ın bu uyarısının yansıması kültürümüzde “gülme komşuna gelir başına” şeklinde ifadesini bulmuştur. Yine Hz. Peygamber'in, “Kim Müslüman
kardeşini işlediği bir suçtan dolayı ayıplarsa, kendisi de o suçu işlemeden ölmez.” 28 şeklindeki hadisi de istihzadan kaçınma noktasında son derece etkileyicidir.
Kur'an'ın, “Arkadan çekiştirmeyi, yüze karşı eğlenmeyi âdet edinen herkesin vay hâline!” 29 şeklindeki tehdidinin, İslâm'ın ilk yıllarında Hz. Peygamber'i ve ileri
gelen Müslümanları kötülemeyi huy edinen kişilerden Cemîl b. Âmir el-Cumahî, 30 Ahnes b. Şerîk, Velîd b. Mugîre veya Ümeyye b. Halef hakkında nâzil
olduğu rivayet edilmektedir. 31 Ancak bu tehdidin inanç farkı gözetmeksizin bütün insan ilişkilerinde temel olan ahlâk ilkelerinin önemli bir kuralına
dikkat çektiği göz ardı edilmemelidir. Bu âyette gerek başkalarını arkadan çekiştirip kötülemeyi huy edinen (hümeze), gerekse insanları yüzlerine karşı
ayıplayıp küçük düşürmekten çekinmeyen (lümeze) kimseler kınanmaktadır.
İnsanların fiziksel durumlarıyla alay etmek ise, âdeta Allah'ın takdirine karşı gelmek gibidir. Âişe'nin bir defasında Resûlullah'a eliyle kısa oluşunu
göstererek, “Ey Allah'ın Resûlü! Safiyye şöyle bir kadındır.” demesi üzerine Resûlullah'ın onu, “Öyle bir söz ettin ki o söz denize karıştırılsaydı denizin suyu
değişirdi. ”diyerek uyarması 32 da meselenin ciddiyetini
göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Zira bu şekilde insanların elinde olmayan bir durumla alay etmek, Yüce Allah'ın takdir edip yarattığıyla alay
etmektir. İnsanda doğuştan ya da sonradan meydana gelen fiziksel ve zihinsel özürlerle alay etmek de böyledir.
İnsanın fiziksel özellikleriyle eğlenmek kadar, kişiliğine yönelik tahkir anlamına gelebilecek davranışlar da dinimizce yasaklanmıştır. Bu, bazen karakter
özellikleriyle bazen de hitap ediliş biçimiyle ilgili olabilir. Bunların hiçbirisi diğerinden ayrılamaz. Zira kişiyi hoşlanmadığı bir isimle çağırarak alay konusu
yapmak, onu toplum içerisinde küçük düşürüp gücendirir. Bu tür küçümseyici davranışlar imanla bağdaşmayan bir durum olarak görülmüş ve
Müslümanların birbirleriyle alay etmeleri, birbirlerine çirkin lakaplar takmaları yasaklanmıştır: “Ey iman edenler! Bir topluluk bir diğerini alaya almasın. Belki
onlar kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da diğer kadınları alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Birbirinizi karalamayın, birbirinizi (kötü)
lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fâsıklık ne kötü bir namdır! Kim de tevbe etmezse, işte onlar zâlimlerin ta kendileridir.” 33 Bu âyetin iniş sebebini ensardan
Ebû Cebire şöyle anlatır: “Resûlullah bizim yanımıza (Mekke'den Medine'ye) teşrif etti. O zaman bazılarımızın iki ya da üç adı (lakabı) vardı. Peygamber
(sav) bazen bu isimlerden biriyle seslendiğinde: 'Yâ Resûlallah! O bu isimden hoşlanmıyor.' denirdi. Bunun üzerine '... birbirinizi kötü lakaplarla
çağırmayınız.' âyeti indi.” 34
Sâbit b. Kays'ın kulağı biraz ağır işitiyordu. Resûlullah'ın meclisine geldiği vakit, yanı başına oturabilsin de onu rahat işitebilsin diye kendisine yer açarlardı.
Yine bir gün gelmiş ve 'açılın' diye müsaade isteyerek insanların arasında ilerlemeye başlamıştı. Bir adam ona, 'Oturacak yer buldun, otur.” dedi. Sâbit öfkeli
bir şekilde oturdu ve adamı göstererek, 'Bu kim?' diye sordu. O zât da kendisini tanıttı. Sâbit b. Kays, 'Filân kadının oğlusun!' diyerek onun annesini
câhiliye döneminde ayıplandığı bir özelliğiyle zikretti. Bunun üzerine adamcağız utanarak başını önüne eğdi. Bu olay üzerine, “Ey iman edenler! Bir topluluk
bir diğerini alaya almasın.” âyeti nâzil oldu. 35
Hz. Hafsa'nın kendisine “Yahudi kızı” demesinden dolayı incinerek ağlayan Yahudi kökenli Hz. Safiyye'ye Resûlullah, “Sen bir peygamberin (Harun'un)
kızısın. Amcan (Musa) da peygamberdir. (Şu an yine) bir peygamberin nikâhı altındasın. O, hangi konuda sana karşı övünüyor?” buyurmuş, Hz. Hafsa'yı da
Allah'tan korkması konusunda ikaz etmişti. 36
Müslümanların birbirlerine sadece çirkin lakap takmalarını değil, hoşlanmadıkları hitaplarla seslenmelerini de asla tasvip etmemişti Allah Resûlü. Nitekim
kendisi bir kimseyi en sevdiği ismiyle ya da en sevdiği künyesiyle çağırmaktan hoşlanırdı. 37
Bir kimsenin duyduğunda rahatsız olmayacağı ve toplum tarafından olumsuz algılanmayan lakapların kullanımı bir çeşit adlandırmadır. Resûlullah da
ashâbından bazılarına bu şekilde güzel lakaplar takmıştır. Enes (ra), topladığı bir çeşit baklanın adını Peygamberimizin kendisine lakap olarak verdiğini
söylemiş 38 ve bu sebeple “Ebû Hamza” diye anılmıştır. 39 Ebû Hüreyre'ye ise latîfe olsun diye, “Yâ Ebâ Hir” (Ey kediciğin babası!) 40 şeklinde seslenen Hz.
Peygamber, elleri uzun olduğu için “zü'l-yedeyn” (iki elli) diye anılan birisine de bu ismiyle hitap etmişti. 41 Hz. Ebû Bekir, “Atîk ve Sıddîk”; 42 Hz. Ömer,
“Fârûk”; 43 Hz. Hamza, “Esedullah”; 44 Hâlid b. Velid ise “Seyfullah” 45 lakaplarıyla anılan sahâbîlerdi. Dolayısıyla bir kişinin tanınmasını kolaylaştırmak,
meziyetlerini dile getirerek övmek ya da latîfe ile gönlünü almak gibi iyi niyetlerle lakap takmakta bir sakınca bulunmamaktadır.
İnsanın başkalarıyla alay etmesine çeşitli duygular ve düşünceler sebep olabilir. Meselâ, kibir ve kıskançlık gibi olumsuz duygular kişiye karşısındakileri
küçümseme ve dalga geçme hakkına sahip olduğunu düşündürebilir. Ayrıca bazen insan kendi eksiğini kapatmak veya kendini ön plana çıkarmak için de
böyle hatalara düşebilir. Hatta kimi zaman sadece eğleniyor ve insanları eğlendiriyor da olabilir. Ama bu sırada karşısındakinin gönlünü kırarak huzursuz
etmekte, gönül kâbesini yıkmakta, onun ruhunu örseleyip sevgi ve saygı bağını yok etmekte olduğunu unutmamalıdır. Halbuki Allah Resûlü'nün,
“...Müslüman kardeşini küçük görmesi, kişiye kötülük olarak yeter...” 46 sözünde ifade edildiği üzere, mümin kardeşini küçük düşürecek bir söz veya davranış
bir Müslüman'ın kendisine yapacağı en büyük kötülüklerdendir. Her ne sebeple olursa olsun Müslüman hiç kimseye zarar vermemelidir. Zira Peygamber
Efendimiz onu şöyle tanıtmaktadır: “Müslüman, elinden ve dilinden diğer Müslümanların zarar görmediği kişidir.” 47
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder