yukarı kaydırma oku

YAZI KOPYALAMA ENGELİ

sağtuş engeli

ANA MENÜ

YÖNETEN VE YÖNETİLEN TOPLUMSAN DÜZENDE İKİ TEMEL UNSUR

YÖNETEN VE YÖNETİLEN TOPLUMSAN DÜZENDE İKİ TEMEL UNSUR

Ebû Hüreyre'nin (ra) naklettiğine göre,
Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:
“Yönetim işi ehil olmayan kimselere verildiği zaman kıyameti bekle!”
(B6496 Buhârî, Rikâk, 35)


***

Ebû Hüreyre'den nakledildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Yüce Allah dört kimseye öfkelenir: Çok yemin eden satıcı, kibirli fakir, zina eden ihtiyar ve zalim
yönetici.”
(N2577 Nesâî, Zekât, 77)


***

Amr b. Mürre, Muâviye'ye Resûlullah'ı (sav) şöyle buyururken işittiğini söylemiştir: “Herhangi bir idareci, kapısını ihtiyaç sahibine, yoksula ve elinde hiçbir şeyi olmayan
fakire kapatırsa, ihtiyaç ve fakirlik içine düştüğünde Allah da göğün (cennetin) kapılarını onun yüzüne kapatır.”
(T1332 Tirmizî, Ahkâm, 6)


***

Ebû Hüreyre'den nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Devlet otoritesi en büyük hamidir. Haksızlıklarla onun vasıtasıyla (yani hukuk yoluyla)
mücadele edilir ve onun vasıtasıyla (tehlikelerden) korunulur. Şayet bu otoriteyi kullanan(lar), Allah'tan sakınmayı emreder ve adaletle hükmeder(ler)se bu yaptıklarından sevap
kazanır(lar). Bunun aksine davranır(lar)sa (vebalini) çeker(ler).”
(M4772 Müslim, İmâre, 43)


***

İbn Ömer'den nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Müslüman bir kimsenin hoşlandığı ve hoşlanmadığı her hususta (yöneticisini) dinleyip itaat
etmesi gerekir; ancak kendisine Allah'a isyanı gerektiren bir şey emredilmesi hâriç. Eğer kendisine Allah'a isyanı gerektiren bir emir verilirse, bunu dinleme ve buna itaat etme
yoktur.”
(M4763 Müslim, İmâre, 38)


************************


Allah Resûlü (sav) ashâbından bazılarını yeni fethedilen yerlere vali olarak görevlendiriyordu. Vali olarak görevlendirilenler Peygamberimiz ve sahâbîlerle vedalaşıp tek
tek Medine'den ayrılıyorlardı. Arkadaşlarının vali olduklarını gören bazı sahâbîler ise kendilerinin de bu göreve getirilmelerini arzu ediyorlardı. Ebû Zer (ra) de vali
olmak isteyenlerdendi. Zaman zaman, “Ben de valilik yapabilirim.” diye aklından geçiriyor ve böyle bir göreve getirilmeyi arzuluyordu. Bir gün bu düşüncesini
Peygamber Efendimize aktarmaya karar verdi. Müsait bir ânında Allah Resûlü'nün yanına yaklaşıp, “Ey Allah'ın Resûlü! Bana idari görev vermiyor musun?” diye
sordu. Bu isteği karşısında Allah Resûlü eli ile Ebû Zerr'in omuzuna vurdu ve ona, “Ebû Zer! Sen zayıfsın. İdarecilik ise emanettir. Gerçekten hakkıyla yerine getirmeyen ve
gereğini eda etmeyenler için bu vazife kıyamet gününde rezillik ve pişmanlıktır.” buyurdu. 1
Başka bir rivayette ise Peygamber Efendimiz, Ebû Zerr'e şöyle dedi: “Ebû Zer! Senin gerçekten zayıf olduğunu görüyorum. Kendim için ne istiyorsam senin için de onu isterim.
İki kişiye bile olsa sakın başkan olma! Yetim malını da yönetmeye kalkma!” 2 Hz. Peygamber (sav), ashâbını yakından tanıyordu. Onlardan kimin hangi görevleri ifa
edebileceğini çok iyi biliyor ve görevlendirmelerini de buna göre yapıyordu. Efendimizin, Ebû Zerr'e yöneticilik vazifesini vermemesi, onun ahlâkî kusurlarından
dolayı değildi. Nitekim Ebû Zer, Peygamber Efendimizin en sevdiği sahâbîler arasında yer alıyordu. 3 Efendimiz onun hakkında, “Şu gök kubbenin altında ve
yeryüzünün üstünde Ebû Zerr'den daha doğru sözlü kimse yoktur.” 4 demişti. O hâlde, Efendimizin ona yöneticilik vazifesi vermemesi, ahlâkî yönden bir noksanlığı
olduğu için değil, idareciliği hakkıyla yerine getirmesini sağlayan özel meziyetlere sahip olmamasından kaynaklanıyordu. Çünkü yöneticilik için sadece ahlâkın güzel
olması yeterli değildi. Bunun yanında idarecinin karşılaşacağı durumlar ile baş edebilmesi için özel kabiliyetlere sahip olması gerekiyordu. Alacağı yanlış kararların
âhirette vebali çok büyüktü. Bundan dolayı Efendimiz, vazifenin hakkıyla yerine getirilmemesi durumunda idarecinin kıyamet gününde pişmanlık duyacağı


konusunda ashâbını uyarıyordu: “Siz yöneticiliği çok isteyeceksiniz. (Oysa) o, kıyamet gününde pişmanlık olacaktır. Süt emenin hâli ne güzeldir ama sütten kesilenin hâli ne
kötüdür!” 5
İdarecilik, kişinin omuzlarına yüklenen en ağır sorumluluklardan biri idi. Sevgili Peygamberimiz bu sorumluluğu, “Hepiniz birer çobansınız/sorumlusunuz ve hepiniz
yönettiklerinizden mesulsünüz. Devlet başkanı bir sorumludur ve yönettiklerinden mesuldür. Evin beyi bir sorumludur ve yönettiklerinden mesuldür. Evin hanımı da bir
sorumludur ve yönettiklerinden mesuldür. Köle de efendisinin malı üzerinde bir sorumludur ve yönettiklerinden mesuldür.” sözleri ile ifade etmişti. 6 İnsanların sorumluluğunu
üstlenip bunu hakkıyla taşıyabilmek ise herkesin başarabileceği bir iş değildi. Bu nedenle Allah Resûlü, idarecilerin seçimine çok önem vermişti. Yönetici, yetkilerini
Allah yolunda samimi bir şekilde idaresi altındakilerin hizmetinde kullanmazsa, bu vazife gerek dünyada ve gerekse âhirette onun için bir pişmanlık sebebi olacaktı.
İdareciliği bir emanet olarak değerlendirmekteydi Allah'ın Resûlü. 7 Emanet, sorumluluk demekti ve bunu da ashâbına sık sık hatırlatmaktaydı. Aslında o, Yüce
Rabbimizin şu âyetine vurgu yapmaktaydı: “Allah, size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor.
Doğrusu Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor! Şüphesiz ki Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.” 8 Yöneticiliği en iyi şekilde yerine getirmek ancak âdil
davranmak ile mümkün idi. Adalet ise yöneticinin liyakatli olması ile gerçekleşebilirdi. Bundan dolayı, Sevgili Peygamberimiz, görevlerin liyakatli kimselere
verilmesinin önemini her fırsatta vurgulamıştır.
Bir seferinde mescidinde ashâbına vaaz ederken bir bedevî geldi ve Efendimize, “Kıyamet ne zaman?” diye sordu. Peygamber Efendimiz bedevînin konu ile ilgisi
olmayan bu sorusunu cevaplamadan konuşmasına devam etti. Bunun üzerine orada bulunanlardan kimisi, Peygamberimizin bedevîyi duyduğunu fakat sorduğu
sorudan hoşlanmadığı için cevaplamadığını, kimisi ise onu duymadığını düşündü. Nihayet Resûlullah sözünü bitirince, “O kıyameti soran kimse nerede?” diye sordu.
“Benim, yâ Resûlallah!” dedi bedevî. “Emanet zayi edildiği zaman kıyameti bekle!” buyurdu Allah'ın Resûlü. Bedevî, “Emaneti zayi etmek nasıl olur?” diye sorduğunda ise
Resûlullah, “Yönetim işi ehil olmayan kimselere verildiği zaman kıyameti bekle!” 9 buyurdu.


Allah Resûlü, insanların idareciliğe getirilmesinde liyakat sahibi olmayı en önemli kıstas olarak belirlemişti. Ancak kişilerin kendilerini ehliyetli görerek idarecilik
arzusuyla görev talebinde bulunmalarını hoş karşılamamıştı. Önde gelen sahâbîleri de Allah Resûlü'nün bu tavrını bildikleri için ona göre davranmışlardı. Fakat tüm
sahâbîler Hz. Peygamber'in bu uygulamasının farkında değildi.
Bir gün Ebû Musa el-Eş'arî, Hz. Peygamber ile görüşmek isteyen iki amcaoğlu ile birlikte Allah Resûlü'nün huzuruna varmıştı. Fakat Ebû Musa, onların Hz.
Peygamber ile ne için görüşmek istediklerini bilmiyordu. Hz. Peygamber'in huzuruna vardıklarında iki amcaoğlu da Hz. Peygamber'den yöneticilik vazifesi
istediklerini arz etti. Bunun üzerine Hz. Peygamber, Ebû Musa'ya dönerek, “Sen bu işe ne diyorsun Ebû Musa?” buyurdu. Ebû Musa, bu durum karşısında çok mahcup
olmuştu. Ne diyeceğini bilemiyordu. Efendimize dönerek, “Seni hak din ile gönderen Allah'a yemin ederim ki bu ikisi niyetlerini bana söylemediler. Ben onların vazife
isteyeceklerini bilmiyordum.” dedi. Ebû Musa'nın sözlerini tamamlamasından sonra Allah Resûlü, “Biz yönetim işimize, görevlendirilmek isteyeni tayin etmeyiz.”
buyurdu. 10 Başka bir rivayette ise, “Vallahi, biz bu yönetim işine ne onu isteyen birini tayin ederiz, ne de ona hırs gösteren birini!” buyurdu. 11 Kendisinden herhangi bir
görev istemeyen Ebû Musa'yı ise Yemen'e vali tayin etti. 12
Peygamber Efendimizin yöneticiliğin talep edilmesini yasaklaması, yöneticilik ile elde edilen yetkilerin kötüye kullanılması ihtimalini engellemeye yönelik bir tedbirdi.
Nitekim Efendimiz, insanın tabiatı itibariyle dünyanın menfaatlerine karşı zaaf içerisinde olduğunu çok iyi biliyordu. Takdir görme, şöhret, maddî kazanç elde etme,
övülme gibi dünyevî pek çok menfaatin elde edilmesi, yönetici olmak ile çoğu zaman mümkün oluyordu. Bundan dolayı Peygamberimiz, “Kişinin mal ve makama
düşkünlüğünün dinine verdiği zarar, bir koyun sürüsünün içine salıverilmiş iki aç kurdun o sürüye verdiği zarardan daha büyüktür.” buyurmaktaydı. 13 Hakikaten de tarih
boyunca yönetici olmayı çok arzulayan pek çok kimse dünyanın zevk ve sefasına aşırı düşkün olagelmişti. Bu kimseler, asırlarca hırslarının esiri olmuş, halklarına
zulüm ve işkence yapmış, hatta menfaatleri için kan dökmüştü. Böylece sadece kendilerine değil, hem kendi toplumlarına, hem de temsil ettikleri dinlerine zarar
vermişlerdi.
Aslında Allah Resûlü, nefsî arzuları tatmin için yöneticilik talep etmeyi yasaklamıştı. Fakat idarenin ehil olmayan kimselerin eline geçmemesi için,

liyakatli olanların yöneticilik talep etmesi ve hizmet için koşması, hizmete koşması da mümkündü. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de bildirildiğine göre, Hz. Yusuf
zindandan çıkınca Mısır hükümdarına, “Beni ülkenin hazinelerine bakmakla görevlendir. Çünkü ben iyi bir koruyucu ve bilgili bir kişiyim.” demiş ve hükümdar da güvenilir
ve ilim sahibi bir kimse olduğunu bildiği için onun bu talebini kabul etmişti. 14
Sevgili Peygamberimiz, verilen görevi hakkıyla yerine getireceği düşüncesiyle idareci yapılanlara Allah'ın yardım edeceğini, ancak kendisi talep ederek görev alanların
vazifeyle baş başa kalacakları ve yardım görmeyecekleri konusunda ashâbını uyarmıştı. 15 Zira liyakatli olduğu için bir göreve atanan, insanların problemlerini
çözmek için gayret sarf eden samimi ve âdil idareci birtakım zorluklarla karşılaşacak ama bu güçlükleri Allah'ın yardımı ile aşacaktır. Fakat liyakatli olmadığı hâlde sırf
kendini tatmin için bir göreve atanmak isteyen kimseyi Allah yalnız bırakacaktır. Bu kimse doğal olarak yöneticilikte başarılı olamayacak, idaresi altındaki toplumun
refah ve huzuru yok olacaktır. Haksızlık ve zulüm yaygınlaşacak, yönetim sonunda çökecektir.
Allah'ın yardımı çeşitli şekillerde tezahür edebilir. İdareci için nasip edeceği yardımcı bunlardan birisidir. Nitekim Allah Resûlü böyle bir yardımın önemini şöyle izah
etmektedir: “Allah bir idareci hakkında hayır dilediği zaman, ona dürüst bir yardımcı verir. Eğer o idareci yapılması gereken bir işi unutursa bu yardımcı, ona hatırlatır. Eğer
idareci işi kendisi hatırlarsa o zaman da bu yardımcı işin yapılması hususunda idareciye yardımcı olur. Eğer Allah onun hakkında hayır dilememişse ona kötü huylu bir yardımcı
verir. Eğer yapılması gereken bir işi unutursa yardımcısı ona hatırlatmaz. Eğer idareci işi kendiliğinden hatırlarsa o zaman da işin yapılmasında ona yardımcı olmaz.” 16
Diğer taraftan kendisine idarecilik teklif edilen kişinin bunu kabul etmeme hakkı da vardır. Ancak kabul ettikten sonra kimse bu göreve hıyanet edemez. İdareci,
yüklendiği sorumluluk gereği, yapması gereken şeyleri yapar ve yapmaması gereken şeylerden de uzak durursa emanetin hakkını yerine getirmiş olur. Ancak aksi
şekilde davranırsa, görevine hıyanet etmiş olur. Bu çerçevede Sevgili Peygamberimiz, konuya verdiği önemden dolayı bazı hususları oldukça ayrıntılı bir şekilde
açıklamıştır.
Allah Resûlü'nün idarecilerden yapmalarını istediği ilk şey, yönetimlerinde âdil davranmalarıdır. “... Ben Allah'a, hiç kimsenin benden ne mal ne de kan konusunda
isteyeceği bir hakkı olmadığı hâlde ulaşmak isterim.” 17 buyuran

Allah Resûlü, hak ve adaletin timsaliydi. Adaletin nasıl sağlanacağını hem sözleriyle hem de uygulamalarıyla ümmetine gösteren Peygamberimizi, değil adaletsiz
davranma eylemi, böyle bir düşünce bile ciddi şekilde öfkelendirmeye yetiyordu. Nitekim Mahzûmoğulları kabilesinden hırsızlık yapan bir kadının affedilmesi için,
Kureyşlilerin talebi üzerine, aracılık yapmak üzere gelen Üsâme'ye, “Sen, Allah'ın koyduğu cezalardan birinin affı için aracılık mı ediyorsun?” diye kızmış ve sonrasında
halka hitap ederek şöyle buyurmuştur: “Sizden öncekilerin helâk olmalarının sebebi şuydu: Onlardan güçlü bir kimse hırsızlık yaparsa onu cezalandırmazlar, zayıf bir kimse
hırsızlık yaptığında ise ona ceza uygularlardı. Allah'a yemin ederim ki Muhammed'in kızı Fâtıma hırsızlık yapmış olsaydı mutlaka onun da elini keserdim.” 18
Bir yönetici olarak daima âdil bir şekilde davranan Sevgili Peygamberimiz, idarecinin âdil olması gerçeği üzerinde önemle durmuş, en büyük müjdeleri de âdil
idareciler için vermiştir. Nitekim Allah Resûlü, bir hadiste âdil idareciyi Allah'ın gölgesinden (himayesinden) başka gölge (himaye) olmayan günde, kendi gölgesi
(himayesi) altında gölgelendireceği (himaye edeceği) yedi kişi arasında ve hatta ilk sırada sayarken, 19 bir başka hadiste duası geri çevrilmeyecek üç kişi arasında
zikretmiştir. 20
Allah Resûlü âdil yöneticiyi övüp ona müjdeler verirken, zalim yöneticiyi ise yermekte ve onu da çirkin hareket eden kişiler arasında zikrederek Allah katında kötü bir
konuma sahip olacağını şöyle ifade etmektedir: “Yüce Allah dört kimseye öfke duyar: Çok yemin eden satıcı, kibirli fakir, zina eden ihtiyar ve zalim yönetici.” 21
Toplumsal düzenin tesisinde adaleti temel olarak gören Allah Resûlü, fethedilen bölgelere valilerini gönderirken de onları öncelikle adalet konusunda uyarmıştır.
Nitekim Muâz b. Cebel'i Yemen'e gönderirken ondan halka âdil davranmasını isteyerek, “...Sakın (zekât olarak) onların mallarından en iyilerini seçip alma. Mazlumun
bedduasından sakın, çünkü onunla Yüce Allah arasında hiçbir engel/perde yoktur.” demiştir. 22
İdarecileri âdil olmaları konusunda sık sık uyaran Allah Resûlü, adalet duygusunda zafiyet meydana getirebilecek konularda da dikkatli olmalarını istemiştir. Meselâ
hediyeleşme insanların birbirlerine karşı ilgisini ve sevgisini artırır. İnsanlar arasında hediyeleşmeyi teşvik eden Sevgili Peygamberimiz, 23 adalet duygusuna halel
getirebileceği endişesiyle idarecilerin hak ettikleri ücretten başka maddî bir beklenti veya karşılık peşinde olmamalarını öğütlemiştir. Bu bağlamda zekât
memurlarından Abdullah

İbnü'l-Lütbiyye, topladığı zekâtlar ile birlikte Peygamberimizin huzuruna gelmiş ve “Bu sizin payınız; bu ise bana verilen hediyelerdir.” demişti. Hz. Peygamber ise
onun hediye almasını hoş görmemiş, aldığı hediyelerin zekât memuru olduğu için verildiğini ima ederek, “Anne babanın evinde otursaydın bu hediye sana verilir miydi,
verilmez miydi?” buyurmuş, 24 böylece zekât memurlarının hediye adı altında rüşvet almasının yolunu kapatmıştır.
Allah Resûlü'nün idarecilerden yapmalarını istediği bir diğer husus, yönetimi altındakilere iyi davranmalarıdır. İdarecilerden, bu görevi bir “emanet” yani sorumluluk
olarak görmelerini isteyen Sevgili Peygamberimiz, bu emaneti üstlenen kişinin halka kötü davranma hakkı olmadığı kanaatindedir. Nitekim Allah Resûlü kendisine
biat eden ashâbına asla kötü muamele etmemiş, onlara güç yetirebileceklerinden fazlasını yüklememiş ve biatlerinin gereğini “gücünüz yettiğince” kaydını koyarak
yerine getirmelerini istemiştir. 25
Abdullah b. Mes'ûd Sevgili Peygamberimizin bu yöndeki tavrını, “Biz Hz. Peygamber (sav) ile birlikte bulunurduk. Kendisi bizi hiçbir konuda zorlamazdı, sadece bir
kere söylerdi ve biz onu yapardık.” 26 sözleriyle özetlemiştir. Peygamber (sav) aynı yaklaşımı idarecilik görevi verilenlerden de beklemiştir. Bir gün Allah Resûlü Hz.
Âişe validemizin yanında, “Allah'ım, bir kimse ümmetimin yönetimi konusunda bir vazife alır da onlara zorluk çıkarırsa sen de ona zorluk çıkar! Bir kimse ümmetimin
yönetiminde görev alır da onlara hoş muamele ederse, sen de ona hoş muamele eyle!” diyerek Allah'a yalvarmıştır. 27
İdareciliğe getirilen kişinin halkın problemleriyle ilgilenmesi beklenir. Çünkü Allah Resûlü'nün sünnetine göre idarecilik, halk için sorumluluğu üstlenmeyi, onlar için
gayret etmeyi gerektirir. Allah Resûlü'nün idarecilerden yapmalarını istediği hususlardan biri de yönetimindekiler için çalışmalarıdır. Nitekim Sevgili Peygamberimiz,
“Müslümanların idaresini üstlenip de onlar için çalışmayan ve onları doğruya yönlendirmeyen yönetici, onlarla birlikte cennete giremez.” buyurmaktadır. 28
Allah Resûlü'nün yöneticilerden yapmalarını istediği bir diğer husus, sorumlulukları altındakileri kollayıp gözetlemeleridir. Allah'ın idareciyi emri altındakileri
gözetmekle mükellef kıldığını belirten Allah Resûlü, bu görevini yerine getirmeyenlerin âhiret yurdunda büyük hüsrana uğrayacaklarını şöyle belirtmiştir: “Allah'ın, bir
gruba yönetici yaptığı kişi, o grubu doğruya yönlendirmek için çaba sarf etmezse, cennetin kokusunu dahi alamaz.” 29


Yönetici, yönettiklerine iyi işleri emredip, onları kötülüklerden korumakla da görevlidir. Toplumun yapmış olduğu kötülüklere, açıktan işledikleri haramlara, suçlara
engel olunması yöneticinin sorumluluğundadır. Nitekim Peygamber Efendimiz bu konuda şöyle bir örnek sunmaktadır:
“Allah'ın çizdiği sınırları aşmayarak orada duranlarla bu sınırları aşıp ihlâl edenler, bir gemiye yerleşmek üzere kura çeken topluluğa benzerler. (Bu kuranın sonucunda) onlardan
bir kısmı geminin üst katına, bir kısmı da alt katına yerleşirler. Alt kattakiler su almak istediklerinde üst kattakilerin yanından geçmek durumundadırlar. Alt katta oturanlar,
'Hissemize düşen yerden bir delik açsak, üst katımızda oturanlara eziyet vermemiş oluruz.' derler. Şayet üstte oturanlar, bu isteklerini yerine getirmek için alttakileri serbest
bırakırlarsa, hepsi birlikte batar helâk olurlar. Eğer bunu önlerlerse, hem kendileri kurtulur, hem de onları kurtarmış olurlar.” 30
Geminin üst katındakiler yöneticilere, alt kattakiler ise yönetilenlere benzetilebilir. Yönetici, sorumluluğu altındaki kimselerin hatalarını düzeltmezse, bu hatalarının
sonuçlarından yalnızca hatayı işleyenler değil, toplumun tamamı etkilenecektir. Bu açıdan bakıldığında yöneticinin toplumun her kesimi ile ilgilenmesi, onların
sorunlarını dinleyip çözüm aramasının gerekliliği görülecektir. Yöneticinin bir kenara çekilip halkın sorunlarıyla ilgilenmemesi ise kendi sonunu getirecektir.
İdarecinin, üstlendiği yöneticilik emanetini ifa ederken kendi başına hareket etmemesi, alınacak kararlarda sorumluluğunu üstlendiği insanların da görüşlerine
müracaatta bulunması da büyük önem arz etmektedir. Peygamber Efendimizin yöneticilerden yapmalarını ısrarla istediği şeylerden biri de budur. Zaten Yüce Allah da
bu hususu, “...Yönetimde onlara danış.” âyetiyle emretmektedir. 31 Allah Teâlâ'nın bu emrine binaen Allah Resûlü yönetimde önemli konularda ashâbıyla sürekli istişare
hâlinde olmuş ve kararlarını istişareler sonucunda vermiştir. Allah'ın Resûlü olmasına ve vahiy almasına rağmen yönetimini istişare ile yürütmüştür. 32 Nitekim Ebû
Hüreyre, “Resûlullah'tan (sav) daha çok ashâbıyla istişare eden bir kimseyi görmedim.” demiştir. 33
Allah Resûlü yönetimde ashâbıyla istişare ederek hareket ederken, 34 istişarenin yönetimde olmazsa olmaz bir gereklilik olduğunu şu ifadelerle vurgulamıştır:
“İdarecileriniz iyi kimselerden, zenginleriniz cömert kişilerden olduğunda ve işleriniz, aranızda istişare ile yürütüldüğünde, yeryüzünde yaşamanız toprak altına girmenizden daha
hayırlıdır.” 35


Allah Resûlü idarecilerin yapmaları gereken hususları sıraladığı gibi yapmamaları gereken hususları da sıralamıştır. Yapılmaması gereken şeyleri yapmayı da göreve
hıyanet olarak kabul etmiş ve böyle bir tutum sergileyenleri âhirette karşılaşılacak ağır cezalar konusunda uyarıda bulunmuştur.
Göreve getirilen kişinin, çok küçük bile olsa, hak etmediği bir şeyi alıp gizlemesini Allah Resûlü göreve hıyanet olarak nitelendirmiş ve böyle bir hareketin cezasının
ağır olacağını, idarecilikle görevlendirdiği bazı şahısların yanında şöyle ifade etmiştir: “Sizden herhangi bir kimseyi görevli tayin edersek ve o da bir iğneyi hatta daha küçük
bir şeyi bizden gizlerse bu hıyanet olur, kıyamet gününde o gizlediği şeyle gelir!” 36
Peygamber Efendimiz bu konudaki tavizsiz tutumunu gerekli gördüğü her yerde sergilemiş ve önde gelen sahâbîlerini bile, bu konuda uyarmıştır. Muâz b. Cebel (ra)
Allah Resûlü ile ilgili bir hatırasını şöyle aktarmaktadır:
“Resûlullah (sav) beni Yemen'e vali olarak gönderiyordu. Yemen'e hareket edeceğim sırada peşimden bir haberci göndererek beni geri çağırdı ve şöyle dedi: 'Seni niçin
geri çevirdiğimi biliyor musun? Benim iznim olmadan (ganimetten) hiçbir şey alma! Çünkü bu bir hainliktir. Her kim bu dünyada böyle bir hainlik yaparsa kıyamet günü (Allah'ın
huzuruna), yaptığı o hainlikle getirilir. İşte seni bunun için çağırmıştım, şimdi vazifene gidebilirsin.' ” 37
Yönetici ile yönetilenlerin ahenkli bir ilişki kurabilmeleri için ilk şart birbirlerine güvenmeleridir. Yönetilenin yöneticisine karşı güven duyabilmesi için de yöneticinin
dürüst olması ve yalan söylememesi gerekir. Zira yalanın olduğu bir yerde dürüstlük ve güvenden bahsedilmesi mümkün değildir. Allah Resûlü'nün yöneticilerden
asla yapmamalarını istediği ve üzerinde çok durduğu hususlardan biri de budur. Çünkü Allah Resûlü'nün bildirdiğine göre bir insan, kendini bir kere yalana kaptırdı
mı bundan kopamaz ve daima yalan söyler. 38 Yalan söyleyen yöneticiyle de kıyamet gününde Allah'ın asla konuşmayacağını Sevgili Peygamberimiz haber
vermektedir. 39
Sevgili Peygamberimiz yöneticilerden idareleri altındaki kişileri asla aldatmamalarını isteyerek şu uyarıda bulunmuştur: “Allah'ın bir gruba yönetici kıldığı kimse, idaresi
altındakilere ihanet üzere ölürse, Allah ona cenneti haram kılar.” 40
Allah Resûlü yöneticilerin halka sû-i zanda bulunarak şüpheli muamelesi yapmamalarını istemiştir. Böyle bir tavır içerisine girmenin


tehlikesini ise şöyle ifade etmiştir: “Bir yönetici, idaresi altında bulunan kimselere sû-i zan ile muamele yapmaya kalkışacak olursa onları fesada sürükler.” 41
Üstlenilen göreve karşı ihanet sayılabilecek hususlardan biri de idarecinin, kapısını muhtaç ve yoksulun yüzüne kapatmasıdır. Resûlullah (sav) böyle idareciler için de,
“Herhangi bir idareci kapısını ihtiyaç sahibine, yoksula ve elinde hiçbir şeyi olmayan bir fakire kapatırsa, ihtiyaç ve fakirlik içine düştüğünde Allah da göğün (cennetin) kapılarını
onun yüzüne kapatır.” buyurmaktadır. 42
Allah Resûlü'nün üzerinde durduğu hususlar göz önünde bulundurulduğunda, yöneticilere ağır bir sorumluluk yüklendiği anlaşılmaktadır. Bu sorumlulukların
hakkıyla yerine getirilmesi ise ancak âdil bir yönetim ile mümkündür. Nitekim Peygamber Efendimiz, “Yönetici bir kalkandır. Onun ardında savaşılır, onunla tehlikelerden
korunulur. Şayet o, Allah'a karşı sorumluluk bilincini emreder ve adaletle hükmederse bütün yaptıklarından sevap kazanır. Bundan başka bir şey emrederse yaptıklarının
karşılığını (vebalini) çeker.” 43 buyurarak, âdil yöneticinin yaptığı hizmetin karşılığını alacağını bildirmektedir. Bu sayede idareci, hem yaptığı güzel hizmetler sebebiyle
dünyada takdir görecek, huzur ve barış içerisinde yönetimini uzun yıllar devam ettirebilecek, hem de ecir ve sevap olarak âhirette bunun karşılığını görecektir.
Peygamberimizin tanımladığı âdil yönetici, yönettiklerinin dertlerini dinler, onlara çözümler bulur, onların her türlü ihtiyacını gidermeye çalışır, onlara hoş muamele
eder, hiçbir fark gözetmeksizin eşit davranır, adam kayırma, rüşvet gibi yöntemlere başvurmaz. Hak etmediği şeye el uzatmaz, yalan söylemez, halkının güvenini
kazanır... Adaletle yönetilen böyle bir toplumda huzur ve barış hâkim olur. İsyan, kargaşa ve terör bu toplumdan uzak olur.
Buna mukabil adalet olmayan yerde zulüm vardır, haksızlık hâkimdir. Zalim yönetici, hevâ ve heveslerine uyar, yöneticilik vasfı olmadığı için eziyet, işkence ve baskı
ile işlerini yürütmeye çalışır. Böyle bir idarecinin olduğu yerde doğal olarak huzur ve refahtan, sosyal ve ekonomik gelişmişlikten, bilimsel çalışmalardan söz edilemez.
Toplumsal düzenin tesisinde yöneticinin tavrı kadar olmasa bile yönetilenin de tavrı önemlidir. İdareciler gibi yönetilenlerin de görevleri ve sorumlulukları vardır.
Yönetilenler, başlarına getirilen idareciye itaat etmek ve ona yardımcı olmak durumundadırlar. Nitekim Yüce Allah, “Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Peygamber'e
itaat edin. Sizden olan idarecilere de...” buyurur. 44

Peygamber Efendimiz de yönetilenlerin, başlarına geçen idarecilere itaat etmeleri gerektiği üzerinde ısrarla durmuş ve bu itaatin önemini şu şekilde vurgulamıştır:
“...Her kim emîre (yöneticiye) itaat ederse şüphesiz bana itaat etmiş olur. Her kim de ona isyan ederse şüphesiz bana isyan etmiştir.” 45
Allah Resûlü Veda Haccı'nda toplanan büyük kalabalığa da, “Ey insanlar! Allah'a karşı sorumluluk bilinci içerisinde olun. Sizin başınıza kulağı kesik Habeşli bir köle bile
getirilmiş olsa Allah'ın Kitabı'na göre hareket edip size de onu uyguladığı sürece emirlerini dinleyin ve itaat edin!” şeklinde seslenmiştir. 46
Yönetilen ilk önce idareciye karşı samimi davranmalıdır. 47 Bu samimiyet, yöneticiye karşı dürüst ve açık sözlü olmak, gerektiğinde destek vermek, gerektiğinde
uyarmak, itiraz etmek, eleştirmek, hatta tavır koymak ile gerçekleşir. Bunlar, yönetilenlere düşen görevlerdir. Nitekim Sevgili Peygamberimiz yöneticiye karşı içtenlikle
davranmayı en doğru işlerden kabul etmiş, 48 yönetici zalim olduğunda ise onun karşısında hakkı söylemeyi cihadın en faziletlisi olarak nitelemiştir. 49 Nitekim
devesinin üzengisine ayağını koymuş bir hâldeyken kendisine, “Cihadın hangisi daha üstündür?” diye soran bir kişiye de “Zalim idarecinin karşısında hakkı söylemektir.”
diye cevap vermiştir. 50
Görevine hıyanet eden yöneticilerin destekçileri olmasa bu tarz yaklaşımlarını devam ettirmeleri oldukça zordur. Bazı insanlar kişisel menfaatleri uğruna yapılan
haksızlıklara göz yumarak, bilerek veya bilmeyerek idareciye destek verebilirler. Hıyanet içinde bulunan idareci de bazılarının, yanında yer almasını, yaptıklarının
doğruluğuna bir delil kabul edebilir. Yönetilenlerin yanlış fiilleri bulunan bir yöneticiye bu şekilde destek vermemelerini isteyen Allah Resûlü, Kâ'b b. Ucre'ye şöyle
söylemiştir: “Yâ Kâ'b! Benden sonra gelecek bazı devlet adamlarından seni Allah'a sığındırırım. Her kim onların kapılarından girer, yalanlarını doğru sayar, yaptıkları
zulümlerine yardımcı olursa ne o benden sayılır, ne de ben ondan. O kimse mahşer günü havzımda benim yanıma gelemez. Her kim de onların kapılarından girsin veya girmesin
onların yalanlarını doğrulamaz, yaptıkları zulümlere yardım etmezse o bendendir, ben de ondanım. Mahşer günü bu kişi havzımın yanına gelecektir...” 51
Yöneticiye itaat konusu üzerinde hadislerde ısrarla durulmaktadır. Peki, yöneticinin verdiği her emre itaat etmek gerekir mi? İtaatin sınırı nedir? Yöneticinin verdiği
her emir uygulanır mı? Sahâbenin yaşadığı şu ilginç olay hakkında Peygamber Efendimizin yorumu bu itaatin sınırını çizecek mahiyettedir:

Hz. Peygamber bir seriyye hazırlayıp, onlara ensardan Abdullah b. Huzâfe'yi komutan olarak tayin eder. Ordu hareket etmeden önce de askerlerin ona itaat etmesini
emreder. Yolda ilerlerken, askerler bir şekilde komutanı kızdırırlar. Bunun üzerine şakacı bir kişiliğe sahip olan Abdullah b. Huzâfe onlara, “Hz. Peygamber bana itaat
etmenizi emretmedi mi?” der. Askerler de “Evet.” diye cevap verirler. Bunun üzerine onlara odun toplayıp ateş yakmalarını emreder. Askerler de odun toplar ve ateşi
yakarlar. Komutan askerlerine bu ateşe girmelerini emreder. Askerler komutan emrettiği için ateşe girmeye niyetlendiklerinde birbirlerine bakarlar. Bunun üzerine
bazıları, “Biz Hz. Peygamber'e ateşten kaçmak için tâbi olduk, şimdi ateşe mi gireceğiz?” derler. Bunun üzerine komutanın öfkesi diner ve ateş söndürülür, dolayısıyla
hiç kimse ateşe girmeden dönerler. Olay Hz. Peygamber'e (sav) intikal ettiğinde, Peygamber (sav), “Eğer ateşe girmiş olsaydınız, oradan ebedî olarak çıkamazdınız. İtaat
ancak meşru olan hususlarda olur.” buyurur. 52
“Allah'a isyan olan yerde itaat yoktur.” buyuran Hz. Peygamber, 53 yöneticiye itaatin maruf yani iyi işlerde olacağını vurgulayarak, “Müslüman bir kimsenin hoşlandığı ve
hoşlanmadığı her hususta (yöneticisini) dinleyip itaat etmesi gerekir; ancak kendisine Allah'a isyanı gerektiren bir şey emredilmesi hâriç. Eğer kendisine Allah'a isyanı gerektiren
bir emir verilirse, bunu dinleme ve buna itaat etme yoktur.” 54 buyurmuştur.
Netice olarak, yönetici ve yönetilen, toplumsal düzenin tesisinde iki önemli unsurdur. Ahenkli bir düzenin sağlanmasında hem yöneticinin hem de yönetilenin
sorumluluğu vardır. Yönetici üstlendiği görevi bir emanet olarak telakki edecek ve bu emanetin hakkını verebilmek için çaba sarf edecektir. Yönetilen de başındaki
idarecinin meşru taleplerine itaat edecek ve yönetimde ona yardımcı olmaktan geri durmayacaktır. İşte Allah Resûlü'nün uyguladığı ve ümmetinden de uygulamasını
istediği yönetimde, yönetenle yönetilenler arası ilişkiler bu şekildedir. Nitekim Sevgili Peygamberimiz, idarecilerin yönetimindekileri sevdiği ve onlara dua ettiği,
yönetilenlerin de başlarındaki yöneticileri sevdiği ve onlar için dua ettiği bir yönetici yönetilen ilişkisini hayırlı olarak değerlendirmektedir. 55




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

EN ÇOK İLGİ GÖRENLER

HADİSLERLE İSLAM ANA MENÜ

HADİSLERLE İSLAM ANA MENÜ HADİSLERLE İSLAM CİLT 1 HADİSLERLE İSLAM CİLT 2 HADİSLERLE İSLAM CİLT 3 HADİSLERLE İSLAM CİLT 4 HA...