İSLAMDA DUA ADABI RABBE YÖNELİŞ
Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre,
Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur:
“Allah Teâlâ katında duadan daha kıymetli bir şey yoktur.”
(T3370 Tirmizî, Deavât, 1; İM3829 İbn Mâce, Dua, 1)
***
Enes b. Mâlik'in naklettiğine göre Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Dua ibadetin özüdür.”
(T3371 Tirmizî, Deavât, 1)
***
Nu'mân b. Beşîr'den rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber (sav): “Dua ibadetin ta kendisidir.” buyurmuş ve sonra şu âyeti okumuştur: “Rabbiniz şöyle
buyurdu: Bana dua edin ki duanıza icabet edeyim. Bana kulluk etmeyi kibirlerine yediremeyenler aşağılanmış hâlde cehenneme gireceklerdir.”
(Mü'min, 40/60; T3372 Tirmizî, Deavât, 1; D1479 Ebû Dâvûd, Vitr, 23)
***
İbn Ömer'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Sizden her kime dua kapısı açılmış ise ona rahmet kapıları açılmıştır. Allah'tan
istenilen şeyler arasında O'na en sevimli geleni, afiyettir.” Resûlullah (sav) konuşmasına şöyle devam etmiştir: “Dua, başa gelen ve henüz gelmeyen belaya karşı
fayda sağlar. Öyleyse ey Allah'ın kulları, duaya sarılın!”
(T3548 Tirmizî, Deavât, 101)
***
Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Sizden biriniz, 'Dua ettim de duam karşılık görmedi.' deyip acele etmediği
müddetçe duası karşılık bulur.”
(D1484 Ebû Dâvûd, Vitr, 23; M6935 Müslim, Zikir, 91)
***
Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Allah'a, kabul edileceğine gerçekten inanarak dua edin. Bilin ki Allah, ciddiyetten
uzak ve umursamaz bir kalp ile yapılan duaları kabul etmez.”
(T3479 Tirmizî, Deavât, 65)
**********************
Müşrik ordusu ile Müslümanlar Bedir'de karşılıklı olarak yerlerini almışlardı. Orduların sayısındaki dengesizlik hemen fark ediliyordu. Müşrikler bin, Müslümanlar ise üç yüz on dokuz kişi idi. Allah Resûlü her iki orduya da baktı. 2
Sonra yuvarlak çadırının içerisinde 3
kıbleye yönelerek ellerini açtı ve Allah'a şöyle yalvardı: 4
“Allah'ım! Ben senden ahdini ve vaadini (yerine getirmeni) istiyorum. Allah'ım! Eğer (müminlerin helâkini) diliyorsan (ve onlar da helâk olurlar ise) bugünden sonra sana ibadet edilmeyecek!” 5
Bu şekilde, kıbleye dönmüş ellerini uzatıp Rabbine yakarmakta, dua etmekteydi ki, duası çok uzadığından üst elbisesi omuzundan düşmüştü ve sanki bundan haberi yoktu. O sırada içeri gelen sadık dostu Ebû Bekir, cübbesini Peygamber Efendimizin omuzlarına koydu ve ona sarılarak: “Yeter Ey Allah'ın Resûlü! Rabbine bu kadar yalvarış ve yakarış yeter! Allah sana vaad ettiğini mutlaka yerine getirecektir.” dedi. Bu esnada Allah'ın müminlere yardım edeceğini müjdeleyen şu âyet-i kerime nâzil oldu: “Hani Rabbinizden yardım istiyor, yalvarıyordunuz. O da, 'Ben size art arda bin melekle yardım ediyorum.' diye cevap vermişti.” 6
Son derece rahatlatıcı olan bu müjdenin ardından Allah Resûlü üzerinde zırhı ile, “Yakında o ordu bozulacak, onlar arkalarını dönüp kaçacaklar.” âyetini 7
okuyarak çadırdan dışarı çıktı. 8
Allah Resûlü'nün kendilerinden kat kat fazla olan müşrik ordusu karşısında, kendinden geçercesine Rabbine yönelmesi, aslında Allah'la kurduğu samimi bağı ve O'na olan güvenini gösteriyordu. Resûl-i Ekrem (sav), karşı karşıya kaldığı bu zor durumda kendilerine yardım edebilecek yegâne gücün Allah olduğunu ve O'nun, içtenlikle yapılan duaları geri çevirmeyeceğini biliyordu. Zira Allah, kullarına yakın olduğunu, dua edenlerin dualarına karşılık vereceğini bildiriyordu. 9
Savaş sonunda Allah Resûlü'nün, Rabbinin duasını kabul edeceğine dair kuşkusuz bir iman ve teslimiyet ile yaptığı duaya karşılık verilmiş, onunla birlikte tüm Müslümanlar muzaffer olmanın sevincini yaşamıştı.
Çağırmak, yardım talep etmek, yalvarmak; küçükten büyüğe, aşağıdan yukarıya vaki olan talep ve niyaz; sığınmak, nida gibi mânâlara gelen “dua”, terim olarak, kulun samimi ve içten bir şekilde Allah'a sığınmasını ve yakarışını, Allah'ın yüceliği karşısında güçsüzlüğünü itiraf etmesini, sevgi ve tazim duyguları içerisinde O'nun lütfunu, yardımını ve affını dilemesini ifade eder. Dua, Allah'ın (cc) büyüklüğünü dile getirme, O'na yalvarma, hamdetme, şükretme, O'nu övme ve aynı zamanda Allah'a karşı sevgi ve saygı sunma ifadesidir. Hatta özel zaman ve mekânlarda gerçekleştirilen kimi dualar bir yana bırakılacak olursa, dua, genel ve geniş anlamda hiçbir törene bağlı bulunmayan, şekil ve şartlardan bütünüyle sıyrılmış, zaman ve mekân bakımından süreklilik gösteren, kulun Yaratıcısıyla sürekli bir biçimde iletişimde bulunduğu bir ibadet olarak tanımlanabilir. Hz. Peygamber'in, “Allah Teâlâ katında duadan daha kıymetli bir şey yoktur.” 10
ifadesi,bu ibadetin önemini göstermesi açısından dikkat çekicidir. Nitekim Hz. Peygamber dua ile ilgili olarak, “Dua ibadetin özüdür.” buyurmuş, 11
başka bir rivayete göre ise, “Dua ibadetin ta kendisidir.” dedikten sonra şu âyeti okumuştur: “Rabbiniz şöyle buyurdu: Bana dua edin ki duanıza icabet edeyim. Bana kulluk etmeyi kibirlerine yediremeyenler aşağılanmış hâlde cehenneme gireceklerdir.” 12
Sonsuz güç ve kudret sahibi olan Allah, “Bana dua edin ki, duanıza icabet edeyim.” 13
âyetiyle kullarını kendisine çağırır âdeta. “(Resûlüm!) De ki: Duanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin?” 14
ifadeleriyle, yaratılış gayelerini kullarına hatırlatır. Böylece kendisine kulluk için yarattığı insandan, kulluğunu göstermesini ister. Kulluğun özü ise duadır! Kulun dua ile Allah'a yönelmesi, aslında O'nu hakkıyla tanımaya çalıştığı ve tazim ettiği anlamına gelir. Yüce Yaratıcı'nın isteği de zaten bu değil midir? KulunAllah (cc) karşısında haddini ve konumunu bilmesi, O'nun büyüklüğü karşısında sevgi ve saygı ile boyun eğmesi... Belki de bu aczi somut olarak dillendirdiği için dua, kulluğun ve ibadetin özü sayılmıştır. 15
Bu yönüyle dua, Allah ile kul arasında bir diyalog geliştirmek, bir iletişim kurmaktır. Bu iletişim esnasında kul, kendini yaratan Rabbine samimi şekilde hâlini arz eder; âcizliğini, güçsüzlüğünü dile getirir; bunun karşısında o yüce makamdan yardım, bağış, af, merhamet, güç ve destek ister. Böylece O'na olan bağlılığını, teslimiyetini ve samimiyetini gösterir.Allah, duaya ihtiyacı olmadığını düşünen, kendini dua etmekten müstağni gören ve Rabbi ile iletişimini sağlayan duayı terk eden insandan hoşnut değildir. 16
Zira bu, Yaratan karşısında kibirlenmenin ifadesidir. İnsan ve Allah arasındaki bu iletişim herhangi bir zaman ve mekânla sınırlanamaz. İnsan, her an ve her durumda dua edebilir. “Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her vakit) Allah'ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler (ve şöyle derler:) Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azabından koru!” 17
âyeti bu gerçeği ifade eder. İnsan, hayatı boyunca üstesinden gelemeyeceği birçok şeyle karşılaşır; öfke, keder, sıkıntı, korku, âcizlik, yalnızlık ve ümitsizlik gibi hâller yaşar. Özellikle zorlandığı zamanlarda Allah'a dua etme ihtiyacı hisseder. Zira Yüce Allah'ın duayı kabul edeceği ümidi, dua edenin üzüntü ve kederini hafifletir; ona dayanma gücü ve sabır verir. Dolayısıyla insan sıkıntılı durumlarda Rabbine yönelmeli ve O'na dua etmelidir. Bu sıkıntılar karşısında dua Resûlullah'ın da buyurduğu üzere, “müminin silahı” konumundadır. 18
Ve Allah Resûlü, “Sizden her kime dua kapısı açılmış ise ona rahmet kapıları açılmıştır. Allah'tan istenilen şeyler arasında O'na en sevimli geleni, afiyettir.” dedikten sonra sözlerine şöyle devam etmiştir: “Dua, başa gelen ve henüz gelmeyen belaya karşı fayda sağlar. Ey Allah'ın kulları, duaya sarılın!” 19
Ancak Allah, insanların sadece sıkıntıya düştüklerinde dua etmelerini istemez. O, varlıkta olduğu kadar yoklukta, sıkıntıda olduğu kadar rahat zamanlarında da kulunun yakarışını duymak ister. Sadece darda kaldığı anlarda Allah'ı hatırlayarak dua eden kimse, “İnsana bir nimet verdiğimiz zaman (bizden) yüz çevirir ve yan çizer. Fakat ona bir kötülük dokunduğu zaman da yalvarmaya koyulur.” 20
ifadeleriyle Kur'ân-ı Kerîm'de kınanır. Nitekim bu tavır, Allah'ın âyetlerini inkâr edenlerin, başlarına bir musibet geldiğinde büyük bir âcizlik içerisinde yalvarmalarına, Allah onları bu musibetten kurtardığında ise nankörlük yapmalarına benzemektedir. 21
Oysa insan, her an Allah'a muhtaç olduğunun, O'nunla kurduğu bağı her an sağlam ve taze tutması gerektiğinin şuurunda olmalıdır. Nitekim Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Sıkıntılı ve ıstıraplı anlarda duasının Allah tarafından kabul edilmesi her kimi sevindirirse, bolluk ve ferahlık zamanlarında duasını çoğaltsın.” 22
İyi gününde şükreden, eline geçen nimeti O'nun rızasına uygun biçimde kullanabilmek için Rabbine dua eden kul, bolluk ve refah içinde de Yaratıcısına bağlılığını ve sadakatini göstermiş olur. Sabah akşam O'nun rızasını dileyerek dua edenlerle birlikte 23
Rabbini tazim eder. Duanın yasak olduğu bir zaman yoktur. Aksine, âyet ve hadislerde bazı vakit ve durumlarda yapılan duaların daha makbul olduğu belirtilmiştir. Bu vakitler, kulun Rabbine daha yakın olacağı özel zamanlardır. Seher vakitleri bu değerli zaman dilimlerinden birisidir. Rabbimiz, “Onlar, (takva sahipleri) seher vakitlerinde bağışlanma dilerler.” 24
âyeti ile bu vaktin kıymetine dikkat çeker. Allah Resûlü de dua için, gecenin son üçte birinin önemli olduğuna vurgu yapar. Zira bu vakitte Rabbimiz dünya semasına iner (rahmet nazarı ile bakar) ve şöyle der: “Bana dua eden yok mu, duasını kabul edeyim. Benden bir şey isteyen yok mu, istediğini vereyim. Af dileyen yok mu, onu bağışlayayım.” 25
Allah ve Resûlü bu ve buna benzer vakitleri 26
zikrederek aslında müminlerin her anlarını dua için fırsata çevirmelerini isterler. Nitekim Resûl-i Ekrem'in (sav) hayatına baktığımız zaman, duanın onun hayatının her noktasını kuşattığını görürüz. Günlük hayatın akışı içinde duayı âdeta vazgeçilmez bir unsur olarak gören Sevgili Peygamberimiz, sabah uyandığında kendisini yeni bir güne daha ulaştıran Rabbine, “Elhamdülillâhillezî ahyânâ ba'de mâ emâtenâ ve ileyhi'n-nüşûr.”(Bizi öldürdükten sonra dirilten Allah'a hamdolsun. Dönüş yine O'nadır.) 27
diyerek dua ederdi. Gece yatağına yattığında ise, sığınacak bir yeri olduğu için Allah'a şükrünü şöyle dile getirirdi: “Elhamdülillâhillezî et'amenâ ve sekânâ ve kefânâ ve âvânâ ve kem mimmen lâ kâfiye lehû velâ mü'viye”(Sığınacak yeri ve ihtiyacını giderecek kimsesi olmayan niceleri varken; bizi yediren, içiren, ihtiyaçlarımızı gideren ve bizi barındıran Allah'a hamdolsun.) 28
Hz. Peygamber yaptığı her işte Allah'ın rızasını gözetir ve bu niyetini Rabbine dua ederek ortaya koyardı. Bir iş yapmak istediğinde, “Allâhümme hır lî vahterlî”(Allah'ım! Bana hayırlısını ver ve benim için en uygun olanı seç.) 29
diye niyazda bulunurdu. Yolculuğa çıkarken de binitine biner ve üç kez tekbir getirdikten sonra, “Sübhânellezî sehhara lenâ hâzâ vemâ künnâ lehû mukrinîn ve innâ ilâ rabbinâ lemünkalibûn”(Hiçbir şekilde sahip olamayacakken, bu biniti bizim hizmetimize veren Allah'ı tenzih ederim. Şüphesiz ki biz Rabbimize tekrar döneceğiz.) 30
duasıyla Allah'a şükrünü arz ederdi. Kısacası Allah Resûlü (sav) hayatın her alanını dualarıyla zenginleştiriyor, ruhunu dua ile besliyor ve teskin ediyordu. Allah Resûlü dua edeceğinde bazen kıbleye yönelir, 31 bazen koltuk altı görünecek kadar ellerini kaldırır, 32
bazen avuçlarını açarak, 33
bazen de avuçlarını birleştirerek 34
içtenlikle dua ederdi. Dua ettikten sonra ellerini mutlaka yüzüne sürer 35
ve ashâbına da bunu tavsiye ederdi 36
Zira Allah, Yüce Kelâmı'nda kullarından, kendisine içten dua etmelerini istemişti: “Rabbinize yalvara yakara ve gizlice dua edin. Bilesiniz ki O, haddi aşanları sevmez.” 37
Bu yüzden Allah Resûlü yüksek sesle dua etmekten hoşlanmaz, böyle yapanları uyarırdı. Ebû Musa el-Eş'arî'nin anlattığına göre, Hayber'e yapılan seferden dönüşte böyle bir olay yaşanmıştı. Resûlullah ile beraber olanlar, Medine'ye yaklaştıklarında yüksek bir tepeye çıkınca yüksek sesle tekbir getirerek Allah'a tazimde bulunmuşlardı. Bunun üzerine Allah Resûlü onlara şu nasihatte bulundu: “Kendinize gelin! Siz sağır olan ve burada bulunmayan bir Allah'a seslenmiyorsunuz. (Bilakis) Her şeyi işiten, gören ve size çok yakın olan Allah'a sesleniyorsunuz.” 38
Yüce Rabbimiz de Hz. Zekeriya'nın çocuk sahibi olmak için yaptığı duayı “Hani o, Rabbine kısık bir sesle yalvarmıştı.” 39
ifadeleriyle anmaya değer görüyordu. “Resûlullah (sav) özlü ve kapsamlı duaları tercih ederdi.” 40
Dua ederken kararlı davranırdı. İbn Mes'ûd'un bildirdiğine göre, “Hz. Peygamber (sav) dua ettiği zaman üç kere tekrar eder, Allah'tan bir şey istediği zaman üç kere isterdi.” 41
Sevgili Peygamberimiz ashâbına şu tavsiyede bulunurdu: “Sizden biri dua ettiğinde, 'Allah'ım! Dilersen beni affet!' demesin. Kararlı, azimli bir şekilde ısrarla dua edip istesin. Zira hiçbir şeyi vermek Allah'a güç gelmez.” 42
Bununla birlikte Peygamber Efendimiz yaptığı duaya karşılık hemen sonuç beklemez, ama Rabbinin kendisini boş çevirmeyeceğini bilirdi. Bir keresinde, “Sizden biriniz, 'Dua ettim de duam karşılık görmedi.' deyip acele etmediği müddetçe duası karşılık bulur.” 43
buyurmuştu. Sahâbe, “Yâ Resûlallah! Acele etmek nedir?” diye sorunca da, “Dua ettim de kabul edildiğini görmedim, der ve o anda vazgeçerek duayı bırakır.” 44
cevabını vermişti. Resûlullah'ın açıklamasından anlaşılacağı üzere karşılığı ister bu dünyada verilsin, ister âhirete ertelensin, dua er ya da geç Allah katında karşılık bulacaktır.
Dua eden kişinin, her şeye kadir olan Rabbine el açtığının farkında olması ve dilinden dökülen ya da gönlünden geçen cümleleri seçerek Rabbine yakışır bir biçimde dua etmesi gerekir. Bu bağlamda Allah Resûlü'nün bir diğer tavsiyesi, “Allah'a, kabul edileceğine gerçekten inanarak dua edin. Bilin ki Allah, ciddiyetten uzak ve umursamaz bir kalp ile yapılan duaları kabul etmez.” 45
şeklindedir. Allah (cc),“Kullarım sana beni sorarlarsa, bilsinler ki ben, şüphesiz onlara yakınım.
Benden isteyenin, dua ettiğinde duasını kabul ederim. Artık onlar da davetimi kabul edip bana inansınlar ki, doğru yolda yürüyenlerden olsunlar.” 46
âyetiyle kendisine yönelen kulun duasını kabul edeceğini vaad eder. Bu konuda Peygamberimiz (sav) ise, “Şüphesiz Rabbiniz son derece hayâ ve kerem sahibidir. Kulu O'na elini kaldırdığı zaman, o elleri boş çevirmekten hayâ eder.” 47
buyurmuştur. Böyle bir lütuf karşısında Rabbine dua eden insandan, (azabından) korkarak ve (rahmetini) umarak Allah'a yönelmesi istenmiştir. 48
Allah Teâlâ bu şekilde dua eden müminin duasına önem vermekte, onun yalnız olmadığını, her türlü şartta durumunu bilen ve ona yakın olan bir Allah bulunduğunu hatırlatmaktadır. 49
Hz. Peygamber (sav), Allah'a O'nun güzel isimleri (el-esmâü'l-hüsnâ) ile dua etmekten hoşlanırdı. Bir gün Enes b. Mâlik ve Resûlullah birlikte otururken, namaz kılan bir adama şahit oldular. Adam namazdan sonra, “Ey Allah'ım! Hamd ancak sanadır, senden başka ilâh yoktur. Gökleri ve yeri yaratan, bol bol veren (sensin) ey Celâl ve İkram sahibi! Ey Hayy (ezelî ve ebedî bir hayata sahip olan) ve Kayyûm (kâinatı idare eden)! Senden istiyorum!” diye dua etmişti. Bunu duyan Allah Resûlü, adamın bu davranışını onaylayarak, “Şüphesiz Allah'a, kendisi ile dua edildiği zaman mutlaka kabul ettiği ve istenildiğinde verdiği ism-i âzam ile dua etti.” buyurdu. 50
Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de de, “En güzel isimler (el-esmâü'l-hüsnâ) Allah'ındır. O hâlde O'na, o güzel isimlerle dua edin.” 51
buyrulmuştur. Peygamberimiz hem bu dünya için hem de âhiret için dua ederdi. En çok yaptığı dualardan biri şuydu: “Allâhümme rabbenâ âtinâ fi'd-dünyâ haseneten ve fi'lâhireti haseneten vekınâ azâbe'n-nâr.”(Allah'ım! Bize dünyada da iyilik ver, âhirette de iyilik ver. Bizi cehennem azabından koru!) 52
Kur'ân-ı Kerîm'de de dua edilirken âhiretin unutulmaması gerektiği hatırlatılıyordu: “İnsanlardan, 'Ey Rabbimiz! Bize (vereceğini) bu dünyada ver.'diyenler vardır. Bunların âhirette bir nasibi yoktur. Onlardan, 'Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, âhirette de iyilik ver ve bizi ateş azabından koru.' diyenler de vardır. İşte onlara kazandıklarından bir nasip vardır. Allah, hesabı pek çabuk görendir.” 53
Peygamberimiz, duada istenecek şeylerin meşru, olumlu ve anlamlı olmasına da özen gösterirdi. Bu nedenle Hz. Peygamber, Allah'ın duaları kabul edeceğini belirtirken, günah işlemeyi hedefleyen veya akrabalık ilişkilerinin kesilmesini isteyen duaları istisna etmişti. 54
Sevgili Peygamberimiz duayı “âmîn” diyerek bitirmeye önem verirdi. Sahâbe de Allah Resûlü'nün bu uygulamalarını devam ettiriyordu. Ebû Züheyr en- Nümeyrî, topluluk içinde bir kişi dua ettiğinde duasını “âmîn” ile bitirmesini tavsiye eder ve bunun sayfaya vurulan bir mühür gibi olduğunu söylerdi. Ebû Züheyr bu konuyla ilgili başından geçen bir hâdiseyi etrafındakilere şöyle anlatmıştı: “Bir gece Resûlullah (sav) ile birlikte dışarıya çıkmıştık. Devamlı ve ısrarla dua eden bir adamın yanına geldik. Bunun üzerine Peygamber (sav) durup onu dinlemeye başladı ve 'Eğer mühürlerse, kazandı.' dedi. Cemaatten birisi, 'Ne ile mühürleyecek?' diye sorunca, O (sav), “Âmîn ile. Eğer âmîn ile mühürlerse kazandı.” diye cevap verdi. Bunun üzerine Peygamber'e (sav) soru soran kişi, dua eden adama gidip dedi ki, 'Ey filân, 'âmîn' ile bitir ve müjdeye nail ol!'” 55
İnsanın kendi kendine dua etmesi kadar, başkalarından dua alması da önemlidir. Bir defasında Allah Resûlü, Hz. Ömer'e şu tavsiyede bulunmuştur: “Bir hastanın ziyaretine gittiğinde ondan senin için dua etmesini iste. Zira hastanın duası meleklerin duası gibidir.” 56
Müslüman'ın din kardeşi için yaptığı dua hakkında ise Peygamberimiz şunları söyler: “Kişinin (din) kardeşi için gıyabında (onun olmadığı yerde) ettiği dua makbuldür. O kişinin başucunda, duasına âmîn diyen bir melek bulunur. O kişi (din) kardeşine hayır dua ettikçe (görevli) melek: 'Âmîn, (din kardeşin için istediğin) hayrın misli senin için de olsun.' der.” 57
Bunun gibi, anne babanın çocuklarına yaptığı dua ile misafirin ve yolcunun duaları da kabul olunacak dualar arasında zikredilmiştir. 58
Diğer taraftan haksızlığa uğrayan insanların da bedduasından sakınmak gerekir. Allah Resûlü, Muâz b. Cebel'i Yemen'e gönderirken, mazlumların duasından sakınmasını tavsiye eder ve şöyle buyurur: “Mazlum ile Allah arasında (duanın kabulüne mâni olacak) hiçbir perde yoktur.” 59
İnsan, hayatını duayla anlamlandırmalı, duasız bir hayatın Allah katında değeri olmadığını bilerek varlığına değer katmak, hayatını anlamlı kılmak ve Allah katında bir hoşnutluk bulmak için dua etmelidir. Yaptığı dua ise içten ve samimi olmalıdır. Gerçekleşeceğine inanarak, ısrarla Allah'a isteklerini arz etmeli, ama duasının bir an önce gerçekleşmesi için acele etmemelidir. Kur'an'daki dua âyetleriyle ya da selef-i sâlihînden nakledilen/me'sûr dualarla Rabbimize niyazda bulunmak mümkün olduğu gibi, içinden geldiğince, kendi diliyle ve kendi hislerini ortaya koyarak dua etmek de mümkündür. En güzeli ise, her işte olduğu gibi dua ederken de Peygamber Efendimizi örnek almak, onun öğrettiği dua âdâbına uyarak, onun dilinden dökülen cümlelerle Allah'a yalvarmaktır. Allah'ın Son Resûlü bir duasında Rabbine şöyle yalvarır:
“Allah'ım! Günahımı, bilgisizliğimi(n sonucu olarak yaptıklarımı), haddimi aşarak işlediklerimi ve benden daha iyi bildiğin bütün kusurlarımı bağışla! Allah'ım! Ciddi ve şaka yollu yaptıklarımı, yanlışlıkla ve bilerek işlediğim günahlarımı affeyle! Bütün bu kusurların bende bulunduğunu itiraf ederim.Allah'ım! Şimdiye kadar yaptığım ve bundan sonra yapacağım, gizlediğim ve açığa vurduğum, benden daha iyi bildiğin günahlarımı affeyle! Öne geçiren de sensin, geride bırakan da sensin. Ve senin gücün her şeye yeter.” 60
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder