SADAKA SADAKATİN GÖSTERGESİ
Saîd b. Ebû Bürde'nin, babası aracılığıyla dedesinden naklettiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur:
“Her Müslüman'ın sadaka vermesi gerekir.”
(M2333 Müslim, Zekât, 55; B1445 Buhârî, Zekât, 30)
***
Câbir b. Abdullah'ın (ra) naklettiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Her iyilik/güzel iş bir sadakadır.”
(B6021 Buhârî, Edeb, 33)
***
Enes b. Mâlik'in naklettiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Kuşkusuz sadaka, Rabbin hoşnutsuzluğunu giderir (Allah'ın kişiye huzurlu bir
hayat bağışlamasına vesile olur, işlenen kötülüklere mukabil başa gelebilecek kötülüklere de kefaret olur) ve kötü bir şekilde ölmeyi (Allah'ın izniyle) önler.”
(T664 Tirmizî, Zekât, 28)
***
Adî b. Hâtim'in naklettiğine göre, Resûlullah (sav) cehennemden bahsetti, ondan Allah'a sığındı ve yüzünü üç defa çevirdikten sonra şöyle
buyurdu: “Yarım hurma (sadaka) ile bile olsa cehennemden korunun. Eğer bunu da bulamazsanız güzel bir sözle (korunun).”
(M2350 Müslim, Zekât, 68)
***
Ebû Hüreyre (ra) anlatıyor: “Bir adam Hz. Peygamber'e (sav), 'Ey Allah'ın Resûlü, hangi sadaka en faziletlidir?' diye sordu. Hz. Peygamber, '
Sağlıklı iken ve fakirlik endişesi ve zengin olma hırsı ile hareket ederken tasaddukta bulunabilmendir.(Sadaka vermeyi) can boğaza gelip de (son
nefesini yaşadığın âna kadar) erteleme...' buyurdu.”
(B2748 Buhârî, Vesâyâ, 7)
***
Abdullah b. Yezid'in Ebû Mes'ûd el-Bedrî'den işittiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Kişinin ailesi için yaptığı harcama da
sadakadır.”
(B4006 Buhârî, Meğâzî, 12)
*********************
için mal ile sadaka veremeyenler de vardı. Hemen sordular: “(Sadaka verecek mal) bulamayana ne dersin?” Allah Resûlü, “Eliyle (emek verir) çalışır.
Hem kendisi faydalanır, hem de sadaka verir.” buyurdu. Sahâbe tekrar, “Ya buna gücü yetmezse ne dersin?” diye sordular. “İhtiyaç sahibi, darda kalmış
ve mazlum kimselere yardımcı olur.” Sahâbe tekrar, “Ya buna gücü yetmezse ne dersin?” diye sorunca Resûlullah, iyiliği veya hayrı ister. “Bunu da
yapmazsa ne dersin?” diye dördüncü kez sorunca, “Kötülükten uzak durur. Bu da bir sadakadır.” buyurdular. 1
Değişik vesilelerle sadaka vermenin önemini ve kapsamını izah eden Allah Resûlü yine bir gün ashâbına bu konuda şunları söylüyordu: “Güneşin
doğduğu her gün, insanın bütün eklemleri için sadaka vermesi gerekir. İki kişinin arasını düzeltmen sadakadır. Bir kimseyi kaldırarak hayvanına binmesine
yardımcı olman veya eşyasını ona yüklemen sadakadır. Güzel söz de sadakadır. Namaza giderken attığın her adım sadakadır. Yoldaki rahatsızlık veren şeyleri
kaldırman sadakadır.” 2 “Kendini doyurmak için harcadığın senin için sadakadır. Çocuğuna yedirdiğin şey senin için sadakadır. Eşine yedirdiğin şey senin için
sadakadır. Hizmetçini doyurduğun şey senin için sadakadır.” 3 buyuran Peygamber Efendimiz, bir anlamda helâl lokmanın sadaka yerine geçtiğini dile
getirmektedir. Onun belirttiğine göre Müslüman kişinin bir insana selâm vermesi ve kişinin kendi eşi ile birlikte olması da sadakadır. 4 Aynı
şekilde Müslüman kardeşine güler yüzlü davranmak, kovasındaki sudan onun kabına boşaltmak, 5 kaybolan birine yolu tarif etmek, iyi göremeyen
birine rehberlik etmek, 6 ve üzerinde hakkı olduğu kimseye veya borçlusuna anlayışlı davranarak süre tanımak 7 da Allah Resûlü tarafından
sadaka olarak tanımlanmıştır. Öyle ki bir kimsenin diktiği ağaç veya ekinlerden her türlü canlının yedikleri bile sadaka kapsamındadır. 8
Sıdk (doğruluk), sadakat (özden bağlılık, samimiyet), sadık (dürüst ve samimi olan kişi) kelimeleri ile ortak kökten gelen sadaka bu anlamları
ifade edebilecek bütün davranışları kapsar. Meselâ, ibadet niyetiyle sadaka veren kimse Rabbine karşı, malından veren varlıklı kişi muhtaçlara
karşı, evinin ihtiyaçlarını karşılayan eşine ve çocuklarına karşı
yardımsever, ihtiyaç sahiplerine karşı sadakatini, samimiyetini, iyi niyetli olduğunu göstermektedir.
Yüce Allah, “Onun için kim (elinde bulunandan) verir, Allah'a karşı gelmekten sakınır ve en güzel sözü (kelime-i tevhidi) tasdik ederse, biz onu en kolay
olana kolayca iletiriz. Fakat kim cimrilik eder, kendini Allah'a muhtaç görmez ve en güzel sözü (kelime-i tevhidi) yalanlarsa, biz de onu en zor olana kolayca
iletiriz.” buyurmuştur. 9 Bu âyetlerde sadaka, sakınma ve tasdik etme arasında kurulan sıkı bağ, dikkat çekicidir. Sadaka, imanda sadakat ve
samimiyetin bir delili, tasdik de âhirete imanın bir ifadesidir. Bunun içindir ki Resûlullah (sav), “...Sadaka bir delildir...” 10 hadisinde sadakanın,
veren kişinin imanına ve sadakatine bir delil olduğunu buyurmuştur.
Asıl sadaka, malî yardım şeklinde yapılandır. Ancak bu, herkes için mümkün olmayabilir veya her zaman ihtiyacı karşılamayabilir. Zira sadaka,
karşımızdakini mutlu etmek ve bir eksiğini gidermek ise, aç olan kimse için onu doyurmak sadaka iken, hasta olan için ziyaretine gitmek sadaka
olacaktır. Bazı durumlarda çevre temizliği sadaka iken, bazen güzel bir nasihat, hayat kurtaran bir sadaka olabilir.
Gücü kudreti yerinde olan gücüyle, malı olan malıyla, ilmi olan da ilmiyle sadaka verecektir. 11 Zira sadaka vermek insanların imkân ve fizikî
durumları ile yakından ilgilidir. Varlıklı bir insan için mal ile tasaddukta bulunmak akla gelen ilk sadaka şekli iken, gücü kuvveti yerinde olan
kişinin emeğini insanların hayrına sunması sadaka sevabına eriştirecektir. Yaşlı ve hasta bir kimsenin güzel bir nasihati, iyiliğe çağırması güzel bir
sadaka iken, genç ve dinamik bir kimsenin de o yaşlıya göstereceği saygı ve hizmet yerinde bir sadakadır.
Kutlu Nebî, “Her iyilik bir sadakadır.” 12 hadisi ile sadakaya her Müslüman'ın yapabileceği bütün güzel davranışları kuşatacak bir anlam
yüklemiştir. Bu şekilde geniş bir uygulama alanı bulunan sadakalar âhiret yurdu için de en güzel hazırlıktır. Âlim sahâbî Abdullah b. Mes'ûd
anlatıyor: “Bir gün Nebî (sav) çevresindekilere, 'Hanginiz vârisinin malını kendi malından daha çok sever?' diye sordu. Oradakiler, 'Aramızda, kendi
malını vârisininkinden daha çok sevmeyen kimse yoktur.' dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu: 'Şunu iyi bilin ki aranızda vârisinin
malı, kendi malından daha çok hoşuna giden hiç kimse yoktur. (Çünkü) Senin malın (sadaka vererek) hayır yaparak önceden (âhirete) gönderdiğindir.
Vârisinin malı ise (öldükten sonra) geride bıraktıklarındır.' ” 13 Allah Resûlü yine bir gün,
“Çoklukla övünmek sizi oyaladı.” 14 âyetini okuduktan sonra o sırada yanında bulunan sahâbîlere, “Âdemoğlu, 'Malım, malım!' diyor. Ey âdemoğlu,
senin yiyip tükettiğin, giyip eskittiğin ve sadaka verip önceden (âhirete) gönderdiğin dışında bir malın mı var?” 15 buyurmuştu.
Hz. Âişe'nin anlattığı bir diğer olayda Hz. Peygamber ailesi için bir koyun kesmiş ve eşlerine ondan ne kadarı kaldı diye sormuştu. Hz. Âişe, “Bize
sadece kürek kemiği kaldı.” deyince Resûlullah (sav) şöyle buyurdu: “(Demek ki) kürek kemiğinin dışında tümü (bize) kaldı.” 16
Allah Resûlü'nün açıkça belirttiğine göre sadaka malı azaltmıyor, 17 Allah katında mükâfatın artmasına vesile oluyordu. Bunun için yularlı bir
devesini Allah yolunda tasadduk eden bir sahâbî için, “Allah (bu kişiye) kıyamet gününde yularlı yedi yüz deve tasadduk etmiş gibi sevap verecektir.” 18
buyurmuştu. Kur'an'ı Kerim'de de Yüce Mevlâ, “Allah yolunda mallarını harcayanların örneği, yedi başak bitiren bir dane gibidir ki her başakta yüz dane
vardır. Allah dilediğine kat kat fazlasını verir. Allah'ın lütfu geniştir, O her şeyi bilir.” 19 buyurarak, kendi rızası için verenlerin mükâfatının yedi yüz
misliyle olacağını bildirmiştir. Çünkü paylaşılmayan bir mal, geçici ve fânidir. Bir gün ya yok olur ya da yararsız hâle gelir. Fakat diğer insanlarla
paylaşıldığı zaman daha uzun bir dönem devam eder ve istifade edildikçe de sahibine mükâfat kazandırır. Kutlu Nebî, “İnsan öldüğü zaman, şu üç
şey dışında amelleri kesilir: Sadaka-i câriye (faydası kesintisiz devam eden sadaka), kendisinden yararlanılan ilim ve kendisine dua eden sâlih evlât.” 20
derken, insanların çeşme ve köprü gibi sürekli yararlandığı, uzun ömürlü yaşayan sadakaları ilk sırada anmaktadır.
Verilen sadakanın azlığı çokluğu, küçüklüğü büyüklüğü kadar helâlinden kazanılıp kazanılmadığı ve verilirken kişinin taşıdığı samimiyet de
önemlidir. Hz. Peygamber'in kendisine, “Hangi sadaka en faziletlidir?” diye soran bir kimseye, “Malı az olanın gücüne göre verdiği (sadaka!)” 21
demesi bu noktada son derece anlamlıdır.
Resûl-i Ekrem helâl maldan verilen sadakanın Allah katındaki değerini şöyle anlatmaktadır: “Kim helâl kazancından bir hurma miktarı sadaka verirse
—ki Allah sadece helâl olanı kabul eder— Allah o sadakayı büyük bir hoşnutlukla kabul eder. Sonra onu sahibi için, sizden birinizin tayını yetiştirdiği gibi
(özenle) dağ gibi olana kadar büyütür (bereketlendirir). 22 Öyle ki lokma büyüklüğündeki bir sadakanın sevabı Uhud Dağı kadar oluverir. Allah'ın
Kitabı'nda bunu tasdik eden âyetler şunlardır.” buyuran sevgili Peygamberimiz,
“Onlar, kullarının tevbesini kabul edenin ve sadakaları alanın Allah olduğunu bilmezler mi?” 23 “Allah faiz malını mahveder (Faiz karışan malın bereketini
giderir), sadakaları ise artırır (bereketlendirir)...” 24 âyetlerini okumuştur.
Halis niyetle Allah rızası için verilen her türlü sadaka, Allah katında değerlidir ve mükâfata lâyıktır. Allah Elçisi'nin anlattığına göre bir adam yemin
ederek geceleyin sadaka vereceğini söyler ve bilmeyerek elindeki sadakayı bir hırsızın eline tutuşturur. Bunu duyan insanlar ertesi gün, “Bir hırsıza
sadaka verilmiş!” diye konuşurlar. Sadakayı veren zât, buna üzülmez ve verdiği sadakadan dolayı Allah'a hamdeder. Tekrar sadaka vereceğine dair
kendi kendine söz verir. Bu defa da elindeki sadakayı geceleyin bilmeyerek kötü bir kadına verir. Sabah olunca, bunu duyan halk, “Bu gece de
kötü bir kadına sadaka verilmiş!”' diye konuşurlar. Sadaka veren yine aldırmayarak, “Allah'ım! Kötü bir kadına (senin iraden dâhilinde) sadaka
verdiğim için sana hamdediyorum.” der. Üçüncü gece tekrar bir kimseye sadaka vermek ister. Ve bu sefer de bilmeyerek bir zengine verir. Ertesi
gün halk bunu da diline dolayarak konuşurlar. Bu hayırsever kişi bilmeden bir zengine sadaka verdiği için tekrar Allah'a hamdeder. Allah rızasını
gözeterek halis niyetle gizlice verdiği bütün bu sadakalardan sonra kendisine şöyle denilir:
“Bir hırsıza verdiğin sadaka var ya, umulur ki (bu sadaka sayesinde) o, hırsızlığından vazgeçer. Zinakâr kadına gelince, umulur ki o da zinasından vazgeçer.
Zengine gelince, umulur ki o da ibret alır, Allah'ın kendisine verdiği maldan infakta bulunur.” 25 Bu hadis, verilen sadakaların âhiretteki ecir ve
sevabından önce, dünyada sağlayacağı yararlara dikkat çekmektedir. Bırakın yoksullara verilen sadakayı, yanlışlıkla verildiğinde dahi sadaka,
insanların hatalarını düzeltmesine imkân verebilmekte, çeşitli dünyevî kazanımlara vesile olmaktadır. Bu ise sadakanın, fakirlerin ihtiyaçlarını
karşılamasının, onların maddî sıkıntılarını gidermesinin yanı sıra bazı kimselerin yanlışlarını fark edip düzeltmelerine yardımcı olduğunu da
ortaya koymaktadır.
Peygamber Efendimiz, cennette inananlara açılacak kapılardan birinin “sadaka kapısı ” olduğunu bildirirken de 26 verilen sadakaların mükâfata
dönüşeceğini ve yapılan iyiliklerin karşılıksız kalmayacağına işaret buyurmuştur. “Kuşkusuz sadaka, Rabbin hoşnutsuzluğunu giderir (Allah'ın kişiye
huzurlu bir hayat bağışlamasına vesile olur, işlenen kötülüklere mukabil başa gelebilecek kötülüklere de kefaret olur) ve kötü bir şekilde ölmeyi (Allah'ın
izniyle) önler” 27 , “Kıyamet günü müminin gölgesi (onu himaye edecek şey) sadakasıdır.” 28 hadisleri de aynı hususa işaret etmektedir.
Kutlu Nebî, sadakanın insan psikolojisi üzerindeki faydalarına işaret ederek sadaka vermekle kişinin şahsiyetini geliştirebileceğine dikkat
çekmiştir. Meselâ, katı kalpli olmaktan şikâyet eden bir sahâbîye yufka yürekli olabilmesi için ihtiyaç sahiplerine yedirme ve yetimin başını okşama
suretiyle sadaka vermesini tavsiye etmiştir. 29 “Hastalarınızı sadaka ile tedavi edin.” 30 buyuran Peygamber Efendimiz, ihtiyaç sahiplerine yardımcı
olan ve onların duasını alan kişinin karşılığını bulacağına işaret etmiştir.
“...Suyun ateşi söndürdüğü gibi, sadaka da hataları söndürür (ortadan kaldırır)...” 31 buyuran Hz. Peygamber'in sünnetinde sadaka vermek, hataların
tashihi için değerlendirilmesi gereken iyi bir fırsattı. Kişinin yaptığı hatalara karşılık sadaka vermesi, bu davranışlarından pişmanlık duyup kendi
nefsine karşı bir nevi müeyyide uygulaması anlamına geliyordu. Yine bu anlamda, “Bir kişi, ailesi, malı, nefsi, çocuğu ve komşusu ile imtihana çekilir.
Oruç, namaz, sadaka ve iyiliği emredip kötülükten sakındırma ise, bu imtihan için kefaret olur.” 32 buyuruyordu. Bir gün tüccarlarla sohbet ederken de,
“Ey tüccar topluluğu! Muhakkak ki alışveriş esnasında boş söz ve yemin bulunur. Bu nedenle alışverişi sadakayla karıştırın (ki hatalara kefaret olsun).” 33
tavsiyesinde bulunuyordu.
Resûlullah (sav) bir konuşmasında cehennemden bahsetti, ondan Allah'a sığındı ve yüzünü üç defa çevirdikten sonra şöyle buyurdu: “Yarım hurma
(sadaka) ile bile olsa cehennemden korunun. Eğer bunu da bulamazsanız güzel bir sözle (korunun).” 34 Bu sözleriyle Hz. Peygamber az veya çok
demeden, herhangi bir davranışla sınırlamadan sürekli sadaka verilmesi gerektiğine işaret buyuruyordu.
Hz. Peygamber cuma ve bayram namazlarında erkek ve kadınların saflarına karışır ve “Sadaka veriniz!” sözüyle onları teşvik ederdi. Cömertliğiyle
meşhur sahâbîlerden Ebû Saîd el-Hudrî, Resûlullah'ın bayram günleri insanlara iki rekât namaz kıldırdıktan sonra ayakta durup saflar hâlinde
oturmuş cemaate doğru döndüğünü ve onlara, “Sadaka veriniz!” buyurduğunu ve bu durumda en çok sadaka verenlerin hanımlar olduğunu
aktarmıştır. 35
Hz. Peygamber sair zamanlarda da ihtiyaç hâlinde ashâbını teşvik ederdi. Bir gün ashâbdan bazıları öğle vaktine doğru Resûlullah'ın yanındaydı. O
sırada yalın ayak, abalarını ortadan delerek başlarına geçirmiş, çıplak, çoğu Mudar kabilesine mensup bazı kimseler Peygamber'in yanına geldiler.
Bunların çok yoksul olduklarını gören Resûlullah'ın
yüzünün rengi değişti. İçeri girip çıktı ve sonra Bilâl'e ezan okumasını, ardından kâmet getirmesini söyledi. Öğle namazını kıldıktan sonra cemaati
sadakaya teşvik babında özlü bir hitapta bulundu: “Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan, ikisinden birçok erkek ve kadın
(meydana getirip) yayan Rabbinize karşı gelmekten sakının. Kendisi adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'a karşı gelmekten ve akrabalık bağlarını
koparmaktan sakının. Şüphesiz Allah üzerinizde gözetleyicidir.” 36 âyetini okudu ve ardından, “...Allah'tan korkun. Herkes yarın için ne göndermiş
olduğuna bir baksın...” 37 âyetini okuduktan sonra (sözüne devamla) herkesin dinarından, dirheminden, elbisesinden, buğdayından, kuru
hurmasından —bu yarım hurma da olsa— sadaka vermesi gerektiğini vurguladı.
Önce ensardan bir sahâbî avucunun alamayacağı büyüklükte, içi dolu bir para kesesi getirdi. Daha sonra oradakiler peş peşe bir şeyler getirdiler.
Sonunda orada yiyecek ve giyecek cinsinden iki küme mal yığıldı. Bu durumu gören Resûlullah'ın mübarek yüzleri altın gibi parlamaya başladı.
Memnuniyetini de şu evrensel prensip ve müjde ile belirtti: “Her kim İslâm'da güzel bir gelenek başlatırsa hem yaptığının ecrini hem de kendisinden
sonra onunla amel edenlerin ecrini kazanır. Onu yapanların kendi ecirlerinden de bir şey eksilmez. Her kim de İslâm'da kötü bir gelenek başlatırsa hem
yaptığının günahını hem de kendisinden sonra onunla amel edenlerin günahını yüklenir. Onların günahlarından da hiçbir şey eksilmez.” 38
Bu şekilde Allah Resûlü'nün mektebinde yetişen sahâbe, sadaka verme konusunda birbirleriyle tatlı bir yarış içindeydiler. Yine bir gün Allah
Resûlü ashâbını mal vermeleri yönünde teşvik etmişti. Ömer b. Hattâb, Resûlullah bu gün bize sadaka vermemizi emretti. Bu (emir) bende mal
bulunan bir zamana rastladı. (Kendi kendime), “Eğer bir gün Ebû Bekir'i geçe(bile)ceksem ancak bugün geçerim.” dedim ve malımın yarısını
getirdim. Resûlullah, “Ailene ne bıraktın?” dedi. Ben de, “Bu kadarını.” dedim. Ardından Ebû Bekir de malının hepsini getirdi. Resûlullah ona da,
“Ailene ne bıraktın?” dedi. O da, “Onlara Allah ve Resûlü'nü bıraktım.” dedi. Bunun üzerine ben, “Bundan sonra hiçbir şeyde seninle yarışa
girmeyeceğim.” dedim. 39
Sadaka vermek aslında bir şükür ifadesidir. Verilen nimetin devamı için onu diğer insanlar ile paylaşmaktır. Yüce Allah, “Allah'ın sana ihsan ettiği
gibi, sen de ihsanda bulun.” 40 buyurarak kendilerine nimet verilenlerin aynı nimeti başkalarıyla paylaşmalarını emretmiştir. Peygamber Efendimiz
bu gerçeğe fırsat buldukça vurgu yapıyor ve konunun daha iyi
anlaşılıp kavranabilmesi için temsiller getiriyor, geçmişten örnekler veriyordu: “...İsrâiloğulları içerisinde cildi alacalı, kel ve kör üç kişi vardı. Allah
bunları imtihan etmek istedi ve onlara bir melek gönderdi. Melek, derisi alacalı olan adama geldi ve en çok istediği şeyin ne olduğunu sordu. Adam, güzel
görünümlü bir cilt istediğini çünkü insanların hâlihazırdaki görüntüsüyle kendisini çirkin bulup ondan iğrendiklerini söyledi. Bunun üzerine melek, adamın
vücudunu sıvazladı ve şifa bulan adamın çirkinliği gitti. Ona çok güzel bir renk ve hoş bir görünüm verilmişti. Daha sonra melek ona en çok hangi malı
sevdiğini sordu. Hastalıktan kurtulan adam, deveyi sevdiğini söyleyince, ona on aylık gebe bir deve verildi. Melek, devenin onun için bereketli olmasını
temenni ederek adamın yanından ayrıldı ve başı kel olan adamın yanına gitti. Ona da en çok istediği şeyin ne olduğunu sordu. O da kendisinden kelliği
giderecek, insanların iğrenmelerini ortadan kaldıracak güzel bir saç istediğini söyledi. Melek onun başını sıvazlar sıvazlamaz kellikten eser kalmadığı gibi, çok
güzel saçları oluverdi. Bu kez de melek ona en çok hangi malı sevdiğini sordu. O, ineği sevdiğini söyleyince, kendisine gebe bir inek verildi. Melek bu adama
da bahşedilen ineğin bereketli olmasını temenni ederek yanından ayrıldı. Melek son olarak âmâ olan adamın yanına geldi ve dünyada en çok istediği şeyin ne
olduğunu ona da sordu. O, görmeyen gözlerinin açılmasını ve bu sayede insanları görmek istediğini söyledi. Melek adamın gözlerini sıvazladı ve adam
görmeye başladı. Ardından da daha öncekilere sorduğu gibi, ona hangi malı çok sevdiğini sordu. Adam koyunları sevdiğini söyleyince, kendisine kuzulu bir
koyun verildi.
Bir müddet sonra muzdarip durumda olan bu kişilere bahşedilen hayvanlar yavruladılar ve çoğaldılar. Bu suretle birinin bir vadi dolusu devesi, diğerinin bir
vadi dolusu sığırı, ötekisinin de bir vadi dolusu koyunu oldu. Aradan yıllar geçti. Melek, bu üç kişinin karşısına bir kez daha çıktı. Ama bu sefer onların
karşısına çıkma sebebi, nimeti veren Allah'a karşı onları şükür imtihanına tâbi tutmaktı.
Bu amaçla önce cildi alacalı olup da Allah'ın sıhhat ve mal verdiği adamın yanına geldi. Tıpkı onun eski hâli gibi hastalıklı ve yoksul bir insan suretine
girmişti. Ona dedi ki: “Ben fakir biriyim. Bütün çarelerim tükendi. Yolculuğu tamamlayabilmem önce Allah'ın inayeti sonra da senin yardımınla mümkündür.
Şimdi ben, sana güzel bir renk, güzel bir görünüm ve mal veren Allah rızası için senden bir deve istiyorum. Bu sayede yolculuğumu tamamlayayım ve
memleketime ulaşayım.” İnsan suretindeki meleğin isteklerini dinleyen adam, “(İyi ama malımda) hak sahipleri çoktur.” diye cevap verince melek ona, “Sanki
seni tanır gibiyim. Sen insanların iğrendiği, cildi alacalı olan kişi değil miydin? Fakir
olduğun hâlde Allah bu malı mülkü sana vermedi mi?” diye sordu. Bu sorulara karşılık adam, “(Hayır) yemin olsun ki bu mal mülk bana atalarımdan miras
kaldı.” dedi. Melek de ona cevaben, “Eğer sen yalan söylüyorsan Allah seni eski hâline döndürsün!” dedi ve oradan ayrıldı.
Sonra kel olan adamın yanına kel bir insan suretinde gitti ve aynı şeyleri söyledi. Bu adam da alacalı adamın yaptığı gibi meleğe yardım etmeyi reddetti.
Melek de ona, “Eğer sen bu sözlerinde yalancı isen, Allah seni eski hâline döndürsün!” dedi.
Ardından âmâ bir insan suretine girerek eskiden âmâ olan adamın yanına giden melek, ona dedi ki: “Ben gariban bir yolcuyum. Yolda kaldım. Önce Allah'ın,
sonra senin yardımınla ancak gideceğim yere ulaşabilirim. Şimdi ben, sana görme kabiliyetini bahşeden Yüce Allah'ın rızası için senden bir koyun istiyorum ki
ondan istifade ederek gideceğim yere ulaşabileyim.” Meleğin bu isteği üzerine âmâ olup da Allah'ın sıhhat verdiği adam dedi ki: “Evet ben gerçekten kördüm.
Allah bana görme kabiliyetini bahşetti. Fakir idim, beni zenginleştirdi. (İşte koyunlarım!) Dilediğin kadar al. Allah'a yemin ederim ki, bugün Allah rızası için
benden alacağın hiçbir şeyde sana sınır koymam.” Bunun üzerine melek ona, “Malın senin olsun. Siz imtihan edildiniz. Neticede Allah senden razı oldu, diğer
iki arkadaşın ise Allah'ın gazabına uğradılar. ” dedi.” 41
Allah Teâlâ, “Mallarını gece ve gündüz, gizli ve açık, hayra sarf edenler var ya, onların mükâfatları Allah katındadır. Onlara korku yoktur, üzüntü de
çekmezler.” buyurur. 42 Sadakalar gösteriş ve riyadan uzak, alanın haysiyet ve onuru zedelenmenden verilmelidir. Allah Resûlü de, Allah'ın kendi
gölgesinden (himayesinden) başka hiçbir gölgenin (yardımcının) bulunmadığı kıyamet gününde, Allah'ın gölgesinde (himayesinde) olacak yedi
sınıf insandan bir sınıfın da sağ elinin verdiği sadakayı sol bilmeyecek derecede gizli tutan kimseler olduğunu belirtmiştir. 43
Eskiden bazı cami, türbe ve hastanelerin gizli köşelerinde üstleri çukur sadaka taşları vardı. Varlıklı hayırseverler bu çukurlara gizlice para
koyarlar, sıkıntılarını ve kötü durumlarını dile getiremeyen, kimseye açamayan fakir insanlar da gizlice gelir, ihtiyaçları miktarınca parayı alırlardı.
Kalanını ise kendisi gibi muhtaç insanları düşünerek orada bırakır ve sadakayı bırakan meçhul kişiye dua ederdi. Böylece sadaka verenler gösteriş
ve riya âfetinden kurtulur, ihtiyaç sahibi fakirlerin de onurları zedelenmezdi. Böylece sadakayı veren de alan da daha bir samimi duygular içinde
sevap kazanırlardı.
Sadaka her zaman verilebilirse de bazı zamanlar farklıdır ve buna bağlı olarak mükâfatı da farklı olacaktır. Allah Teâlâ, “Herhangi birinize ölüm gelip
de, 'Rabbim! Beni yakın bir süreye kadar geciktirsen de sadaka verip iyilerden olsam!' demesinden önce size verdiğimiz rızıktan harcayın.” 44 buyurarak
sadakanın ömür sonuna veya hastalık zamanına ertelenmemesi gerektiğini bildirmiştir. Ebû Hüreyre'nin (ra) anlattığına göre bir adam Hz.
Peygamber'e, “Ey Allah'ın Resûlü, hangi sadaka en faziletlidir?” diye sordu. Hz. Peygamber, “'Sağlıklı iken ve fakirlik endişesi ve zengin olma hırsı ile
hareket ederken tasaddukta bulunabilmendir.. (Sadaka vermeyi) can boğaza gelip de (son nefesini yaşadığın âna kadar) erteleme...” buyurdu. 45 Çünkü
yaşlı veya hasta birinin sadaka vermesi ile hayatının baharında olan kişinin vermesi farklıdır. Birincisi artık ihtiyacı kalmadığı veya istifade
edemeyeceğini anladığı için verir, öteki ise ihtiyacı olduğu hâlde vererek diğerkâmlık, fedakârlık gibi birçok erdemli davranışı beraber sergiler.
Böylece ihtiras, tamahkârlık ve dünyaya aşırı bağlılık duygularını dizginler. İşte Kutlu Nebî bu sonu gelmez ihtiras ve tamahkârlığın daha vakit
varken dizginlenmesi için zamanında sadaka vermenin daha faziletli olduğuna işaret etmiştir.
Peygamber Efendimiz (sav) farklı zamanlarda, farklı kimselere en faydalı olacak sadaka çeşitlerini haber vermiştir: “Sadakanın en faziletlisi,
Müslüman'ın ilim öğrenmesi, sonrada onu Müslüman kardeşine öğretmesidir.” ; 46 “Sadakaların en kıymetlisi Allah yolunda (savaşana bağışlanan) çadır
gölgesi ve Allah yolunda (cihad edene) verilen hizmetçi veya Allah yolunda (savaşana) sağlanan binittir.” ; 47 “En hayırlı sadaka, su ikram etmektir.” ; 48
“Size sadakanın en değerlisini öğreteyim mi? (Evlendikten sonra herhangi bir sebepten dolayı) sana dönüp gelen ve senden başka da geçimini sağlayacak
kimsesi olmayan kızına (yaptığın harcamadır)!” 49 Bu hadislerden sadaka faziletinin, kişiye, ortama ve faydalı olma durumuna göre değiştiği
anlaşılmaktadır. Buna göre ilmî faaliyetlerin az olduğu bir ortamda insanları eğitme en güzel sadaka sayılırken, suyun az olduğu bir yerde insanlara
içme suyu sağlamak en güzel sadaka olmaktadır. Diğer bir durumda da fakir, kimsesiz, terk edilmiş dul bir kadına sahip çıkmak en hayırlı sadaka
olabilmektedir.
Sadaka verilirken dikkat edilmesi gereken bir diğer husus da fakirin incitilmemesi, gönlünün kırılmaması ve yapılan iyiliğin başına
kakılmamasıdır. Allah Teâlâ, “Güzel söz ve bağışlama, arkasından incitme gelen sadakadan daha iyidir. Allah zengindir, halîmdir (hemen cezalandırmaz,
mühlet verir). Ey iman edenler! Allah'a ve âhiret gününe inanmadığı hâlde malını gösteriş
için harcayan kimse gibi, başa kakmak ve incitmek suretiyle yaptığınız hayırları boşa çıkarmayın...” 50 buyurmaktadır.
Sadakanın kimlere verileceği de önemlidir. Bir insanın harcama yapmasına, yardım etmesine en lâyık olanlar öncelikle eşi ve aile efradıdır. “Kişinin
ailesi için yaptığı harcama da sadakadır.” 51 buyuran Allah Resûlü, aile fertleri ihtiyaç hâlinde iken başkalarına sadaka verilmesini tasvip etmemiştir.
Bunun içindir ki o (sav) şöyle buyurmuştur: “Sadakanın en hayırlısı, vereni ve geçindirmekle yükümlü olduğu aile efradını ihtiyaçsız bırakacak şekilde
verilendir. Üstteki (veren) el, alttaki (alan) elden hayırlıdır. Sen ilk önce, geçimini sağlamakla yükümlü olduğun kimselerden başla.” 52
Sadaka verilirken ikinci olarak hısım ve akraba gözetilmelidir. Çünkü yoksul bir kişiye verilen sadakada sadece bir sevap varken, akrabaya
verilende iki sevap vardır. Birincisi sadaka sevabı, ikincisi akrabalık bağlarını kuvvetlendirme sevabıdır. 53 Hz. Peygamber, akrabaya verilen
sadakanın aradaki kin, haset, dargınlık vb. duyguları gidereceğine işaretle, “Sadakanın en faziletlisi içinde sana karşı (gizli) düşmanlık duygusu besleyen
akrabaya verilen sadakadır.” 54 buyurmuştur.
Sonuç olarak sadaka, Allah'a karşı bağlılığın bir ifadesi olarak her insanın imkân ve bulunduğu ortama göre yapabileceği bir ibadet çeşididir.
Böylece Müslümanlar zaman ve sınırlama olmaksızın hayır işlemeye, mükâfat kazanmaya teşvik edilmektedir. Kendi şahsı, ailesi, toplumu, çevresi
hatta hayvanları ilgilendiren bütün hayırlı işlerin sadaka olduğunu bilen bir kişi var gücüyle çalışacaktır. Ayrıca bu sadaka kültüründe her şahsa bu
hayrı işleme fırsatı verilerek insanların hayır yolunda yarışmalarına imkân sağlanmıştır. Bu sayede insanlar daha güzelini ve daha faydalısını bulma
noktasında çaba içerisinde olacak ve sonuçta faydalı olma, hayır yapma anlayışı hâkim olmaya başlayacak, insanlar farklı alanlarda hayır yarışına
gireceklerdir. Böylece Kutlu Nebî'nin, “Sadakalarınızı (bir an önce) veriniz. Çünkü size öyle bir zaman gelecek ki kişi sadakasını getirecek fakat onu kabul
edecek kimse bulamayacak. (Sadaka getirdiği) adam, 'Dün gelseydin onu kabul ederdim, fakat bugün ona ihtiyacım yok.' diyecek.” 55 şeklinde tasvir ettiği
kanaatkâr bir toplum oluşacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder