VEKALET VEKİL ASİL GİBİDİR
Enes (b. Mâlik) tarafından nakledildiğine göre,
Hz. Peygamber (sav) (âmâ sahâbî) İbn Ümmü Mektûm'u Medine'de yerine iki defa vekil bırakmıştır.
(D2931 Ebû Dâvûd, İmâre, 3; HM13031 İbn Hanbel, III, 192)
Hz. Peygamber (sav) (âmâ sahâbî) İbn Ümmü Mektûm'u Medine'de yerine iki defa vekil bırakmıştır.
(D2931 Ebû Dâvûd, İmâre, 3; HM13031 İbn Hanbel, III, 192)
***
Avf b. Mâlik'ten nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Yüce Allah âcizliği kınar. Hâlbuki akıllı olmalısın! Bir işin üstesinden gelemediğin zaman,
'Allah bana yeter, O ne güzel vekildir.' de.”
(D3627 Ebû Dâvûd, Kadâ' (Akdiye), 28)
***
Abdullah b. Abbâs'ın (ra) naklettiğine göre, Fadl b. Abbâs Resûlullah'ın (sav) terkisinde iken Has'am kabilesinden bir kadın Resûlullah'a gelerek şöyle dedi: “Ey
Allah'ın Resûlü! Allah'ın, kulları üzerine haccı farz kılması, babamın çok yaşlandığı ve binek üzerinde oturamaz hâle geldiği bir zamana rastladı. Onun yerine
(vekâleten) ben haccedebilir miyim?” Resûlullah da ona, “Evet.” cevabını verdi. Bu olay Veda Haccı sırasında meydana geldi.
(B1513 Buhârî, Hac, 1)
'Allah bana yeter, O ne güzel vekildir.' de.”
(D3627 Ebû Dâvûd, Kadâ' (Akdiye), 28)
***
Abdullah b. Abbâs'ın (ra) naklettiğine göre, Fadl b. Abbâs Resûlullah'ın (sav) terkisinde iken Has'am kabilesinden bir kadın Resûlullah'a gelerek şöyle dedi: “Ey
Allah'ın Resûlü! Allah'ın, kulları üzerine haccı farz kılması, babamın çok yaşlandığı ve binek üzerinde oturamaz hâle geldiği bir zamana rastladı. Onun yerine
(vekâleten) ben haccedebilir miyim?” Resûlullah da ona, “Evet.” cevabını verdi. Bu olay Veda Haccı sırasında meydana geldi.
(B1513 Buhârî, Hac, 1)
******************
Hicretin sekizinci yılıydı. Hz. Peygamber, Mekke ile Tâif arasında, Mekke'ye dokuz kilometre uzaklıktaki Ci'râne denilen yerde, Hevâzin ve Sakîf kabileleriyle yapılan
Huneyn Gazvesi'nden elde edilen ganimetleri taksim ettikten sonra, umre yapmak üzere ihrama girdi. Umresini tamamlayarak Medine'ye geri döndüğünde
Müslümanlar hacca gitmeye hazırlanıyorlardı. O yıl hacca bizzat gitmeyen Allah Resûlü, hac emirliği görevini Hz. Ebû Bekir'e verdi ve ona hac süresince yapması
gereken vazifeleri bildirdi. Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir derhâl yola koyuldu ve Arc denilen yere kadar ilerledi. Burada ashâba sabah namazını kıldırmak üzereydi ki
Hz. Peygamber'in devesi Ced'â'nın sesini duydu. Allah Resûlü'nün hacca geldiğini düşünerek sabah namazını kendisiyle eda etmek için bekledi. Fakat gelen
Resûlullah değil, Hz. Ali'ydi. Hz. Peygamber, Hz. Ali'yi, hac kafilesinin Medine'den ayrılmasından sonra indirilen Tevbe sûresinin baş kısmından otuz küsur âyeti ve
bazı hususları insanlara bildirmekle görevlendirmişti. Böylece Hz. Ebû Bekir öncülüğünde hac vazifelerini yerine getiren Müslümanlar, Hz. Ali aracılığıyla yeni inen
âyetlere vâkıf olmanın yanı sıra, “artık müşriklerin Kâbe'ye yaklaşamayacak olması, Kâbe'nin çıplak tavaf edilmemesi gerektiği, mümin olmayanın cennete
giremeyeceği” gibi birtakım bilgileri öğrenmiş oldular. 1
Allah Resûlü, peygamberliği süresince insanlara Allah'ın emirlerini daima eksiksiz bir şekilde bildirmiş ve yaşantısıyla da onlara en güzel şekilde örneklik etmiştir.
Başlangıçta küçük bir cemaatten oluşan Müslümanlar zamanla büyük bir toplum hâline gelmiş ve geniş bir coğrafyayı hâkimiyeti altına almıştır. Öyle ki İslâm
coğrafyasının her yerine Hz. Peygamber'in bizzat kendisinin gitmesi mümkün olmamış, bu nedenle o, Müslüman topraklarına katılan her bölgeye Allah'ın dinini
öğretmek ve hükümlerini uygulamakla görevlendirdiği elçileri göndermeye başlamıştır. Yemen halkı Hz. Peygamber'den kendilerine İslâm'ı ve sünneti öğretecek birini
göndermesini istemiş, Hz. Peygamber de bu görevi Ebû Ubeyde b. Cerrâh'a vermiştir. 2 Müslüman olduklarını söyleyerek, dini öğretecek kimselere ihtiyaç
duyduklarını bildiren Ri'l, Zekvân, Usayye ve Lihyânoğulları kabilelerine de ensardan yetmiş sahâbîyi göndermiştir. 3
Ebû Musa el-Eş'arî ile Muâz b. Cebel'i dinî hükümleri bildirmek ve idarecilik yapmak üzere Yemen'e gönderen Hz. Peygamber, çeşitli bölgelerdeki zekât ve cizye gibi
gelirlerin tahsilini de güvenilir elçiler aracılığıyla yapmıştır. Süleymoğulları'nın zekâtını almakla İbnü'l-Lütbiyye'yi, 4 Hayber'deki arazilerin gelirlerini toplamakla da
Abdullah b. Revâha'yı görevlendirmiştir. 5 Böylece, kendisinin ulaşamadığı yerlere vekilleri aracılığıyla ulaşmış, tek başına yürütmesi mümkün olmayan Müslüman
toplumuna ait işleri vekilleri vasıtasıyla görmüştür. Kendisinden sonra gelen halifeler ve emîrler de bu uygulamayı devam ettirmişlerdir. Örneğin, Medine valisi
Mervân'ın, kendisinin görev başında bulunamadığı zamanlarda Ebû Hüreyre'yi vekil bıraktığı bilinmektedir. 6 Hz. Ömer'in atamış olduğu valiler de gerekli
durumlarda yerlerine, ehil olan kimseleri bırakmışlardır. 7
Vekâlet, güven esasına dayanan bir ilişkidir. Zira vekil, asil gibidir; asıl şahsın kendisi adına yetki verdiği kimsedir. Bu nedenle vekil olacak kişinin seçimi titizlik
gerektirir. Nitekim Allah Resûlü, Hıristiyan kalarak cizye vermeye razı olan Necrân halkına, güvenilir biri olduğunu vurgulayarak Ebû Ubeyde b. Cerrâh'ı
göndermişti. 8 Ayrıca Allah Resûlü'nün Tebük ve Buvat Gazvelerinde olduğu gibi bazı vesilelerle Medine dışına çıktığı zaman geride kalanlara imamlık etmesi için
yerine İbn Ümmü Mektûm'u bırakması da dikkat çekicidir. 9 Önde gelen pek çok sahâbînin de kendisiyle birlikte sefere çıkmaları dolayısıyla İbn Ümmü Mektûm'a
vekâlet veren Allah Resûlü bu tavrıyla, bedensel engelli olmanın kişinin güvenilirliğini olumsuz etkilemeyeceğini ve vekâlette liyakatin önemli olduğunu göstermek
istemiştir.
Hz. Ömer'in de vekil seçiminde oldukça titiz olduğu bilinmektedir. Kendisi bir gün Usfan'da, Mekke'ye vali olarak tayin ettiği Nâfi' b. Abdü'l-Hâris ile karşılaşınca ona
Mekke halkının yönetimini kime bıraktığını sormuştu. Nâfi' kendisinin yerine İbn Ebzâ isminde birisini bıraktığını söyleyince Hz. Ömer, “Mekke halkının başına
azatlı kölelerimizden birini mi bıraktın?” sözleriyle şaşkınlığını dile getirdi. Zira çoğunluğu Arap olan Mekke halkının başına daha önce köle olduğu bilinen birinin
getirilmesi sorun oluşturabilirdi. Nâfi', bu vekâletin sebebini şöyle açıkladı: “İbn Ebzâ, Allah Teâlâ'nın Kitabı'nı güzel okuyarak anlayan, ferâizi (miras hukukunu) iyi
bilen ve hüküm vermeye yetkili bir kimsedir.” Bunun üzerine Hz. Ömer, Hz. Peygamber'in, “Muhakkak ki Allah Teâlâ, bu kitap (Kur'ân-ı Kerîm) ile bazı kavimleri
yükseltir, diğer bazı kavimleri de alçaltır.” sözünü hatırlatarak onun vekil seçiminde nesebi ve sosyal statüyü değil de ehliyeti gözetmesini takdir etti. 10
Vekil seçimine dikkat edilmesi gerektiği kadar, tayin edilen vekilin tasarruflarının, müvekkilin isteklerine uygun olup olmadığının da denetlenmesi gerekir. Bu konuda
oldukça titiz davranan Hz. Ömer, ehil gördüğü kimseleri vekil tayin etmiş, bu kişilere adaletli olmayı emrettikten sonra emrine uygun hareket edip etmediklerini de
araştırmıştır. 11
Allah Resûlü, bizzat kendisinin yürütmekte olduğu bazı işleri, başında duramadığı zamanlarda kendisinin yerine devam ettirmesi için vekillere bırakmıştır. Örneğin,
Bedir Savaşı'na çıkarken resmî ve özel bazı işleri için sekiz kişiyi görevlendirmiş, 12 ayrıca ordusuyla birlikte yola koyulmasının ardından beraberinde olan Ebû
Lübâbe'yi de geri göndererek ondan Medine'nin yönetimiyle ilgilenmesini istemiştir. 13 Daha sonra da kendisine verilen vazife nedeniyle savaştan geri kalan bu
kişilere ganimetten pay ayırmıştır. 14 Aynı şekilde, Benî Kaynukâ ve Sevîk Gazvelerine çıktığında da yerine vekil olarak Ebû Lübâbe'yi bırakan Allah Resûlü, 15 kimi
zaman da seferlere kendisi katılmamış, gönderdiği seriyyelere uygun gördüğü kişileri komutan tayin etmiştir. 16
İslâm dini nikâh, boşanma, vasiyet, dava, ticarî ortaklık, kiralama ya da alım satım gibi hukukî işlemlerde hareket kolaylığı sağlamaya yönelik olarak vekâlet
konusunda ortaya koyduğu birtakım ilkelerin yanı sıra oldukça detaylı düzenlemeler getirmiştir. Hz. Peygamber zamanında bu tür işlemlerde vekâlet sık rastlanan bir
durumdur. Meselâ kaza umresi yapacağı sıralarda, Medine'den ayrılmak üzereyken Meymûne bnt. el-Hâris ile evlenmeye karar veren Resûlullah, nikâh işlemleriyle
ilgilenmesi için Ebû Râfi' ile ensardan bir sahâbîyi vekil olarak göndermiştir. 17 Davalara katılmaktan hoşlanmayan Hz. Ali'nin, bir dava sebebiyle mahkemeye gitmek
durumunda kaldığında yerine vekil olarak kardeşi Akîl b. Ebû Tâlib'i, o yaşlandığında da Abdullah b. Ca'fer'i gönderdiği bilinmektedir. 18 Hanımı Fâtıma bnt. Kays'ı
boşayan sahâbî Ebû Amr b. Hafs da nafaka işlemlerini bir vekil aracılığıyla devam ettirmiştir. 19
Hz. Peygamber hayatı boyunca çeşitli nedenlerle, birçok alanda kendisine vekiller tayin etmiş, vefatıyla sonuçlanan rahatsızlığı sırasında da cemaate namaz
kıldıramadığı için bu görevi Hz. Ebû Bekir'e vermiştir. 20 Bununla birlikte sağlığında hiç kimseye, daha sonra tartışmalara konu olan “halifelik” ya da “peygamberlik
görevinin temsili” şeklinde yorumlanabilecek türden bir vekâlet vermemiştir.
Allah'ın isimlerinden birinin “el-Vekîl” olduğunu bize haber veren Resûlullah, 21 gündelik işlerinin devamı için vekâlet uygulamasına sık sık
başvurmuşsa da en güzel vekilin Allah olduğunu her zaman hatırında tutmuş, ashâbına da şu öğüdü vermiştir: “Yüce Allah âcizliği kınar. Hâlbuki akıllı olmalısın! Bir işin
üstesinden gelemediğin zaman, 'Allah bana yeter, O ne güzel vekildir.' de.” 22 Zira ilâhî vahyin inmeye yeni başladığı zamanlarda Allah Teâlâ kendisini kullarına tanıtırken
“her şeyin vekili” olduğunu söyleyerek onlara, tüm yaratılmışların sahibi ve koruyucusu olduğunu, bu nedenle kulluk edip boyun eğilecek ve güvenilip dayanılacak
tek varlığın da yalnız kendisi olduğunu bildirmiştir. 23 “O, doğunun da batının da Rabbidir. O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Öyle ise O'nu vekil edin.” 24 buyurarak
kullarının kendisine güvenmelerini ve tevekkül etmelerini emretmiş, pek çok âyette kişiye vekil olarak kendisinin yeterli olacağını hatırlatmıştır. 25 Bu doğrultuda Hz.
Peygamber Allah'a her zaman sonsuz güven duymuş, bir yolculuğa çıkarken, “Allah'ım, yolculuğumuzda bize yoldaş ol, ardımızdan ailemize göz kulak ol.” diyerek Allah'a,
kendileriyle beraber geride bıraktıklarını da koruması için dua etmiştir. 26 Resûlullah'ın izinden ayrılmayan sahâbe de aynı tutumu sergilemiştir. Nitekim Uhud Savaşı
sırasında kendilerinden sayıca çok ve daha güçlü olan düşmanlarından korkmaları gerektiği söylenmesine rağmen hiç korkmayarak, ilk defa Hz. İbrâhim'in ateşe
atılırken söylediği, 27 “Hasbünallâh ve ni'me'l-vekîl.”(Allah bize yeter, O ne güzel vekildir.) sözüyle yollarına devam etmişler, bu tavırlarıyla da Allah'ın lütuf ve nimetlerine
nail olmuşlardır. 28 Ayrıca Hz. Peygamber, her şeyin vekili olan Rabbimizin razı olacağı birtakım davranışları sergileyen kimselere, kendileri için tevbe ve istiğfarda
bulunan melekleri vekil kılacağını müjdelemiştir. 29
Allah, el-Vekîl ismiyle güvenilecek asıl dayanak olduğunu bildirmektedir. Aynı şekilde insanlar arası ilişkilerde sıkça ihtiyaç duyulan vekilliğin de temeli kişiler arası
güvene dayanır. Kur'ân-ı Kerîm ve Resûlullah'ın uygulamaları ışığında vekâlet için çeşitli düzenlemeler getirilmiş ve hukukî işlemlerde vekâlet belirli şartlara
bağlanmıştır. Buna göre her şey için vekil tayin edilemeyeceği gibi her kişi de vekil olarak görevlendirilemez. Özellikle ticarî işlemlerde vekâletin zamanı, şartları,
özellikleri ve tarafları önceden belirlenerek kayıt altına alınmalıdır. Bu şekilde sonradan ortaya çıkması muhtemel birçok anlaşmazlık baştan önlenmiş olur. Bu hususa
dikkatleri çeken tâbiûn âlimlerinden Saîd b. Müseyyeb, bir kimsenin başka bir kimseyi ticarî bir konuda kendisine vekil kılarken onunla, söz konusu vekâletle ilgili
bütün ayrıntıların belirtildiği yazılı bir sözleşme yapması gerektiğini bildirmiştir. 30
Vekâlet uygulamalarında amaç herhangi bir kimseye meşru bir şekilde yardım etmek olduğundan dinen yasaklanan fiiller ve kazançlar için vekil tutulamaz. Yine bir
kişinin hak ettiği ceza, onun yerine bir başkasına yüklenemez. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de, “Hiç kimse bir başkasının suçundan sorumlu değildir.” 31 buyrulurken Hz.
Peygamber de, “Bilin ki! Cana kıyan kişi ancak kendi işlediği cinayetten sorumludur. Hiçbir baba oğlunun cinayetinden sorumlu tutulamaz, hiçbir oğul da babasının cinayetinden
sorumlu tutulamaz.” buyurmaktadır. 32
Ayrıca, vekilin maddî veya mânevî bir tasarrufta bulunması ya da kendisine çıkar sağlaması doğru değildir. Vekilin müvekkilin vekâlet verdiği konularla sınırlı kalması
ve onun belirlediği şartlara göre adaletle davranması gerekir. Bu nedenle vekilin güvenilir bir kişi olması çok önemlidir. Bu bağlamda Hz. Hatice'nin, kendi mallarıyla
ticaret yapmak üzere, üstün ahlâkıyla tanınan Hz. Muhammed'i görevlendirmesi ve saygın kişiliğinin yanı sıra bu görevdeki güvenilirliği dolayısıyla onun eşi olmak
istemesi oldukça manidardır. 33
Vekil, insanların işlerinde onlara yardımcı olan, onların hayatlarını kolaylaştıran kimsedir. Kullarının zorluk çekmesini istemeyen Yüce Allah, kendisine yapılan
ibadetler hususunda da kullarına kolaylıklar göstermiştir. Bu doğrultuda birtakım şartlar dâhilinde yapılması gereken bazı ibadetler için bir başkasının vekil
kılınmasına müsaade edilmiştir. Cüheyne kabilesinden bir kadın Allah Resûlü'ne gelerek, “Annem haccetmeyi adamıştı, fakat haccedemeden vefat etti. Ben onun
yerine haccedebilir miyim?” diye sordu. Hz. Peygamber de ona, “Evet, annenin yerine haccet.” dedikten sonra kadının tereddüdünü gidermek için ona şu soruyu
yöneltti: “Eğer annenin bir borcu olsaydı bu borcu öderdin değil mi? O hâlde, Allah'a karşı olan borcu ödeyin! Şüphe yok ki Allah hakkı ödenmeye en lâyık olandır!” 34
Hz. Peygamber (sav), İslâm'ı tebliğe başladığı ilk günden itibaren, insanların üstesinden gelemeyecekleri durumlara karşı katı, değişmez ve onları mağdur edecek
sonuçlar doğuran kurallar getirmemiştir. Aksine, yukarıdaki örnekte görüldüğü üzere, mutlaka insanları rahatlatacak, sıkıntıdan kurtaracak bir çözüm yolu
göstermiştir. Aynı şekilde haccetmeyi adayıp bunu yerine getiremeden vefat eden bir kadının erkek kardeşine onun yerine, 35 babası iyice yaşlanmış, yolculuğa
dayanamayacak kadar zayıf düşmüş olan bir kadının da babasının yerine haccetmesine müsaade etmiştir. 36 Böylece Allah Resûlü, insanların kendilerinin yerine
getirme
fırsatı bulamadıkları ya da yapmakta zorlandıkları ibadetleri bir başkasının vekâletiyle yerine getirmiş olacaklarını bildirmiştir.
Kur'an ve hadislerden, namaz ve oruç gibi yalnız bedenle yapılan ibadetlerde vekâletin söz konusu olamayacağı anlaşılmaktadır. Bu nedenle Hz. Peygamber'in (sav)
sağlığında uygulanmadığı hâlde, ibadet borcu ile ölenler için sonradan ortaya çıkarılan iskât-ı salât ve devir gibi uygulamaların dinî geçerliliğinin olmadığı
bilinmelidir. İbadetlerde vekâlet uygulamasına, zekât ve sadakanın hak sahibine teslimi, hac görevinin yerine getirilmesi ya da kurban kesimi gibi malî yönü olan
ibadetlerin gerçekleştirilmesinde başvurulmuştur. Kurbanın vekil tayin edilerek kesilmesi özellikle yaygınlık kazanmıştır. Zira bu, herkesin kolayca yapabileceği bir iş
değildir. Ayrıca kurban kesmeye gücü yeten kişi de her zaman buna fırsat bulamayabilir. Nitekim Allah Resûlü kurbanlıklarından bir kısmını kendisi kesmiş, bir
kısmını da vekâletle başkalarına kestirmiştir. 37 Hicretin dokuzuncu yılında, Kâbe'de kendi adına kesilmek üzere Hz. Ebû Bekir ile kurbanlık develer göndermiştir. 38
Hz. Peygamber'in kendisi de hanımlarına vekâleten kurban kesmiştir. 39
İnsanların günlük hayatta duyduğu ihtiyaçtan doğan vekillik, zamanla hayatın her sahasında uygulanır hâle gelmiştir. Böylece her işini kendisi göremeyen insanın,
sorumluluklarını aksatmadan yerine getirmesi mümkün olmuş, hayatını daha kolay devam ettirebilmesi sağlanmıştır. Bugün, hızlanan dünyaya ayak uydurmak, hatta
yalnızca olup bitenleri takip etmek dahi tek başına bir insanın üstesinden gelemeyeceği bir iştir. Özellikle bilim ve teknolojinin gelişmesiyle değişen şartlar ve artan
sorumluluklar sonucunda vekâlet, günlük yaşamın vazgeçilmez bir unsuru hâline gelmiştir. Bu doğrultuda her birey kendi işlerinden bir kısmını vekil tayin ettiği
kişiler ya da kurumlar aracılığıyla yapmaktadır. Özellikle hukukî davaların takibinde ve ticarî işlerin yürütülmesinde vekâlet bir zorunluluk hâlini almıştır. İnsan
hayatını kolaylaştırmayı ve güvene dayalı bir toplum oluşturmayı hedefleyen İslâm dini vekâlete izin vermiş ve böylece hayatın her alanında vekillik günümüze kadar
uygulanagelmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder