yukarı kaydırma oku

YAZI KOPYALAMA ENGELİ

sağtuş engeli

ANA MENÜ

HELAL KAZANÇ EL EMEĞİ GÖZ NURU ALIN TERİ

HELAL KAZANÇ EL EMEĞİ GÖZ NURU ALIN TERİ


Hz. Âişe'den nakledildiğine göre,
Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:
“İnsanın yediği şeylerin en güzeli, kendi kazancından olandır ve kişinin çocuğu onun kazancındandır.
(N4457 Nesâî, Büyû', 1)


***

Hz. Ali'den nakledildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Allah'ım! Ümmetim için (günün) erken vakitlerini bereketli kıl!”
(HM1320 İbn Hanbel, I, 153)


***

Zübeyr b. Avvâm'dan (ra) nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Sizden birinizin urganını alıp (dağa gitmesi), sırtında bir bağ odun
getirip satması ve böylece Allah'ın onun itibarını koruması, bir şey verip vermeyecekleri belli olmayan kimselerden dilenmesinden daha hayırlıdır.”
(B1471 Buhârî, Zekât, 50)


***

Abdullah b. Amr'dan nakledildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Bakmakla yükümlü olduğu kimseleri ihmal etmesi, kişiye günah olarak yeter.”
(D1692 Ebû Dâvûd, Zekât, 45)


***

Mikdâm'dan (ra) nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Kesinlikle hiç kimse elinin emeğinden daha hayırlı bir yemek yememiştir. Allah'ın
Peygamberi Dâvûd (as) da kendi elinin emeğini yiyordu.”
(B2072 Buhârî, Büyû', 15)


**********************


Enes b. Mâlik'in anlattığına göre, Medineli bir sahâbî birkaç kez Hz. Peygamber'e gelerek ihtiyacını dile getirmiş ve her defasında o cömert Peygamber'den
karşılıksız ikramlar alarak evine dönmüştü. Bir gün yine bir şey istemeye geldiğinde Allah'ın Elçisi (sav), “Evinde hiçbir şeyin yok mu?” diye sordu. Sahâbî,
“Hayır, evimde sadece bir örtü var. Bunun bir kısmını elbise olarak kullanıyor, diğer kısmını da evde altımıza seriyoruz. Bir de su içtiğimiz bir bardak var.”
diye dert yandı. Bunun üzerine Sevgili Resûl, “Onları bana getir.” diyerek onu evine gönderdi.
Sahâbî hemen evine gitti ve bahsettiği eşyaları getirdi. Resûlullah (sav) onun getirdiği eşyaları eline alarak orada bulunanlara, “Kim bunları satın almak ister?”
diye sordu. Topluluk içinden birisi, “Ben onları bir dirhem karşılığında alırım.” diyerek öne çıktı.
Allah Resûlü (sav) iki veya üç defa, “Kim bir dirhemden fazla verir?” diye sorunca bir başka sahâbî, “Ben iki dirhem veririm.” diye ortaya atıldı.
Bunun üzerine Hz. Peygamber, adamın getirdiği eşyaları iki dirhem karşılığında satın almak isteyene verdi. Alışveriş sonucu kazandığı iki dirhemi de adama
vererek, “Bu dirhemlerin birisiyle yiyecek satın al ve ailene götür. Diğer dirhem ile de bir keser satın alıp yanıma gel.” dedi.
Sahâbî keseri getirince Allah Resûlü ona bizzat kendi eliyle bir sap taktı ve keseri ona uzatarak, “Git, bununla odun topla ve sat. Seni on beş gün boyunca da
görmeyeyim.” diye tembihledi.
Medineli sahâbî, Allah'ın Elçisi'nin bu emri üzerine hemen gitti ve çalışmaya koyuldu. Günlerce odun toplayıp sattı. On beş gün sonra, on dirhem
biriktirmiş olarak çıkageldi. Çarşıda kazandığı paranın bir kısmı ile elbise, geri kalanı ile de ailesine yiyecek satın almıştı. On beş gün önce muhtaç bir hâlde
yanına gelen ve ailesini geçindirmeyi bilemeyen bu sahâbînin ekmek parasını kazanmayı başardığını gören Resûlullah (sav), ona şu çarpıcı öğüdü verdi: “Bu
(şekilde çalışarak başkalarına muhtaç olmadan geçinmen) senin için, kıyamet gününde yüzünde dilencilik lekesi ile gelmenden daha hayırlıdır.” 1
Hz. Peygamber'in en yakınında bulunma ayrıcalığına erişmiş olan Enes'in ağzından dinlediğimiz bu hadise, saadet çağını süsleyen kutlu hatıralardan sadece
birisidir. Aynı zamanda ilhamını ilâhî kaynaktan alan


eşsiz bir hayat dersidir, bildik anlatışla, 'balık vermeyi değil, balık tutmayı öğreten' çarpıcı bir derstir!
Hayat, insanı geçimini temin etmek için mücadeleye mecbur bırakmaktadır. Her ne kadar rızkı veren Allah ise de onu elde etmek için çalışıp çabalamak
insanoğluna düşmektedir. Dinimizde âhiret hayatını kazanma adına da olsa uzlete çekilmek, münzevi bir hayat yaşamak, dünyayı ve çalışmayı terk etmek,
kısacası ruhbanlık yoktur. 2 Ve İslâm'a göre emek, helâl kazanç ve alın teri mübarektir, mukaddestir. Müslüman, bir taraftan dünyasını kazanmak, diğer
taraftan da âhireti için hazırlık yapmak durumundadır. Bundan dolayıdır ki Müslümanlar, din, dünya ayırımı gözetmeksizin iki cihan saadetine erişebilmek
uğruna durmadan, yorulmadan çalışmalıdır. Zira Yüce Rabbimizin de ifade ettiği gibi, “İnsan için, sadece kendi çalıştığı vardır ve çalıştığı da ileride görülecektir.”
3
Geleneksel zamanlarda, Müslümanlar çalışma hayatına, günün en bereketli zaman dilimi olan sabah namazı ile başlarlardı. İnanan insan, sabah
aydınlanırken kendisini hayırla rızıklandırması dua ve niyazlarıyla Allah'a iltica ederdi. İbadet aşkıyla güne erkenden başlayan mümin, aynı şevkle
helâlinden kazanmaya, maişetini alın teriyle temin etmeye koyulurdu. Allah Resûlü'nün, “İnsanın yediği şeylerin en güzeli, kendi kazancından olandır ve kişinin
çocuğu onun kazancındandır.” 4 hadisini aklından çıkarmazdı. Rahmet Peygamberi'nin, “Allah'ım! Ümmetim için (günün) erken vakitlerini bereketli kıl!” 5
duasına mazhar olmaya gayret ederdi.
Bu duayı arkasına alarak tarlasının yolunu tutan, dükkânını açan, tezgâhının başına geçen, bir insanın çalışma iştiyakı elbette ki farklı olacaktır. Hem
zamandan kazanan hem de fecrin bereketinden yararlanan Müslüman, böylece sadece maddî açıdan değil, mânevî açıdan da kârlı çıkacaktır. Dünyada
başarılı olur, çünkü çalışan kazanır, kişi işinin hakkını veriyorsa er veya geç dünyadaki beklentilerine ulaşır. Alın teri ve emeği birleşmişse, helâl kazanç için
çabalamışsa âhiretini de kazanır. Zira kişinin ailesinin rızkını temin etmesi ve onları başkalarına muhtaç etmemesi, aynı zamanda dinî bir gerekliliktir 6 ve o
bu görevini yerine getirerek âhiretteki mükâfatı da hak eder.
Allah Resûlü'nün tavsiyesi de bu yöndedir. O şöyle buyurur: “Sizden birinizin urganını alıp (dağa gitmesi), sırtında bir bağ odun getirip satması ve böylece Allah'ın
onun itibarını koruması, bir şey verip vermeyecekleri belli olmayan kimselerden dilenmesinden daha hayırlıdır.” 7


Âhiret inancı tam olan ve bu bilinç içinde hayat sürdüren İstiklâl Şairimiz merhum Mehmet Akif bu gerçeği ne güzel dizelere dökmüş:
“Bekâyı hak tanıyan, sa'yi bir vazife bilir;
Çalış, çalış ki bekâ, sa'y olursa hak edilir.”
Alın teriyle yetinen, yaptığı işle bir değer üreten ve bu üretimle kendine, ailesine, ülke ekonomisine fayda sağlayan bireyin hayatı anlamlı ve değerlidir.
Bunun da ötesinde, insanın bu amacını daha da anlamlı kılan bir diğer kazanç da Yüce Allah'ın çalışan, çaba gösteren insanlara yönelik vaadleridir: “Rableri,
onlara şu karşılığı verdi: Ben, erkek olsun kadın olsun, sizden hiçbir çalışanın amelini zayi etmeyeceğim...” 8 Sevgili Peygamberimizin,“Bakmakla yükümlü olduğu
kimseleri ihmal etmesi, kişiye günah olarak yeter.” 9 buyurarak kişinin kendi ailesi için harcadığı para sayesinde sadaka ecri alacağını söylemesi 10 ne güzel bir
vaaddir! Kısacası, Allah Resûlü'nün beyanıyla: “Kesinlikle hiç kimse elinin emeğinden daha hayırlı bir yemek yememiştir. Allah'ın Peygamberi Dâvûd (as) da kendi
elinin emeğini yiyordu.” 11
Çalışmaya ve insanın emeğine bu derece değer veren dinimiz, tembelliği hiçbir zaman hoş karşılamamıştır. Zira tembellik, çalışmanın önündeki en büyük
engeldir. Kişinin çalışma azmini köreltir, onu miskinleştirir ve başarısızlığına sebep olur. Ashâbını çalışmaya ve helâl yollardan kazanmaya teşvik eden
Sevgili Peygamberimiz, sayılamayacak kadar çok zararından dolayı olsa gerek, tembellikten Allah'a sığınmıştır. 12
Allah tarafından birer örnek ve öğretmen olarak seçilmiş olan diğer peygamberler de çalışıp maddî ya da mânevî bir değer üretme konusunda çaba içinde
olmuşlardır. Ancak konumları ve eşsiz kişilikleri gereği, sadece elde edecekleri sevaplar için yapmamışlardır bu görevi. Onlar hem kendilerini görevlendiren
Rablerine şükürlerini ifade edebilmek hem de ailelerine karşı yükümlülüklerini yerine getirerek onurlu bir şekilde yaşayabilmek için kendi geçimlerini
sağlamışlardır.
Peygamberlerden her biri yaşadığı memleketin şartlarına ve imkânlarına göre birer meslek sahibiydiler. Hz. İdris terzilikle, Hz. Nuh ve Hz. Zekeriyyâ
peygamberler marangozlukla, Hz. İbrâhim, Hz. Hûd ve Hz. Salih peygamberler ticaretle, Hz. Eyyub ise çiftçilikle uğraşarak kimseye yük olmadan rızkını
temin etmenin en güzel örnekleri olmuşlardı. Hükümdarlığını yaptığı devletin gelirleriyle geçinmeyi uygun görmeyen Hz. Dâvûd, usta olduğu demircilik
mesleğinde demiri hamur gibi yoğurup


şekil vermek suretiyle, zırh yaparak geçimini sağlamıştı. 13 O, bir hükümdar olmasına rağmen kendi elinin emeğinden başkasını yememişti. 14
Bir de Hz. Musa 15 ve Hz. Muhammed (sav) gibi sürü otlatmış peygamberler vardı. Aslında her nebî hayatının belli döneminde hayvanlarla uğraşmış,
çobanlık yapmıştır. Nitekim bir gün Sevgili Peygamberimiz, “Allah'ın gönderdiği her peygamber koyun gütmüştür.” deyince yanındaki dostları, “Ya sen?” diye
sormuşlar, Allah Resûlü de, “Evet, ben de bir miktar ücret karşılığında Mekkelilerin koyunlarını güttüm.” cevabını vermiştir. 16 Gençlik yıllarında da ticaretle
meşgul olan Kutlu Elçi'nin bu açıklaması, kim bilir belki de nebîlerin sade ve mütevazı insanlar olduklarını vurgulamak içindir. Onların, ailelerinin
geçimini temin etmek başta olmak üzere, yaptıkları tüm işlerde başarılı olabilmelerini sağlayan en önemli özellikleri, çalışkanlık, başkasına el açmamak ve
boyun eğmemek, zorluklar ve sıkıntılar karşısında sabırlı olmak ve insanları yönetebilmeyi mümkün kılan dirayettir.
Peygamberlerin mesleklerinin çeşitliliği, kişilerin ve toplumların ihtiyaç ve imkânlarına bağlı olarak kazanç yollarının farklı olmasının tabiî olduğunu
gösterir. Bununla birlikte bu kazanç yollarının meşru olması da son derece önemlidir. Onun için dinimiz, insanlar arasında haksızlığa neden olan ve
toplumun temel değerlerine zarar veren hırsızlık, 17 gasp, 18 kumar, 19 rüşvet, 20 tefecilik, 21 karaborsacılık 22 ve alışverişte hile yapmak 23 gibi her çeşit
haksız kazanç yolunu yasaklamış, kazanılan mal ve mülkün helâl yollardan elde edilmiş olmasına büyük önem vermiştir.
Müminlere yaraşan hareket, emek sarf etmek, alın teri dökmek ve üretmektir. Yüce Mevlâ, “Erkek veya kadın, kim mümin olarak iyi iş işlerse, elbette ona hoş bir
hayat yaşatacağız ve onların mükâfatlarını yapmakta olduklarının en güzeli ile vereceğiz.” 24 âyetiyle, çaba gösterenleri dünyada ve âhirette ödüllendireceğini
beyan etmektedir. Ayrıca imkânlarını seferber ederek işin en iyisini yapmaya çalışmak, elde edilen başarı ile yetinmeyerek daha iyisi için yeniden kolları
sıvamak da müminlere yakışan bir hayat tarzıdır.
Bu noktada hırs ve tamahkârlığın karşıtı olan kanaatkârlık ayrı, helâl kazanç için gücü nispetinde çalışma, kazanma ve bunları Allah yolunda harcama
ayrıdır. “Kendi rızkımı temin ettim, bu kadarı bana yeter, aşırıya gitmemek gerekir!” şeklindeki bir yaklaşım, sürekli çalışmayı ilke edinmeleri gereken ve
“İki günü eşit olan aldanmıştır.” anlayışına sahip olmaları beklenen inanan insanlarda olmamalıdır. “Allah'ın sana verdiği şeylerde âhiret yurdunu ara.
Dünyadan da nasibini unutma!” 25 şeklindeki ilâhî buyruk,


hem âhireti hem de dünya geçimini birlikte ele almayı, denge içinde yürütmeyi gerektirmektedir.
Bu anlamda ümmetine yol gösteren Hz. Peygamber, Allah rızası gözetilerek yapılan bütün emeklerin değerli olduğunu anlatmıştır. Resûlullah (sav) ve
ashâbı arasında geçen şu diyalog, Efendimizin çalışmayı nasıl değerlendirdiği konusunda bizlere bilgi vermektedir: Bir gün Peygamber Efendimiz, ashâbı ile
otururken güçlü ve heybetli bir adamın geçtiğini görürler. Oturanlardan bazıları, “Ey Allah'ın Elçisi! Keşke bu kimse gücünü Allah yolunda kullansa!” diye
temennide bulunur. Bunun üzerine Allah Resûlü, “Eğer bu kimse çocuklarının geçimi için çalışırsa, Allah yolundadır. Eğer yaşlı ana babasının ihtiyaçlarını
gidermek için çalışırsa, onun yaptıkları yine Allah yolunda hizmettir. Eğer kendi izzet ve erdemi için çalışırsa, onun yaptıkları yine Allah yolundadır. Fakat riya ve
gösteriş için çalışmaya koyulursa, işte o zaman o, şeytanın yolundadır.” buyurur. 26 Böylece Sevgili Peygamberimiz çevresine ve kendisine yardımcı olma amacını
taşıyan bütün çabaların Allah rızasına uygun olduğunu belirterek, müminleri bu anlamda her türlü meşru çalışmaya teşvik etmiştir.
Mal biriktirmek ve mülk edinmek her ne kadar insanın ihtiyacı ise de aslında dünyalığa düşkün olan insan tabiatına uygun bir tutumdur. Elbette elde
edilen serveti hayra vesile kılmak arzu edilen bir durumdur ama nihaî hedef, malın, sahibini ilâhî rızaya götürmesidir. Peygamber Efendimiz, “Dul
kadınların ve yoksulların ihtiyaçlarını gidermeye çalışan kimse, Allah yolunda cihad eden veya geceleri namazla, gündüzleri oruçla geçiren kimse gibidir.” 27
ifadeleriyle mal ve mülkün anlamlı yerde kullanıldığı takdirde Allah katında ne kadar makbul olacağını anlatmaktadır. Öte taraftan, insandaki mal
sevgisinin, servete düşkünlüğün ve mülk hırsıyla sermaye biriktirmenin bir sonu olmadığını, tamahkâr insanın asla tatmin olamayacağını Kutlu Elçi şu
çarpıcı ifadesiyle belirtmiştir: “Âdemoğlunun bir vadi dolusu malı olsa, bir vadi dolusu malı daha olmasını arzu eder. Âdemoğlunun gözünü ancak toprak doldurur.
Allah tevbe eden kimsenin tevbesini kabul eder.” 28
Sevgili Peygamberimiz insan yapısından kaynaklanan bu zaaftan dolayı ashâbını ikaz etmeyi de ihmal etmemiştir. Meselâ onun, savaş sonrası elde edilen
ganimetlerden payına düşeni aldığı hâlde, birkaç defa daha gelip kendisine verilenin artırılmasını isteyen Hakîm b. Hizâm'a tavsiyesi, bu konuda bizim için
de güzel bir ölçüdür: “Ey Hakîm! Bu dünya malı göz alıcı ve tatlıdır. Kim bu mala engin bir gönülle ve göz dikmeksizin sahip olursa,


kendisi için malı bereketlenir. Ama kim de hırs ve tamahla dolu bir kalple bu malı arzularsa, tıpkı doymak bilmeyen obur bir kimse gibi onun için malın bereketi kaçar.
Veren el, alan elden üstündür.” 29 Hadisten anlaşıldığı üzere, Allah Resûlü'nün belirlediği ölçü dünya malından uzaklaşmak değil, malı dünyanın geçici bir
güzelliği olarak görüp değerlendirmektir. Biriktirilen servete teslim olmamak, bilakis onu teslim almak, gerektiği yerde harcamak, Allah rızası için feda
etmek ve hayırlı işlere vesile kılmaktır.
Geçimini sağlamak için çalışmanın farz bir ibadet olduğu düşüncesiyle diğer ibadetleri terk etmek de doğru bir davranış değildir. İbadet, insanı yaratan ve
ona pek çok lütuflarda bulunan Yüce Yaratıcı'ya teşekkürü ifade etme biçimidir. İnsan, en güzel surette yaratılmış ve evrende olan her şey onun hizmetine
verilmiştir. Dolayısıyla mümin daima Allah'a şükretmeli ve tüm bu imkânları kendisine sunan Rabbine minnettarlığını göstermelidir. Ailenin geçimini
sağlamak için çalışmanın ibadet olması ise farklı bir kategoridir. Helâlinden kazanmak için yaptığımız her türlü meşru iş, Allah'ı hoşnut etmekte ve en geniş
anlamda “kulluk/ibadet” kapsamına girmektedir. Ancak bu durum, farz olan namaz, oruç ve hac gibi özel ibadetler ile karıştırılmamalıdır. İnanan insandan
beklenen, imkânlar nispetinde kendisini ve ailesini huzur içinde, yaşatmaya yetecek kadar çalışması, bunu ibadet bilinciyle ve karşılığını sadece Rabbinden
umarak yapması, diğer taraftan da Rabbi ile arasındaki kulluk bağını zedelememesidir: “Onlar, ne ticaret ne de alışverişin kendilerini Allah'ı anmaktan, namaz
kılmaktan ve zekât vermekten alıkoyamadığı insanlardır. Onlar, kalplerin ve gözlerin dikilip kalacağı bir günden korkarlar.” 30



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

EN ÇOK İLGİ GÖRENLER

HADİSLERLE İSLAM ANA MENÜ

HADİSLERLE İSLAM ANA MENÜ HADİSLERLE İSLAM CİLT 1 HADİSLERLE İSLAM CİLT 2 HADİSLERLE İSLAM CİLT 3 HADİSLERLE İSLAM CİLT 4 HA...