ADAK SÖZE VEFADIR
İbn Abbâs'tan rivayet edildiğine göre, bir kadın hacca gitmeyi adamış fakat gidemeden ölmüştü. Bunun üzerine kardeşi Resûlullah'a (sav) gelip bu
durumda ne yapılacağını sordu. Allah Resûlü (sav) de ona, “Kardeşinin bir borcu olsaydı, onu öder miydin?” diye sordu. O, “Evet” diye cevapladı.
Bunun üzerine Allah Resûlü, “O hâlde Allah'a borcunuzu ödeyin. Çünkü Allah vefa gösterilmeye daha lâyıktır.” buyurdu
(N2633 Nesâî, Menâsikü'l-hac, 7)
***
Hz. âişe'den (ra) nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Her kim Allah'a itaat etmeyi adarsa, Allah'a itaat etsin. Her kim de
Allah'a karşı isyan etmeyi adarsa, sakın Allah'a isyan etmesin!”
(B6696 Buhârî, Eymân ve nüzûr, 28)
***
İbn Abbâs'tan nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “...Gücünün yettiği bir şeyi adayan, onu yerine getirsin!”
(İM2128 İbn Mâce, Keffâret, 17)
***
Ebû Hüreyre'den nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Adak, Allah'ın takdir etmediği bir şeyi insana yaklaştırmaz. Ancak
nezr(ettiği husus) kadere uygun düşer (ve gerçekleşir) de böylece cimrinin elinden istemediği hâlde malı çıkarılır.”
(M4243 Müslim, Nezr, 7)
*******************
Resûlü'nü orada gördüm. Etraftaki insanlar, 'Açılın! (Allah'ın Resûlü geliyor!)' diye bağrışıyorlardı. Dikkatle Hz. Peygamber'i gözlemeye başladım.
Babam kalabalığı yararak Allah'ın Resûlü'ne yaklaştı. Efendimiz devesinin üzerindeydi. Babam ona iyice yaklaştı ve onun ayağını tuttu. Buna ses
çıkarmayan Hz. Peygamber, devesini durdurarak babamı dinledi. Babam, 'Ey Allah'ın Resûlü! Ben vaktiyle, bir erkek çocuğum olursa, Büvâne
dağının dik yamaçlarında elli koyun keseceğim, diye adakta bulunmuştum, ne buyurursunuz?' diyerek, ne yapması gerektiğini sordu.” 1
Büvâne'de koyun kesmeyi adayan Kerdem, aslında bu vaadini yerine getirecekti, ancak adakta sözü geçen Büvâne, Kureyş'e ait bir putun
bulunduğu bir yerdi. Kureyşliler orada saçlarını tıraş ederek kurbanlar kesmekte, yılda bir kez toplanıp törenler yapmaktaydı. 2 Dolayısıyla
zihinlerdeki bütün hatıralarıyla şirki çağrıştıran bu özel yerde, kendisine bahşettiği nimete şükretme düşüncesiyle Allah için bir ibadet yerine
getirilebilir miydi? İşte Kerdem'in zihnini bu soru meşgul etmekteydi.
Kıyamete kadar söz konusu kaygıyı taşıyacak olan ümmetine mesaj niteliğindeki cevap, çözümü içinde barındıran bir soruyla birlikte geldi.
“Orada herhangi bir put var mı? ” diye sordu Hz. Peygamber. Kerdem, Büvâne'nin şirk emarelerinden temizlendiğini dikkate alarak “Hayır” diye
cevap verdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav), “O hâlde Allah'a olan adağını yerine getir.” buyurdu. Meymûne olayın gerisini şöyle anlatmaktadır:
“Daha sonra babam adamış olduğu koyunları toplayıp kesmeye başladı. Ancak bir koyun elinden kurtulup kaçtı. Babam onu ararken bir taraftan
da, 'Allah'ım adağımı yerine getirmeyi nasip et!' diye yalvarıyordu. Sonunda kaçan koyunu yakalayıp onu da kesti.” 3
Câhiliyeden yeni kurtulan, alışkanlıkların ve mekânların hâlâ eski inanç ve ibadetleri çağrıştırdığı bir yer ve zamanda Müslümanlar, adağın
meşruiyeti, yeri ve zamanı gibi hususlarda kaygı duymaktaydılar. Bir taraftan Yüce Yaratıcı'ya verdikleri sözleri yerine getirmeye çalışırken, diğer
taraftan Hz. Peygamber'e sormak suretiyle tevhide aykırı davranışlardan
uzak durmaya çalışmaktaydılar. Bu özel durumun dikkatlerden uzak tutulmaması gerektiğini düşünen Sevgili Peygamberimiz, adağın Allah'tan
başkası için olup olmadığını sorgulamak suretiyle ümmetinin dikkatlerini, İslâm'ın vazgeçilmez esasına çekmekteydi. Meselâ, câhiliye döneminde
kurban kesilen yeri göstermek suretiyle, orada kurban kesmeyi adadığını, şimdi ne yapması gerektiğini soran bir kadına da Hz. Peygamber,
“Herhangi bir put için mi?” diye sormuştu. “Hayır” cevabını aldığında, “Öyleyse adağını yerine getir.” 4 demek suretiyle, adağı meşrulaştıran ana
ilkeye, yani Allah'tan başkası için olmaması gerektiğine dikkat çekmişti.
Yüce Rabbimiz, 5 verilen söz gereği adakların yerine getirilmesini emretmektedir. 6 Öyle ki, câhiliye döneminde yapılmış bir adak bile olsa,
Allah'tan başkası için olmadığı sürece, yerine getirilmesi istenilmektedir. Nitekim Huneyn Seferi'nden dönerken Hz. Ömer, câhiliye döneminden
bir günlük itikâf adağı bulunduğunu ve ne yapması gerektiğini sorduğunda Allah Resûlü, “Adağını yerine getir.” buyurmuştu. Bunun üzerine Hattâb
oğlu Ömer, Mescid-i Harâm'da bir gece itikâfa girmek suretiyle Yüce Rabbine verdiği sözün gereğini yapmıştı. 7
Hz. Peygamber, Yüce Yaratıcı'ya verilen bir söz olması nedeniyle, adağını yerine getirmeden vefat eden Müslümanların dahi adaklarının gereğinin
yapılmasını istemekteydi. Nitekim bir hanım, deniz yolculuğu yaparken Allah'ın kendisini sağ salim karaya çıkarması durumunda oruç tutmayı
nezretmiş, ancak bu adağını yerine getiremeden vefat etmişti. Ne yapılması gerektiğini merak eden kızı ya da kız kardeşi gelip durumu anlatınca
Hz. Peygamber ona, ölenin yerine oruç tutmasını tavsiye etmişti. 8 Hacca gitmeyi nezreden, ancak ömrü vefa etmediği için bunu yerine
getiremeyen bir hanımın kardeşi de Allah Resûlü'ne gelerek ne yapması gerektiğini öğrenmek istemişti. Sevgili Peygamberimiz ona, “Kardeşinin bir
borcu olsaydı onu öder miydin?” diye sormuş ve “Evet” cevabını almıştı. Bunun üzerine, “O hâlde Allah'a borcunuzu ödeyin. Çünkü Allah vefa
gösterilmeye daha lâyıktır.” buyurmuştu. 9
Bütün yükümlülüklerde olduğu gibi, Allah Resûlü, yerine getirilmesini emrettiği adaklarda da “yapabilme gücünü” esas almaktaydı. Ensardan Ebû
Zer el-Gıfârî'nin eşi Ümmü Zer ile Peygamberimizin devesi Adbâ bir savaşta düşmanın eline geçmişti. Ümmü Zer prangaya vurulmuş bir hâldeydi.
Her nasılsa, bir gece ahali hayvanlarını evlerinin önüne salarken kadın bağından kurtulmayı başardı ve develerin yanına kadar ulaştı. Fakat o, bir
devenin yanına varır varmaz deve böğürüyor, o da irkilip diğerine
yöneliyordu. Sonunda Adbâ adlı devenin yanına geldiğinde o böğürmedi. Râvinin dediğine göre, zaten bu deve uysal bir hayvandı. Ümmü Zer
deveye atlayıp onu sürdü ve hızla oradan uzaklaştı. Onun kaçtığını fark eden eşkiya grubu, peşine düştülerse de, yarışlarda derece yapan Adbâ'ya
yetişemediler. Sonunda Adbâ sayesinde Ümmü Zer Medine'ye sağ salim ulaştı. Ümmü Zer, “Allah bu devenin sırtında beni sağ salim yurduma
kavuşturursa deveyi kurban edeceğim.” diye adak adamıştı. Medine'ye ulaştığında onu gören halk, “(Bu deve) Adbâ'dır ve Allah Resûlü'nün
devesidir.” diye Ümmü Zerr'i uyardılar. Fakat o, deveyi kurban etmeye yemin ettiğini anlattı. Ahali, Efendimize gelerek durumu bildirdi. Allah'ın
Resûlü buyurdular ki: “Fesübhânallâh! Adbâ'yı ne de kötü ödüllendirmiş! Allah onu devenin sırtında sağ salim ulaştırırsa deveyi kesecekmiş! Halbuki
işlenmesi günaha yol açacak adağın da, başkasının malıyla yapılacak adağın da yerine getirilmesi uygun değildir. Allah'a isyan yolunda adak olmaz!” 10
Bu ifadeleriyle Allah Resûlü, yapılan adakla, adanan şeyin imkân dâhilinde olması arasında bir ilişki kurmuştu. Dolayısıyla Hz. Peygamber'e ait
olan Adbâ'yı, sahibi olmadığı için Ümmü Zer adak olarak kurban edemeyecekti. Ancak yapılan bir vaad, verilen bir söz yani ortada bir adak vardı.
Bunun bedelinin de ödenmesi gerekmekteydi. İşte bu noktada Rahmet Peygamberi yerine getirilmesi mümkün olmayan adaklardan doğan
sorumluluğun, kefaretle ortadan kalkacağını belirtmek suretiyle 11 çözüm yolunu göstermişti. Allah Resûlü, yerine getirilemeyen adağı, gereği
yapılamayan yemin gibi düşünmüş ve ikisinin kefaretinin de aynı olduğuna hükmetmişti. 12
“Her kim Allah'a itaat etmeyi adarsa, Allah'a itaat etsin. Her kim de Allah'a karşı isyan etmeyi adarsa, sakın Allah'a isyan etmesin!” 13 buyuran Hz.
Peygamber, aslen günah olan bir şeyi kastederek adak yapılamayacağını; yapılsa bile bunun yerine getirilmemesi gerektiğini açık bir şekilde beyan
etmişti. Nitekim oğlunu kurban etmeyi adadığını söyleyen birine İbn Abbâs, “Bunu yapma, onun yerine yemin kefareti öde.” diyerek yol
göstermişti. 14
Dünyalık birtakım kazançlara yönelik bir pazarlığa dönüştürülmediği sürece yerine getirilmesi gerekli bir borç olarak görülen adaklarda, insanın
duygusal yönünü de göz önünde bulunduran Hz. Peygamber, onun gücünü dikkate alarak, hem meşruiyet ve hem de nitelik açısından birtakım
düzenlemeler yapmıştır.
Resûl-i Ekrem, can, mal ve sağlık gibi temel prensipler açısından korunması zorunlu olan değerlere zarar verecek bir şekle büründüğünde,
adağın şekline de müdahale etmiştir. Hutbe okurken, dışarıda güneşin altında ve ayakta duran birini gören Peygamber Efendimiz bunun sebebini
merak edip sorduğunda, cemaatten birileri, 'İsmi, Ebû İsrâil olan bu şahsın, oturmadan, gölgelenmeden ve ayakta durarak oruç tutmayı adadığını'
söyleyince, “Söyleyin ona otursun, gölgelensin, konuşsun; adadığı orucunu da tamamlasın.” buyurmuştur. 15 Yine oğullarının kolları arasında, onlara
dayanarak yürümeye çalışan yaşlı bir adamı gördüğünde de Hz. Peygamber onun durumunu sormuştur. Hacca yürüyerek gitmeyi adadığını
söylediklerinde, “Bu adamın kendine azap etmesine Yüce Allah'ın ihtiyacı yoktur!” demiş ve ona bir hayvana binmesini emretmiştir. 16
Ukbe b. Âmir'in kız kardeşi de, korumasız bir şekilde güneşin altında yürüyerek hacca gitmeyi adamış ancak yolculuk ağır gelince Hz.
Peygamber'e ne yapması gerektiğini sorması için Ukbe'yi göndermiştir. Kız kardeşinin durumunu anlatan Ukbe'ye Hz. Peygamber, “Yürüsün ama
yorulunca da bir hayvana binsin!” diyerek güç yetirilemeyen unsurları terk etmek suretiyle adağın yerine getirilmesini önermiştir. 17
Söz konusu rivayetlerdeki adakla, hac yolculuğunu yürüyerek yapma amaçlanmıştır. Allah Resûlü, bu ibadetle kendini yükümlü kılan sahâbîlerin,
ulaşım vasıtası kullanarak da olsa adaklarını yerine getirmelerini talep etmiştir. Ancak adağın içindeki şekle yönelik vurgular, insanlara meşakkat
veriyorsa, insana verilen değer gereği, bunların normalleştirilmesi istenmiştir. Nitekim hadîs-i şerîflerde bunun açık örnekleri görülmektedir.
Bununla birlikte ağızdan çıkan her sözün bir bedeli olduğu düşünülerek, bunun için kefaret ödenmesi de uygun görülmüştür. Bu nedenle, herkes
için olmasa bile, ekonomik gücü yerinde olan Ukbe'nin kız kardeşine bir deve veya sığır kesmesi tavsiye edilmiştir. 18
Hz. Peygamber, nezredilen şey ibadet türünden olmasa bile, adak yapana saygı göstermek ve verilen sözün yerine getirilmesini sağlamak için, ona
izin vermiştir. Nitekim Allah'ın Resûlü (sav), çıktığı bir savaştan dönünce siyah bir cariye gelmiş ve “Ey Allah'ın Resûlü! Allah seni sağ salim bu
savaştan döndürürse senin huzurunda def çalıp şarkı söylemeyi adamıştım, ne dersiniz?” diye sormuştu. Efendimiz (sav), “Eğer adamış isen çal, aksi
takdirde gerek yok.” buyurmuş, bunun üzerine cariye nezrettiği gibi def çalmaya başlamıştır. 19
Ümit, korku, beklenti veya şükran gibi duyguların yoğun olduğu anlarda, Yüce Yaratıcı'ya dönerek yapılan vaadlerin arzu edildiği gibi çıkmaması
durumunda ne yapılacaktı? Meselâ, İmrân'ın hamile olan karısı Hanne, erkek çocuk beklentisiyle şöyle demişti: “Rabbim! Karnımdaki çocuğu sırf
sana hizmet etmesi için adadım. Onu benden kabul et. Şüphesiz (niyazımı) hakkıyla işiten ve (niyetimi) bilen sensin.” Ancak beklediğinin aksine
doğan çocuk kız doğmuştu. Hanne, “Onu kız doğurdum; oysa erkek kız gibi değildir.” diyerek şaşkınlığını dile getirmişti. Ona “Meryem” adını
vererek, hem kendisini ve hem de soyunu Yüce Yaratıcı'nın korumasına bırakmıştı. Rabbi de Meryem'i güzelce kabul etmiş ve onu Hz.
Zekeriya'nın himayesinde yetiştirmişti. 20 Böylece Hz. Meryem, annesinin adağı sonucu mabette ilim ve ibadet ile büyümüştü.
Çok arzu edilen, heyecanla beklenen bazı şeylerin gerçekleşmesi veya korkulanların olmaması için kudret sahibi Allah'a dönerek dua etmek
kulluğun bir gereğidir. Zira O'ndan başka sığınılacak veya talepte bulunulabilecek bir makam, bir merci bulunmamaktadır. Kul, beklentisinin
gerçekleşmesi durumunda bazen belli adaklarda bulunur. İstenilenin gerçekleşmesi hâlinde, şükran nişanesi olarak anılan adağın yerine getirilmesi
gerekir. Zira hem âyetlerde hem de hadislerde, yapılan adakların yerine getirilmesi talep edilmektedir. Yüce Allah adanan adakların yerine
getirilmesini emrederken, 21 cennetten fışkıran pınarlardan içen iyilerin kıyamet gününden korkarak adaklarını yerine getiren kimseler oldukları
beyan edilmektedir. 22 Resûl-i Ekrem,“Gücünün yettiği bir şeyi adayan, onu yerine getirsin!” 23 buyurarak bu konunun önemini vurgulamıştır.,
Ancak âciz kalınan durumlarda insanın bir ümit kapısı ve sığınak olarak gördüğü makama adakta bulunması, kolay yoldan dünyalık bazı şeyleri
elde etmenin aracı hâline dönüştürülmeye de müsait gözükmektedir. Bunu dikkate alan Allah Resûlü, “Adakta bulunmayın. Zira o takdir olunan
hiçbir şeyi değiştirmez. Sadece onunla cimrinin elinden malı çıkarılır.” 24 buyurmak suretiyle İslâm inancının esaslarından biri olan kadere ve onun
adakla ilişkisine atıfta bulunmuştur. Bir başka rivayette ise,“Adak, Allah'ın takdir etmediği bir şeyi insana yaklaştırmaz. Ancak nezr(ettiği husustaki iş)
kadere uygun düşer (ve gerçekleşir) de böylece cimrinin elinden istemediği hâlde malı çıkarılır.” buyurmuştur. 25 Bu bağlamda, adağın herhangi bir şeyi
takdir edilenden ne öne çekeceği ne de geriye bırakacağı vurgulanarak 26 zihinlerdeki adak algısı netleştirilmiştir.
Adakların, kaderi değiştirmeyeceğine vurgu yapılmaktadır. Rivayetlerde yer alan, 'istemediği hâlde cimrinin elinden malı çıkarılır.' ifadesi
de buna işaret etmektedir. Bu nedenle, “hastam iyileşirse”, “yitiğimi bulursam”, “Allah beni bu beladan kurtarırsa” ya da “şu nimetleri bana verirse”
şeklindeki dünyalık birtakım taleplerle yapılan adaklar hoş karşılanmamıştır. Gereğini yerine getirmeksizin taleplerde bulunan ve kısa yoldan
birtakım dünyalık menfaatler temin etmeyi arzulayan insanların yöneldiği adak türünün de bu olduğu görülmektedir. Kulluk bilinciyle yapılan
adağın geri planda kalmasına neden olan bu adak tarzını, bazı sahâbîler de uygun görmemişlerdir. 27
Ka'b kabilesinden Mes'ûd b. Amr, Abdullah b. Ömer'e gelip şöyle demişti: “Oğlum Fars (İran) diyarında Ömer b. Ubeydullah'ın yanında görev
yapıyordu. O sırada Basra'da insanları kırıp geçiren bir veba salgını görüldü. Ben bunu duyunca, 'Allah sağ salim oğlumu geri getirirse Kâbe'ye
yürüyerek gideceğim.' diye adak adadım. Ne var ki, oğlum hasta döndü ve çok geçmeden de öldü. Şimdi ben ne yapmalıyım?” Bu soruyu işiten
İbn Ömer, “Siz adak adamadan nehyedilmediniz mi?! Resûlullah (sav), 'Adak, kaderin önüne geçip bir şeyin olmasını sağlamayacağı gibi, olacağı da
ertelemez. Ancak adak sebebiyle cimriden mal çıkarılır.' buyurdu ya! (Madem ki adadın, şu hâlde) adağını yerine getir!” dedi. 28
Bu yaklaşım genel anlamda adak adamaya karşı çıkmaktan ziyade, meşru bir ibadet aracının, farklı amaçlarla kullanılmasına bir tepkidir. Netice
itibariyle adaklar, Yüce Allah tarafından kullarına yüklenmediği hâlde, kulların Yaratıcılarına verdikleri yükümlülük gerektiren özel sözlerdir. Bu
nedenle adak adarken kişi, sahip olmadığı bir şeyi, gücünün yetmeyeceği bir işi, dinen meşru olmayan bir hususu adak konusu yapmamalıdır. Zira
Peygamber Efendimizin ifadesiyle, “Yüce Allah'ın rızasını kazandıracak şeylerin dışında adak yapılmaz.” 29 Sorumsuzca adanan ve gerek maddî
gerekse mânevî açıdan güç yetirilemeyecek adaklar, sahibini sorumluluk altına sokmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Rabbimizin rızasını
kazanma düşüncesiyle, şükür kabilinden yapılan adakların mutlaka yerine getirilmesi; günaha sevk edecek adakların ise terk edilmesi
gerekmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder