NİKAH AĞIR BİR SÖZLEŞMEDİR
Ebû Hüreyre'nin anlattığına göre,
Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur:
“Kendi onayı alınmadıkça dul kadınla, kendisinden izin alınmadıkça da bakire kız ile nikâh yapılmaz.” Oradaki sahâbîler, “Yâ Resûlallah! Bakire bir kızın izni nasıl olur?”
diye sordular. O (sav) da, “Sessiz kalmasıyla.” buyurdu.
(B5136 Buhârî, Nikâh, 42)
Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur:
“Kendi onayı alınmadıkça dul kadınla, kendisinden izin alınmadıkça da bakire kız ile nikâh yapılmaz.” Oradaki sahâbîler, “Yâ Resûlallah! Bakire bir kızın izni nasıl olur?”
diye sordular. O (sav) da, “Sessiz kalmasıyla.” buyurdu.
(B5136 Buhârî, Nikâh, 42)
***
Muhammed b. Hâtıb el-Cumahî'nin naklettiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Haram olan (ilişki) ile helâl olan (nikâh) arasındaki ayırıcı özellik, def çalmak
ve şarkı söylemek suretiyle duyurmaktır.”
(T1088 Tirmizî, Nikâh, 6)
***
Ukbe b. Âmir'in naklettiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz, şartların yerine getirilmeye en lâyık olanı, kadınları kendinize helâl kıldığınız (mehir)
şartıdır.”
(M3472 Müslim, Nikâh, 63)
***
İbn Abbâs'ın naklettiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Birbirini seven (çiftlerin birleşmesi) için nikâh(tan daha iyi bir çözüm) yoktur.”
(İM1847 İbn Mâce, Nikâh, 1)
ve şarkı söylemek suretiyle duyurmaktır.”
(T1088 Tirmizî, Nikâh, 6)
***
Ukbe b. Âmir'in naklettiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz, şartların yerine getirilmeye en lâyık olanı, kadınları kendinize helâl kıldığınız (mehir)
şartıdır.”
(M3472 Müslim, Nikâh, 63)
***
İbn Abbâs'ın naklettiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Birbirini seven (çiftlerin birleşmesi) için nikâh(tan daha iyi bir çözüm) yoktur.”
(İM1847 İbn Mâce, Nikâh, 1)
*********************
kardeşinin oğlu ile evlendirdi.” dedi. Hz. Âişe, “Peygamber (sav) gelinceye kadar otur bakalım.” dedi. Resûl-i Ekrem (sav) gelince, Hz. Âişe genç kızın durumunu
anlattı. Bunun üzerine Peygamberimiz, kızın babasına haber göndererek gelmesini istedi. Peygamber Efendimiz durumu tetkik etmek ve fikri sorulmadan evlendirildi
ise genç kıza seçim hakkı tanımak istemişti. Bunun üzerine genç kız, “Ey Allah'ın Resûlü! Babamın yaptığı işi (aslında) onaylamıştım. Ancak (nikâh konusunda)
kadınların da söz hakkı olup olmadığını öğrenmek istedim.” dedi. 1 Böylece baba ve kız arasındaki mesele çözüldü ve her ikisi de memnun olarak Efendimizin
evinden ayrıldı.
Örnek bir aile oluşturmak isteyen Hz. Peygamber, o günün toplum yapısında fazla bir hakkı olmayan kadına değer veriyor ve hayatının en önemli kararı olan nikâh
konusunda görüşüne başvurulup rızasının alınmasının gerekli olduğuna işaret ediyordu. Nitekim bir defasında da, dul veya bakire olsun nikâh sırasında kadının
mutlaka izninin alınması gereğine dikkat çekmiş ve şöyle buyurmuştu: “Kendi onayı alınmadıkça dul kadınla, kendisinden izin alınmadıkça da bakire kız ile nikâh
yapılmaz.” Oradaki sahâbîler, “Yâ Resûlallah! Bakire bir kızın izni nasıl olur?” diye sorunca, “Sessiz kalmasıyla.” buyurmuştu. 2
Evlenecek kızların iznini önemseyen Allah Resûlü diğer taraftan, “Velî (izni) olmadan nikâh olmaz.” 3 “Hangi kadın velîlerinin izni olmadan (kendi kendine) nikâhlanırsa,
nikâhı geçersizdir. Eğer erkek o kadınla beraber olmuşsa, bunun karşılığı olarak ona mehir vermesi gerekir. Eğer (velîler) anlaşamazlarsa, velîsi olmayanın velîsi yetkili mercidir.”
4 buyurarak nikâh gibi önemli bir konuda velînin (baba veya dede veya kardeş gibi) görüşünün alınmasının önemine işaret etmişti. Bu hadisler, aile büyüklerinden
veya yetkili otoriteden izin alınmadan, velîden habersizce yapılabilecek gizli evliliklere karşı alınmış bir tedbir idi. Ebeveynin yıllar boyunca şefkat ve itina ile
büyüttükleri çocuklarının, onların rızalarını almadan evlenmelerinin çeşitli istismarlara yol açabileceği endişesiyle Rahmet Elçisi bu tavsiyelerde bulunmuştu. Konu ile
ilgili hadisler beraber okunduğunda Allah Resûlü'nün
kız çocuklarının izni olmadan evlendirilmelerini hoş karşılamadığı gibi, kız çocuğunun da kendi başına velîsinden habersiz, izinsiz bir şekilde evlenmesini de hoş
karşılamadığı anlaşılır.
Peygamber Efendimiz, muhtemel suistimallerin önlenmesi için izin verecek velînin de rüşt sahibi, yani doğru karar verme kabiliyeti olan, akl-ı selim sahibi bir kimse
olması gerektiğini belirtmiş 5 ve ehliyetsiz velîlerin kararlarının da makbul olmadığını söylemiştir. 6 Buna göre velîlerin yetersiz kaldığı, bulunmadığı ya da yetkilerini
kötüye kullandıkları durumlarda yetkili otorite, derhâl müdahale edip yetkisini kullanabilecektir.
Velâyet konusu kadınlar açısından bir tahakküm veya bir yetki gaspı şeklinde değil de yol gösterme, sorumluluğu paylaşma şeklinde değerlendirildiği takdirde, hem
kadınların hem de dünyaya gelecek çocuklarının haklarını en iyi şekilde korumaya yönelik olduğu anlaşılacaktır. Özellikle Peygamber Efendimiz zamanında
kadınların haklarının korunması amacıyla sorumluluğun bu şekilde paylaşılması, olabilecek haksızlıkları önlemeye yönelik idi. Aksi takdirde sahipsiz, kimsesiz kalan
kadınların haklarını istismar etmek daha kolay olabilecekti. Velâyet ve izin konularının bu şekilde önemsenmesinin asıl nedeni ise evliliğin gerekli araştırmalar
yapılarak sağlam temeller üzerine tesis edilmesi, telâfi edilmesi zor hataların önüne geçilmesi ve evlenecek tarafların aileleri arasında kaynaşmayı sağlamaktı.
Peygamber Efendimiz muhtemel gizli evliliklere fırsat verilmemesi için nikâhın alenî yapılmasını, topluma duyurulmasını son derece önemsiyordu. Ona göre, “Haram
olan (ilişki) ile helâl olan (nikâh) arasındaki ayırıcı özellik, def çalmak ve şarkı söylemek suretiyle duyurmaktır.” 7 Kutlu Nebî nikâh temeli üzerine kurulu bir toplum
oluşturuyordu. Bu toplumda sefahat ve başıboşluğun yeri olmamalıydı. Kutsal aile müessesinin şenlik havasında, dost ve akrabaların katılımıyla kurulmasını
istiyordu. Toplumun nüvesini oluşturacak olan ailenin oluşumunda toplumdaki birçok birey sevinç ve heyecan içinde bu mübarek merasime şahit olmalıydı. Gizli
saklı, insanların katılımından ve şahitliğinden kaçarak gerçekleşen evlilikler her zaman şüpheli idi. Onun için farklı münasebetler vesilesiyle Hz. Peygamber, “Bu
nikâhı ilân edin, onu (topluma açık olan) mescitlerde yapın...” 8 buyuruyordu. Çünkü o dönemde camiler, mescitler duyurunun yapılacağı en uygun mekânlardı. Hz.
Peygamber (sav) bir defasında, Abdurrahman b. Avf'ın üzerinde düğünlerde sürülen sarı renkli zağferan isimli kokunun izlerini görünce, “Bu nedir?” diye sormuş,
Abdurrahman da, “Yâ Resûlallah, bir
hurma çekirdeği kadar altını mehir vererek bir kadınla evlendim.” cevabını vermiştir. Bunun üzerine Hz. Peygamber, Allah'ın bereket ihsan etmesini dileyerek
kendisini tebrik etmiş ve bir koyun keserek de olsa insanlara düğün yemeği ikram etmesini istemiştir. 9 Böylece bütün insanların davet edildiği bir velîme (düğün
yemeği) ile taçlandırılan nikâh, meşru olarak kabul edilmiş ve insanların bunu uygulaması istenmiştir. Bir başka hadis-i şerifte ise nikâh esnasında en az iki âdil
şahidin hazır bulunması gerektiğinden bahsedilmektedir. 10 Aslında nikâhın gizli olmaması, açıkça müzik aletleri eşliğinde, velîme verilerek, imkânlar ölçüsünde
camide veya kalabalığın oluşabileceği yerlerde ilân edilmesi, sadece iki şahit değil, birçok şahidin bulunmasını temin etmeye yönelik uygulamalardı.
Yüce Allah bu konuda, “Kadınlara mehirlerini gönül rızası ile (cömertçe) verin...” 11 buyurmaktaydı. Âyette geçen mehir anlamındaki “sadukât” kelimesi, sadakat ile aynı
kökten gelmekte ve erkeklerden, birlikte yuva kuracakları eşlerine olan sevgi, muhabbet ve sadakatlerini bir miktar mal vererek göstermeleri istenmektedir. Erkek,
evleneceği kadına bunu vererek gönül yakınlığı kuracak, fedakârlık ve evlilik isteğinde samimi olduğunu göstererek sadakatini teyit edecektir. Bu da ömür boyu
devam edecek birliktelikte, sadakati gösteren ilk belirti olması bakımından önemli bir uygulamadır.
Evlilik sırasında erkeğin verdiği mehir, onun sadakatini ifade ettiği gibi kadın açısından da maddî bir güvence anlamına geliyordu. Önemine binaen Allah Resûlü,
“Şüphesiz, şartların yerine getirilmeye en lâyık olanı, kadınları kendinize helâl kıldığınız (mehir) şartıdır.” 12 buyuruyor ve bir başka münasebetle de bunun kadının hakkı
olduğunu bildiriyordu. 13 Evlenecek olup da maddî durumu iyi olmayan bir sahâbîye, demirden bir yüzük dahi olsa bulup kadına vermesini 14 isteyen Hz.
Peygamber, nikâh akdi sırasında kadına verilecek mehrin gerekli olduğuna işaret etmişti. Ancak mehrin miktarı evlenecek kişilerin maddî durumlarına ve yöresel
şartlarına göre belirlenecekti. Mehir miktarı belirlenirken aşırıya gitme ihtimaline karşılık, “Nikâhın en hayırlısı, en kolay olanıdır.” 15 “Kadınların en bereketli olanı, mehir
konusunda en fazla kolaylık sağlayanlarıdır.” 16 buyurarak da itidali tavsiye ediyordu.
Allah Resûlü, o günkü şartlarda çevresindeki insanların ekonomik imkânsızlıklarını da göz önüne almaktaydı. Evleneceği eşine verebileceği hiçbir maddî varlığı
olmayanlar için de farklı önerilerde bulunmuştu. Bu durumdaki kadın ve erkeğin kendi aralarında anlaşmaları hâlinde sadece maddî değere sahip malların değil,
mânevî değeri yüksek olan bir şeyin de
mehir olabileceğini belirtmişti. Nitekim evlenmek isteyip de hiçbir mal varlığı olmayan bir sahâbîyi, Kur'an'dan ezberinde bulunan sûreleri eşine öğretmesi
karşılığında bir kadınla evlendirmişti. 17
Mehri, kadının en tabiî hakkı olarak gören Peygamber Efendimiz, câhiliye döneminden kalan ve “şiğâr” denilen evliliği de kaldırmıştır. Kültürümüzde “değiş tokuş”
denilen bu nikâh çeşidinde erkekler, mehir vermeksizin velâyetleri altında bulunan kızlarını veya kız kardeşlerini karşılıklı olarak değişmekteydiler. 18 Böylece o
dönemin insanları şiğâr nikâhıyla mehir ödeme sorumluluğundan kendilerini kurtarmış oluyorlardı. Bundan dolayıdır ki Hz. Peygamber, günümüzde mehir
ödemeden yapılan bazı “berdel” usulü nikâhlar da dâhil olmak üzere bu tür mehirsiz nikâhı yasaklamıştır. 19
Huzurlu bir toplum oluşturmayı hedeflemiş olan İslâm, bu huzurun öncelikle aile yuvasında sağlanabilmesi açısından birtakım sınırlar da koymuştur. Bazı evlilikleri
engelleyen hatta yasaklayan bu sınırlar, hep birey ve toplumun mutluluğu içindir. Yüce Allah evlenilmeleri yasak olan kadınlar hakkında şöyle buyurur: “Size şunlarla
evlenmek haram kılındı: Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeş kızları, kız kardeş kızları, sizi emziren sütanneleriniz, sütkız kardeşleriniz,
karılarınızın anneleri, kendileriyle zifafa girdiğiniz karılarınızdan olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız, —eğer anneleri ile zifafa girmemişseniz onlarla evlenmenizde size bir
günah yoktur— öz oğullarınızın karıları, iki kız kardeşi (nikâh altında) bir araya getirmeniz. Ancak geçenler (önceden yapılan bu tür evlilikler) başka. Şüphesiz Allah çok
bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.” 20 Kur'ân-ı Kerîm'de evli kadınlarla evlenilmesi haram kılınmış, 21 Resûlullah (sav) da, kadının hala ve teyzesiyle bir arada aynı
nikâhta birleştirilmesini yasaklamıştır. 22 Hz. Peygamber, iki kız kardeş ile aynı anda evli olan Feyrûz ed-Deylemî Müslüman olunca ondan o kardeşlerin birini
boşamasını istemiştir. 23 Muhtemelen câhiliye dönemindeki uygulamanın etkisi ile Peygamber Efendimizin eşi Ümmü Habîbe (ra), kız kardeşi Azze'yi kendisine kuma
olarak nikâhlamasını Resûlullah'a teklif etmiş, bu sayede kardeşinin de Peygamber eşi olma şerefine ermesini istemiş ancak Peygamberimiz bunun helâl olmadığını
bildirmiştir. 24
Hz. Peygamber (sav), “Nesep yoluyla haram olanlar, emzirme yoluyla da haram olur.” 25 buyurarak, aynı anneden süt emen çocukların kardeş mesabesinde olduklarını,
dolayısıyla sütkardeşler arasında evliliğin
kesinlikle haram olduğunu bildirmiştir. Kendisi de onunla evlenmesi konusunda bahsi geçen bir hanımın süt akrabası olduğunu belirterek böyle bir nikâhın
olamayacağını dile getirmiştir. 26
Allah Teâlâ, boşanmış veya kocasının ölümüyle dul kalmış kadının evlenebilmesini de belli şartlara bağlamış, bunun için hamile olmayan boşanmış kadının üç âdet
süresi, 27 hamile olmayıp kocasının ölümüyle dul kalan kadının ise dört ay on gün iddet beklemesi gerektiğini 28 bildirmiştir. Ayrıca Cenâb-ı Hak hamile iken
boşanan veya kocası ölen kadının iddet süresinin doğumla biteceğini 29 buyurmuştur. Buna paralel olarak Allah Resûlü de bu durumda olan bir kadına ancak
doğumdan sonra yeni bir nikâh yapılabileceğini bildirmiştir. 30
Müminlerin, Ehl-i kitap hâricindeki inanmayan kadınlarla evlenmeleri ve onları nikâh altında tutmaları da yasaklanmış, ayrıca mümin hanımların inançsız erkeklerle
evlenmelerinin helâl olmadığı bildirilmiştir. 31 Hz. Peygamber, Ehl-i kitap kadınlarını nikâhlamakla ilgili kendisine yöneltilen sorulara Allah'ın şu emrini tebliğ
etmiştir: “...Mümin kadınlardan iffetli olanlarla, daha önce kendilerine kitap verilenlerden olan iffetli kadınlar da mehirlerini vermeniz kaydıyla; evlenmek, zina etmemek ve gizli
dost tutmamak üzere size helâldir...” 32 Bu âyette Müslüman erkeklerin, Ehl-i kitaptan olan hanımlarla evlenmelerine izin verildiği hâlde, Müslüman bir hanımın Ehl-i
kitaptan bir erkekle evlenmesinden söz edilmemektedir. Ancak Peygamberimizin ashâbından Câbir b. Abdullah, Müslüman erkeklerin Ehl-i kitap kadınlarıyla
evlenebileceği, Müslüman kadınların farklı din mensuplarıyla evlenemeyecekleri görüşünü dile getirmiştir. 33
Peygamber Efendimizin yasakladığı nikâh çeşitleri arasında mut'a (geçici nikâh) da bulunmaktadır. Bazı zaruretlere binaen Hz. Peygamber'in geçici nikâha izin verdiği
yönünde rivayetler bulunmakla beraber daha sonra onun şu hadisle bu nikâh türünü kesin olarak yasakladığı anlaşılmaktadır: “Ey İnsanlar! Ben, kadınlarla mut'a nikâhı
yapma hususunda size izin vermiştim. Muhakkak ki Allah, bunu kıyamet gününe kadar haram kılmıştır...” 34 Bu yasaktan haberdar olan Hz. Ali, mut'a nikâhı yapmakta
sakınca görmeyen bir adama, “Sen yanılıyorsun. Muhakkak ki Resûlullah (sav) mut'a nikâhını ve ehlî eşek eti yemeyi Hayber günü yasakladı.” diye karşı çıkmıştır. 35
Açıkça görülmektedir ki Hz. Peygamber'in nikâhla ilgili bütün düzenlemeleri, aile birliğini kurarken sağlıklı adımlar atmak, toplumun
yapısını sarsan uygulamaları ortadan kaldırmak, aileye hayâ, iffet, karşılıklı sadakat, vefa, saygı ve sevgi esasları içinde kurumsal bir varlık kazandırmak içindir. Bütün
bunlar, eşler ve çocukların, İslâm ailesinin kurumsal varlığı sayesinde kendilerini huzur, şefkat ve güven içinde hissedebilmelerine dönük tedbirlerdir. Resûl-i
Ekrem'in ifade ettiği gibi: “Birbirini seven (çiftlerin birleşmesi) için nikâh(tan daha iyi bir çözüm) yoktur.” 36
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder