RIFK ALLAH HER İŞTE ZARAFETİ SEVER
Abdullah (b. Mes'ûd) tarafından nakledildiğine göre,
Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:
“Mümin, ırza, namusa dil uzatan, lânet eden, çirkin işler yapan, edepsiz konuşan kimse değildir.”
(T1977 Tirmizî, Birr, 48; HM3839 İbn Hanbel, I, 405)
***
Abdullah (b. Mes'ûd) tarafından nakledildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Müslüman'a sövmek fâsıklık (alâmeti), onunla savaşmak ise küfür
(alâmeti) dür.”
(B6044 Buhârî, Edeb, 44)
***
Ebû Hüreyre'den nakledildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Birbirine söven iki kişinin günahı, mazlum olan haddi aşmadıkça ilk sövene aittir.”
(M6591 Müslim, Birr, 68)
***
Hz. Âişe'nin (ra) naklettiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Ölülere sövmeyin. Çünkü onlar, önden göndermiş olduklarının (amellerinin)
karşılıklarına ulaşmışlardır.”
(B1393 Buhârî, Cenâiz, 97)
********************
oyunuyla değiştirerek “es-Sâmü aleyküm” (Ölüm üzerinize olsun!) dediler ve Hz. Peygamber'e karşı büyük bir kabalık yaptılar. Orada bulunan müminlerin
annesi Hz. Âişe, Yahudilerin bu kabalıkları karşısında kendini tutamadı ve onlara, “Allah'ın lâneti ve gazabı da sizin üzerinize olsun!” diye karşılık verdi.
Bunun üzerine Şefkat ve Merhamet Elçisi (sav) eşine hitaben, “Sakin ol ey Âişe! Kibar ve nazik olmalı, kaba davranmaktan ve çirkin konuşmaktan da
sakınmalısın.” buyurdu. 1 “Onların ne söylediklerini duymadın mı?” diye soran Hz. Âişe'ye, Resûlullah şu karşılığı verdi: “Ben de onlara 've aleyküm' (sizin
üzerinize de) diyerek karşılık verdim ya!” 2
Söz ve hareketlerinde kabalıktan uzak durmak, kırıcı olmamak; yapıcı, uzlaştırıcı ve nezaket sahibi olmak, kişinin hem iyi bir insan hem de olgun bir
mümin olduğunun göstergesidir. Sevgili Peygamberimiz, “Mümin bal arısı gibidir. Temiz olanı yer, temiz olanı (balı) üretir, bir çiçeğe konduğunda onu kırıp
bozmaz.” buyurmuştur. 3 Bu teşbihiyle o, mümini, kırıp dökmeyen, temiz ve meşru işler yapan, yararlı ve nazik bir insan olarak tanımlamıştır. Diğer
taraftan, kabalığı ve edepsizliği sebebiyle insanların terk ettiği ve etrafından uzaklaştığı kimseyi ise “en şerli kişi” olarak nitelemiştir. 4 Peygamberimizin
elinde ve evinde yetişen Enes b. Mâlik'in şu ifadeleri, Hz. Peygamber'in hizmetçilere ve çocuklara bile ne kadar anlayışlı ve zarif davrandığını ortaya
koymaktadır: “Resûlullah'a on sene hizmet ettim, vallahi bana bir defa bile 'Of!' demedi. Bir şey yaptığımda da, 'Niçin böyle yaptın! Şöyle yapsaydın ya!'
diyerek azarlamadı.” 5 Çünkü sükûnet, yumuşak huyluluk ve nezaket, Rahmet Peygamberi'nin temel karakterini oluşturmakta, bu karakteriyle o (sav),
bulunduğu her yeri güzelleştirmekteydi. “Rıfk (zarif davranış) işe güzellik katar, rıfktan (zarafetten) yoksunluk ise, işi kusurlu kılar.” 6 buyuran Allah Resûlü,
“Rıfktan (zarafetten) mahrum olan, hayırdan da mahrum olur.” 7 hadisiyle kaba ve sert tabiatlı insanı hayırsız olarak nitelemektedir.
Allah Resûlü'nün tarifine göre, “Mümin, ırza, namusa dil uzatan, lânet eden, çirkin işler yapan, edepsiz konuşan kimse değildir.” 8
bir başka hadisinde de, “Hayâ imandandır, imanın yeri ise cennettir. Kötü konuşmak kabalıktandır. Kabalık (insanları incitmek) ise cehennemdedir.” 10 buyurarak
ağzı bozuk insanların iman ve hayâ ile bağdaşmayan bir kişiliğe sahip olduklarına işaret etmektedir. Yaratılmışların en yücesi ve en mükemmeli olan Sevgili
Peygamberimizi anlatanlar, onun kaba davranışlar içinde bulunmadığını, sövgü ve kötü konuşmalardan şiddetle sakındığını vurgulamaktadırlar. 11 Nitekim
Hz. Enes'in anlattığına göre, Resûlullah (sav) sövmez, kötü konuşmaz ve lânet etmezdi. Birini azarlayacağı zaman, “O alnı toprak göresiye ne oluyor?” 12
diyerek, yüzüstü yere kapaklanmayı ifade eden bir Arap deyişini kullanmakla yetinirdi.
Peygamberimiz gazap hâlinde, sövme ve kötü konuşma isteğine engelleyerek nefsine hâkim olabilmeyi şöyle tanımlamıştır: “Pehlivan, rakiplerini yenen kişi
demek değildir. Gerçek pehlivan öfke anında kendisine hâkim olandır.” 13 Öfkenin en bariz sonuçları insanın dilinde tezahür eder. Yani öfkelenen kimse
genellikle öfkelendiği şeye veya kişiye söver, hakaret eder ya da kaba davranır. İşte bunun için Hz. Peygamber bir başka hadisinde diline ve beline sahip
olanları cennetle müjdelemiş ve “Kim bana iki dudağının arasındakini ve iki bacağının arasındakini korumayı garanti ederse, ben de onun için cenneti garanti
ederim.” buyurmuşlardır. 14
Bütün nezaketine ve dikkatine rağmen, zarif olmayan bir hareketin veya sözün insanlık hâli olarak kendisinden sâdır olduğu durumlar için Sevgili
Peygamberimiz şöyle dua etmektedir: “Allah'ım, ben bir insanım. Hangi Müslüman'a ağır ve incitici konuştuysam, bunu, onun için arınma ve mükâfat (vesilesi) kıl.”
15 Peygamberimizin bu güzel duası, bilmeden kırıp incittiklerimize karşı bizim de aynı duyarlılığı göstermemizi gerekli kılmaktadır.
Sevgili Peygamberimiz müminlerin birbirine karşı yakışıksız konuşmalarını ısrarla yasaklamıştır. Allah Resûlü, ensardan bir toplulukla birlikteyken orada
bulunan ve ağzının bozukluğu ile tanınan bir adamdan dolayı, “Müslüman'a sövmek fâsıklık (alâmeti), onunla savaşmak ise küfür (alâmeti) dür.”
buyurmuşlardır. 16 Yine, “Birbirine söven iki kişinin günahı, mazlum olan haddi aşmadıkça ilk sövene aittir.” 17 buyuran Hz. Peygamber, birbirlerine hakaret
edenlerden en büyük sorumluluk ve günahın bu çirkinliği başlatana ait olduğunu ifade etmiştir.
Sövgüye muhatap olan Müslüman, cevap amacıyla dahi olsa küfür sözlerini ağzına alarak seviyesini düşürmemeli, zor da olsa sabretmeli, sövene uyarak
çirkinleşmemelidir. Çünkü ne şekilde olursa olsun kötü söz şeytandandır. Onun için Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Allah bana, alçakgönüllü olmanızı
vahyetti. O hâlde biriniz diğerine haksızlık etmesin ve hiç kimse de diğerine karşı övünmesin.” Hadisi rivayet eden İyâz b. Hımâr, “Ey Allah'ın Resûlü! Benden daha
alt seviyede olan bir topluluk içerisinden biri bana söver, ben de onun sözüne cevap verirsem, bundan dolayı günaha girer miyim?” diye sorduğunda
Allah'ın Elçisi, “Birbirlerine sövenlerin her ikisi de şeytandır, birbirlerini suçlarlar ve yalanlarlar.” karşılığını vermiştir. 18 Benzer biçimde, bedevî olduğu anlaşılan
Ebû Cürey isimli bir kişi Hz. Peygamber'den kendisine öğüt istediğinde Allah Resûlü, “Kimseye sövme!” demiş ve sözlerine şöyle devam etmiştir: “... Eğer bir
kimse sana söver ve sende (olduğunu) bildiği bir şeyden dolayı seni yererse, sen onda (olduğunu) bildiğin bir şeyden dolayı onu yerme! Çünkü bunun vebali onadır.”
Ebû Cürey, “Bundan sonra hür olsun köle olsun hiçbir insana, hiçbir deveye ve koyuna sövmedim.” der. 19
Mümin kişi, sövene karşı söverek alçalmaz. Yunus Emre'nin dediği gibi, “sövene karşı dilsiz” olanı meleklerin müdafaa edeceğine dair Sevgili
Peygamberimizin müjdesi vardır. İbn Abbâs'ın anlattığına göre, Resûlullah'ın yanında iki adam birbirlerine ağır konuşmuşlardı. Bunlardan biri söverken
diğeri karşılık vermeyerek susmaktaydı. Susan kişi de söverek karşılık vermeye başlayınca Hz. Peygamber (sav) kalkarak oradan uzaklaştı. Niçin kalktığı
sorulduğunda da, “Melekler kalkınca ben de onlarla birlikte kalktım. Bu susan kişi sustuğu sürece onun adına melekler sövene cevap vermekteydi. Ancak kendisi
söverek cevap vermeye başlayınca melekler de kalktılar.” buyurdu. 20
İslâm'a göre insanların bedenleri, canları, mânevî şahsiyetleri ve malları her türlü saldırı, tehdit ve hakaretten korunduğu gibi, anne babaları, aile fertleri,
mensubu oldukları kavim, millet ve topluluk da fiilî ve sözlü tecavüzlerden korunmuştur. Buna göre ister kişinin kendisinden isterse dışarıdan gelsin, dinin
koruduğu değerlere yöneltilen sataşma ve saldırılara engel olmak her Müslüman'ın görevidir. Dolayısıyla kişinin sövgü ve hakarete yol açacak
davranışlardan uzak durması gerekir. Örneğin, Abdullah b. Amr b. Âs'tan nakledildiğine göre Resûlullah (sav) bir gün, “Bir kimsenin ebeveynine sövmesi
büyük günahlardandır.” demiş, ashâb bunun
üzerine, “Yâ Resûlallah! Hiç insan ana babasına söver mi?” deyince, “Evet, bir kimse birinin babasına söver, o da onun babasına söver. (Adamın) anasına söver, o
da onun anasına söver.” buyurmuşlardır. 21
Dinimizde açıkça haram işleyen bir günahkâra bile hakaret etmek uygun bulunmamıştır. Suçlu cezasını çeker ama kendisine hakaret edilemez. Günümüz
ceza kanunlarında da yerini bulan bu ilkeyi Sevgili Peygamberimiz on beş asır önce şu örnekle bize göstermiştir: Bir defasında sahâbîler, içki içen birini
cezalandırması için Resûlullah'a getirdiler. Hz. Peygamber de ona dayak cezası uyguladı. Kimi eliyle, kimi pabucuyla, kimi de elbisesinin ucuyla adama
vurmaya başladı. Bununla yetinmeyen birisi ise, “Allah seni rezil etsin!” diyerek sarhoşa hakaret etti. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem, “Hayır, böyle demeyin!
Ona karşı şeytana yardımcı olmayın!” buyurdu. 22 Dolayısıyla suç işlemiş ve cezayı hak etmiş olsa da mümin kardeşin mânevî şahsiyetini korumak diğer
müminlerin görevidir.
Dirilere olduğu gibi ölülere sövmek de Hz. Peygamber tarafından kesinlikle yasaklanmıştır. Bu yüzden ölülerin arkasından kötü konuşmamak ve onları
hayırla yâd etmek Müslümanların yaşattığı güzel geleneklerden biri olmuştur. Bu konuda Sevgili Peygamberimiz (sav), “Ölülere sövmeyin. Çünkü onlar, önden
göndermiş olduklarının (amellerinin) karşılıklarına ulaşmışlardır. 23 (Bu hareketinizle onların) hayatta olan yakınlarını incitirsiniz.” buyurmaktadır. 24 Ölülere
yapılan saygısızlığın, kendisine zarar vermese bile onun akrabalarını, yakınlarını ve sevenlerini rahatsız edeceği açıktır. Dolayısıyla ölen kimsenin mânevî
şahsiyetinin dokunulmazlığını korumak dirilerin görevidir. Muhatabı ölü bile olsa iftira nitelikli sövgülere had cezasının uygulanması bunun en açık
delilidir.
Hz. Peygamber, Müslüman olan çocuklarını ve akrabalarını üzmemek için kâfir ve müşriklere sövmeyi bile yasaklamıştır. 25 Buradan hareketle tarihte
görülen üzücü olayları bahane ederek sahâbeye veya onlardan herhangi birine sövmek veya haklarında kötü ve saygısızca konuşmanın evleviyetle yasak
olduğu anlaşılır. Onlar İslâm'ın kuruluş yıllarının bütün sıkıntılarını, mahrumiyetlerini çekmiş, düşmanların tüm zulüm, işkence ve saldırılarına Resûlullah
(sav) ile birlikte göğüs germiş, bu uğurda yurtlarından hicret etmiş, hatta babalarına, oğullarına, akrabalarına karşı savaşmak zorunda kalmış, canlarını ve
mallarını cömertçe ortaya koymuşlardır.
Hz. Peygamber'in hilm ve nezaketi, sadece insanları değil aynı zamanda hayvanları, bitkileri ve diğer bütün varlıkları kapsar. Nitekim rıfk
sahibi olan Cenâb-ı Hakk'ın yumuşak ve merhametli davranışlardan hoşnut olduğunu bildiren Allah Resûlü, hayvanlara da bu şekilde muamele edilmesini,
gerektiğinde karınlarının doyurulmasını ve dinlendirilmelerini istemiştir. 26 Bir defasında bindiği devesinin hırçınlaşması üzerine onu ileri geri çeken Hz.
Âişe, Resûlullah'tan, “Ona yumuşak davran.” uyarısını almıştır. 27 Bir sefer dönüşünde ise devesine lânet eden bir kimse için Peygamberimiz, “Onun
üzerinden in. Lânetlenmiş bir hayvanla yanımızda yolculuk etme.” buyurmuştur. 28
Allah'ın, insanların bir şekilde yararlanması için yarattığı hayvanlar birer nimet olarak görülmeli, onlara merhametle yaklaşılmalıdır. Zira Cenâb-ı Hakk'ın
yarattıklarında bizim tahmin edemeyeceğimiz nice hikmetler vardır. “Horoza sövmeyin! Zira o, namaz için uyandırır.” 29 buyuran Resûlullah (sav) bu inceliğe
işaret etmiştir. Ayrıca akıl ve şuur sahibi olmayan, akılla değil yaratılışı üzere güdüleriyle hareket eden, konuşup cevap veremeyen ve çoğu kere hakaret,
sövme ve dövmelerimize mukabelede bulunamayan masum hayvanlara söven ve onları döven insanların, bu hareketleriyle onlardan daha aşağı seviyeye
düştüklerini görmeleri ve düşünmeleri gerekir.
Kişilerin inançlarına ve kutsal değerlerine sövmek de yasaklanmıştır. İslâm'a göre tamamen yanlış da olsa insanların inancına, hatta taptıkları putlara
sövülmez. Zira bu davranış nefret ve düşmanlığa yol açar. Ayrıca birinin inancına sövmemiz, onun da bizim kutsalımıza sövmeye yeltenmesine sebep
olabilir. İşte bu nedenle Cenâb-ı Hak, “Onların, Allah'ı bırakıp tapındıklarına sövmeyin ki onlar da haddi aşarak, bilgisizce Allah'a sövmesinler.” buyurmuştur. 30
Çünkü sövmek gibi çirkin yollar veya usullerle hiçbir hayra, iyilik ve güzelliğe, ulaşılamaz.
İnsanlar zaman zaman maruz kaldıkları sıkıntılar sebebiyle zamana, feleğe ve kadere sövmeyi alışkanlık hâline getirmişlerdir. İnançlara ve inanç konusu
yapılan varlıklara sövülemeyeceği gibi, zamana sövmek, kahretmek veya lânet etmek de yasaklanmıştır. Ebû Hüreyre'den nakledildiğine göre, bir kudsî
hadiste Resûlullah (sav) şöyle ifade etmiştir: “Yüce Allah buyurdu ki: 'Âdemoğlu zamana söver, lânet okur. Halbuki zaman, benim! Gece de gündüz de benim
elimdedir.'” 31 Zira zamana sövmek, zamana nispet edilen bela, musibet ve benzeri hoşlanılmayan şeyleri yaratan Allah'ı rahatsız eder. 32 Bu husus bir diğer
hadiste daha net ifade edilmektedir: “Sizden hiç kimse, 'Zamana yazıklar olsun!' demesin. Zira zaman(ı yaratan)
Allah'tır.” 33 Bu türden hadislerle câhiliye dönemine ait bir inanış da kaldırılmaktadır. Çünkü o dönemde Araplar başlarına gelen hastalık, felâket ve
musibetlerin suçlusu olarak zamanı gösterir ve ona kahrederek söverlerdi. Bu tür bir algı ve inanç, Hz. Peygamber tarafından kesinlikle yasaklanmıştır.
Dilimizde zaman veya kader anlamına kullanılan “felek” ve benzeri şeylere sövmek de zamana sövmenin kapsamına gireceğinden, böylesi davranışlardan
sakınılmalıdır.
Zaman içerisinde insanın başına iyi veya kötü durumların gelebildiği, varlık ve yokluğun, hastalık ve sağlığın insanlar için olduğu hayatın bir gerçeğidir. Bu
nedenle iyi bir müminin başına gelenlerden ders çıkarması, önleyebileceği problemlere karşı tedbirlerini gereği gibi alması, elinde olmayan şeylere karşı da
sabır ve metanetle davranması gerekir. Doğrusu, bu gibi hâller karşısında sövmek ve lânet okumak gibi fevrî davranışlar, aşırı tepkiler, öfkeyi ve moral
bozukluğunu artırmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Örneğin hastalanan bir kimse, şifa vermesi için samimiyetle Allah'a yönelip dua etmeli, hastalığının
tedavisi için tedavi yollarını aramalıdır. Hastalığa sövmesinin hiçbir anlamı yoktur. Nitekim Resûlullah (sav) bir gün, Ümmü Sâib veya Ümmü Müseyyeb
künyesiyle anılan kadını ziyaret etmişti. Ona, “Ümmü Sâib! Sana ne oldu da böyle titriyorsun?” demişti. Kadın, “Sıtmaya tutuldum, Allah onu bereketsiz
kılsın!” deyince Resûl-i Ekrem şöyle buyurdu: “Sıtmaya sövme. Zira o, körüğün (yaktığı ateşin), demirin cürufunu giderdiği gibi âdemoğlunun hatalarını giderir.”
34 Böylece Allah Resûlü, bir yandan hastayı teselli ederken, bir yandan da çözümün hastalığa lânet okumak olmadığını ifade etmiştir.
Varlıklara ve olaylara hakaretin bize hiçbir yararı olmadığı gibi, aksine bu davranış Allah Teâlâ'yı gazaplandırırken şeytanı da sevindirir. Resûlullah (sav) bu
konuda şöyle buyurmuştur: “Rüzgâra sövmeyin! Rüzgâr sebebiyle hoşlanmadığınız bir şeyle karşılaştığınızda şöyle dua edin: 'Ey Rabbimiz! Bu rüzgârın hayrını,
getireceği şeylerin hayrını, ne ile emredildiyse onun da hayrını senden diler; bu rüzgârın şerrinden, getireceği şeylerin şerrinden, ne ile emredildiyse onun da şerrinden
sana sığınırız.'” 35 Nitekim bir adamın, giysisini savuran rüzgâra lânet ettiğini duyan Resûl-i Ekrem (sav), “Sakın rüzgâra lânet etmeyin! Çünkü o, Allah'ın
emriyle iş görmektedir. Şunu bilin ki, kim bir şeye haksız olarak lânet ederse o lânet kendisine döner.” şeklinde uyarıda bulunmuştur. 36
Dinimizde hakaret, sadece kınanmakla kalmamış sövgünün niteliğine göre hukukî, maddî ve mânevî yaptırımlara da konu olmuştur. Örneğin
sövgü, masum ve namuslu birine zina iftirasını içeriyorsa sövene kazif (iftira) cezası uygulanmış, buna ilâve olarak iftira edenin şahitliğinin ebediyen kabul
edilmeyeceği bildirilmiştir. 37 Sövmenin muhatabı ne derece rencide ettiği düşünülürse, konuya kul hakkı bakımından da yaklaşmak anlamlı olacaktır.
Müslümanlara bütün işlerinde zarif, nazik ve edepli davranmalarını emreden Allah Resûlü (sav), başta ailesi olmak üzere tüm yakınlarına, arkadaşlarına,
hatta müslimlere karşı kibar davranmayı elden bırakmamıştır. O, Allah'ın rahmeti sayesinde etrafındakilere yumuşak davranmıştır. Şayet onlara karşı sert ve
kaba davransaydı, Kur'an'ın ifadesiyle, etrafından dağılıp giderlerdi. 38 İslâm Peygamberi'nin, kaba ve sert tabiatlarına rağmen Arap bedevîleri üzerinde
yarattığı köklü dönüşümün sırrını, onun yumuşak huylu kalbinde, nazik ve kibar hitabında, affedici ve bağışlayıcı uygulamalarında aramak gerekir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder