yukarı kaydırma oku

YAZI KOPYALAMA ENGELİ

sağtuş engeli

ANA MENÜ

ENGELLİLİK VE İBADETLER GÜCÜNE GÖRE SORUMLULUK

ENGELLİLİK VE İBADETLER GÜCÜNE GÖRE SORUMLULUK

İmrân b. Husayn (ra) diyor ki:
“Basur hastalığım vardı. Bu sebeple Hz. Peygamber'e (sav) gelerek nasıl namaz kılacağımı sordum. Hz. Peygamber şu cevabı verdi:
“Namazı ayakta kıl, buna gücün yetmezse oturarak kıl, buna da gücün yetmezse yan üstü yatarak kıl.”
(B1117 Buhârî, Taksîru's-salât, 19)


***

Câbir b. Abdullah (ra) anlatıyor: Bir yolculuk esnasında Resûlullah (sav), insanların etrafına toplanarak gölgelendirdikleri bir adam gördü ve “Neyi
var?” diye sordu. Etrafındakiler, “O, oruçlu.” deyince Resûlullah (sav) şöyle buyurdu: “(Zorlanmanız yahut zarar görmeniz hâlinde) yolculukta oruç
tutmanız iyilik (fazilet) değildir.”
(M2612 Müslim, Sıyâm, 92)


***

Enes b. Mâlik diyor ki, “Resûlullah (sav) kendisine zarar gelmesinden korkan hâmile kadın ile çocuğunun zarar görmesinden endişe eden emzikli
kadın için Ramazan orucunu tutmama ruhsatı vermiştir.”
(İM1668 İbn Mâce, Sıyâm, 12)


***

İbn Ömer'den nakledildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Allah, yasaklarının işlenmesinden nasıl hoşlanmazsa, (tanıdığı) ruhsatların
uygulanmasından da o kadar hoşnut olur.”
(HM5866 İbn Hanbel, II, 108)


***

Ebû Musa'dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sav) ashâbından birini bir iş için gönderdiğinde şöyle derdi: “Müjdeleyin nefret ettirmeyin;
kolaylaştırın zorlaştırmayın.”
(M4525 Müslim, Cihâd ve siyer, 6)


******************

Allah Resûlü bir gün kendisine indirilen Kur'an âyetlerini yazması için vahiy kâtiplerinden Zeyd b. Sâbit'i yanına çağırmıştı. Bunu duyan Zeyd,
yazı için eline aldığı bir kürek kemiğiyle Resûlullah'ın (sav) yanına geldi. Hz. Peygamber, Nisâ sûresinin 95. âyetini yazdıracaktı. “Müminlerden
oturanlarla Allah yolunda cihad edenler bir olmaz.” demişti ki âmâ sahâbî Abdullah b. Ümmü Mektûm çıkageldi. Allah Resûlü'nün sözlerini işitmişti
ve bu nedenle yüreğini derin bir hüzün kaplamıştı. Dilinden dökülen şu sözler üzüntüsünü ve çaresizliğini ifade etmeye yetiyordu: “Yâ Resûlallah!
Vallahi, eğer gücüm yetseydi ben de mutlaka cihada katılırdım.” İbn Ümmü Mektûm'un iman dolu bu sözcüklerin ardından vahyin ağırlığı tekrar
Allah Resûlü'nün üzerine çöktü. Zira kulunun taşıyamayacağı yükü ona asla yüklemeyen Allah Teâlâ,“özür sahipleri müstesna” ifadesini Elçisi'ne
vahyetmişti. 1
İnsanı yaratan Allah, onu en iyi tanıyan ve dolayısıyla onun sınırlarını en iyi bilendir. 2 Ve O, her şeye kadir olduğu gibi kuluna gücünün
yetmeyeceği bir vazifeyi vermeyecek kadar da âdildir. Çünkü O, Rahmân ve Rahîm'dir. Hayatın her ânında insanlara karşı şefkatli ve merhametli
olan 3 Yüce Yaratıcı, kullarına birtakım sorumluluklar yüklerken elbette onları donattığı özellikleri en iyi bilendir. 4 Bu nedenle onlara
çekemeyecekleri bir yükü asla yüklememiştir. 5 Zihinsel engelli kimseleri sorumluluktan tamamen muaf tutarken, “Âmâya güçlük yoktur, topala
güçlük yoktur, hastaya güçlük yoktur.” 6 âyetiyle bedensel engellilik gibi uzun süreli ya da hastalık gibi daha kısa süreli engeller nedeniyle dinin bazı
gereklerini yerine getiremeyen kimseleri bu nedenle günahkâr saymayacağını bildirmiştir. Zira O, kulları için kolaylığı diler, onların zorluk
çekmelerini istemez 7 ve “Rabbim, bize çekemeyeceğimiz yükü yükleme!” 8 diye dua eden kullarına icabet eder.
Hastalık, insanı zayıf düşüren bir durum olduğu için İslâm dini bunu bir mazeret kabul etmiş ve hastaların ibadetlerini yerine getirmeleri için bazı
kolaylıklar sunmuştur. Peygamberimiz (sav) sağlık problemleri olan kimselerin durumunu mutlaka dikkate almış, kişinin ibadetleri yerine
getirmek için sağlığını düşünmeksizin canını tehlikeye atacak derecede


kendini zorlamasına müsaade etmemiştir. Nitekim Resûlullah (sav) gusletmesi gereken yaralı durumdaki birinin yarasının üzerine meshetmek
suretiyle vücudunun geri kalan kısmını yıkamasının yeterli olacağını söylemiştir. 9
Hz. Peygamber, kendisine gelerek hasta olduğunu bildiren ve bu durumda ibadetlerini nasıl eda edeceğini soran kimselere hem bedenlerini
zorlamayacak hem de ibadetlerini aksatmayacak şekilde yol göstermiştir. Sahâbeden basur hastalığına yakalanan İmrân b. Husayn'ın namazlarını
nasıl kılacağını sorması üzerine, “Namazı ayakta kıl, buna gücün yetmezse oturarak kıl, buna da gücün yetmezse yan üstü yatarak kıl.” buyurmuştur. 10
Kendisi de hastalandığı zamanlarda ruhsatı tercih ederek insanlara bu konuda örneklik etmiştir. Bu doğrultuda, attan düşerek sağ yanını
incittiğinde oturarak imamlık yapmış, 11 vefatıyla sonuçlanan hastalığında namazlarının çoğunu oturarak kılmış 12 ve ashâbına da oturarak
imamlık yapmıştır. 13 Ayrıca imamlık yapan kimselere namaz kıldırırken cemaat içinde hasta, yaşlı ve zayıf kimseler olabileceğini hatırlatarak
namazı çok uzun tutmamalarını öğütlemiştir. 14
Hastalara abdest ve namaz konularında olduğu gibi oruç ibadetinde de rahatlatıcı çözümler sunulmuştur. Kur'ân-ı Kerîm'de, “Sizden Ramazan ayını
idrak edenler onda oruç tutsun. Kim o anda hasta veya yolcu olursa (tutamadığı günler sayısınca) başka günlerde kaza etsin. Allah sizin için kolaylık ister,
zorluk istemez.” 15 âyetiyle Ramazan ayında hasta olup da oruç tutamayanların sonradan tutabileceği belirtilmiş, iyileşme şansı olmayan kimseler
için de oruç yerine “fidye” verme kolaylığı sağlanmıştır. 16
İslâm dininde bedenen sağlıklı olmayı gerektiren hac ibadetinin yerine getirilmesi de mazeret sahibi kimseler için kolaylaştırılmıştır. Hz.
Peygamber, rahatsızlığından dolayı hacda zorlanan Ümmü Seleme'ye insanların arkalarından giderek binek üzerinde tavaf edebileceğini
söylemiş, 17 haccın farz olduğu sıralarda babası yaşlılıktan dolayı âciz düşmüş bir kadına da babasının yerine vekâleten hac yapabileceğini
bildirmiştir. 18 Ayrıca, “Haccı ve umreyi Allah için tam yapın. Eğer (bunlardan) alıkonursanız kolayınıza gelen kurbanı gönderin. Kurban yerine varıncaya
kadar başlarınızı tıraş etmeyin. Sizden her kim hasta olursa yahut başından bir rahatsızlığı varsa; oruç, sadaka, kurban cinsinden biri üzere fidye gerekir.”
19 âyetiyle, bir rahatsızlığı nedeniyle hacda bazı görevlerini yerine getiremeyen kimselerin oruç tutmak, sadaka vermek ya da kurban kesmek
suretiyle bu eksikliklerini giderebilecekleri ifade edilmiştir.


Medine'den haccetmek üzere yola çıkan Hz. Peygamber ve ashâbı Mekke'ye altı mil uzaklıktaki Serif mevkiine geldiklerinde Hz. Âişe âdet görmüş
ve hac vazifesini yapamayacağı düşüncesiyle ağlamaya başlamıştı. Onun bu durumunu gören Allah Resûlü, bunun Allah tarafından belirlenen bir
yazgı olduğunu söyleyerek onu teselli etmiş ve Kâbe'yi tavaf dışında hacıların yaptığı tüm uygulamaları yapabileceğini söylemiştir. 20 İslâm,
ibadetlerde hanımların özel durumlarını göz önünde tutmuştur. Hanım sahâbîlerin uygulamalarına ve müminlerin annesi Hz. Âişe'nin ifadelerine
göre, âdetli hanımlar namaz ve oruç ibadetlerini yerine getirmezler. Âdet hâlinde tutulmayan oruçların daha sonra tamamlanması gerekli
görülürken, kılınmayan namazların ise kaza edilmesi istenmemiştir. 21 Loğusalık hâlinde olan kadınlar da aynı şekilde muamele görmüş, 22 anne
ve bebek sağlığı düşünülerek hamile ve emziren hanımlara oruç tutmama ruhsatı verilmiş, 23 tutamadıkları oruçları daha sonra tutmalarına
müsaade edilmiştir. Hanımların özel durumlarıyla alâkalı bu tür ruhsatlar Hz. Peygamber'in talimatları doğrultusunda “dinde kolaylık” prensibi
göz önünde bulundurularak uygulanagelmiştir.
Hz. Peygamber'e gelerek devamlı kanaması olduğunu, ibadetler hususunda nasıl davranması gerektiğini soran Ebû Hubeyş'in kızı Fâtıma'ya Allah
Resûlü, “Normalde âdet gördüğün günler gelince namaz kılmayı terk et. Sonra yıkan ve namaza başla.” 24 diyerek yol göstermiştir. Fıkıhta “istihâze”
diye bilinen devamlı kanama hâli, kadınların maruz kaldığı bir rahatsızlık durumu olup âdetten farklıdır. Hz. Peygamber bunun bir damar
kanaması olduğunu söyleyerek 25 böyle bir rahatsızlığı olan kişinin her namaz vakti için ayrıca abdest almak suretiyle sağlıklı bir insanın yaptığı
namaz ve oruç 26 gibi tüm ibadetlerini yerine getirebileceğini belirtmiştir. Dolayısıyla âdet günleri sona erdiği hâlde kanaması bitmeyen bir kadın,
âdetinin bitiminde mutlaka gusül abdesti almalıdır. 27 Özür kanaması gören kadının eşiyle birlikte olmasına da müsaade edilmiştir. 28 Böyle özrü
olan bir hanımın Kur'an okuması, mescide girmesi ve tavaf etmesi de bu müsaade kapsamındadır. 29 Devam eden burun kanaması ve idrar
tutamama gibi abdeste mâni olan bir durumun sürekliliği söz konusu olduğunda da aynı hüküm geçerlidir.
Bedensel engellilik, hastalık, yolculuk ve yaşlılık gibi durumların dışında çeşitli hâricî etkenlerden doğabilecek mazeretler de ibadetlerin edasında
dikkate alınmıştır. Elverişsiz doğa şartları, düşman korkusu, vahşi


hayvan tehlikesi veya esaret gibi durumlarda inananlara kolaylık sağlanmıştır. Allah Resûlü'nün hayatında bunun örneklerini görmek mümkündür.
Örneğin Hz. Peygamber ve ashâbı bir yolculuk esnasında dar bir vadiden geçiyorlardı. Bardaktan boşanırcasına yağan yağmurun neden olduğu
çamurla kısa sürede her yer bataklığa dönüşmüştü. Kimse bineğinden inemiyordu. Derken namaz vakti geldi. Müezzin ezan okuyunca Allah
Resûlü bineğiyle cemaatin önüne geçerek binekten inmeden namaz kıldırdı. Secdelerde rükûlardan daha fazla eğildiği göze çarpıyordu. 30 Bu
şekilde hava şartlarını göz önünde bulundurarak hareket eden Hz. Peygamber, bir sabah namazında aşırı soğuk olduğu için ashâba cemaate
katılmayabileceklerini duyurmuş; 31 sefere çıktığı zamanlarda hava yağmurlu, soğuk veya rüzgârlı ise ashâbına cemaate gelmemelerini,
namazlarını bulundukları yerlerde kılmalarını emretmiştir. 32 Ayrıca bir seriyyeye gönderdiği sahâbîlerin, dönüşlerinde kendisine gelerek aşırı
soğuk sebebiyle maruz kaldıkları sıkıntılardan şikâyet etmeleri üzerine, sarık ve mestler üzerine meshedebileceklerini bildirmiştir. 33 Sıcağın çok
şiddetli olduğu bir günde de öğle ezanını okumaya hazırlanan müezzine engel olarak serinliği beklemesini istemiş ve “Sıcak şiddetli olduğunda
namazı serinliğe bırakınız.” buyurmuştur. 34
Dinimizde her ne kadar mazereti olan kimseye büyük kolaylıklar sağlanmışsa da kişinin bunlardan faydalanmadan önce vicdanına danışarak
mazeretinin kendisini ne derece etkilediğini sorması ve böylece bir iç değerlendirme yapması gerekir. Zira mazeretinin durumunu ancak kendisi
en iyi şekilde takdir edebilir. Hayatî tehlike ya da sağlığın kötüleşmesi gibi ciddi gelişmeler yaşanmayacaksa ibadeti mümkün olduğunca normal
şartlarına göre eda etmek ve verilen ruhsatları suistimal etmemek önemlidir. Bu tutum, ilmi, gizli ve aşikâr her şeyi kuşatan Yüce Yaratan'a 35 karşı
samimi duruşun bir ifadesidir. Çünkü kulluk bilincine erişen bir Müslüman, Rabbine karşı olan tüm görevlerini, O'nun rızasını kazanma arzusuyla
ve gücü nispetinde en güzel şekilde yerine getirir. Bu nedenle Resûlullah, âmâ oluşu, evinin mescide uzaklığı ve kendisini mescide getirecek
birinin bulunmayışı sebebiyle namazlarını evde kılmak için izin isteyen İbn Ümmü Mektûm'a, “Ezan sesini duyuyor musun?” diye sormuş, “Evet”
cevabını alınca cemaate katılmaması için kendisine ruhsat veremeyeceğini söylemiştir. 36
İslâm kolaylık dinidir. Bu özelliği sayesinde her zamana ve her mekâna hitap edebilmektedir. Kişiler birtakım ibadetleri yerine getirmekle yükümlü
tutulurken, hayatın gerçekleri göz ardı edilmemiş, her özel durum için



mutlaka bir alternatif sunularak dinin işlevselliği korunmuştur. Meselâ, suyun olmadığı yerde teyemmüm vardır, 37 ayakların yıkanmasında zorluk
bulunan yerde mestlerin üzerine mesh ve yaralarda sargının üzerine mesh vardır, 38 zor durumlarda, yapılması esas olan azimetlerle beraber,
ruhsatlar vardır. Ve Allah Resûlü, “Allah, yasaklarının işlenmesinden nasıl hoşlanmazsa, (tanıdığı) ruhsatların uygulanmasından da o kadar hoşnut olur.”
39 buyurur. Zaruret durumları için özel hükümler konulmuştur. Örneğin açlıktan ölmek üzere olan kişinin, başka imkânı yoksa aslen haram olan
domuz etini ölmeyecek kadar yemesinde sakınca yoktur. 40
Sevgili eşi Hz. Âişe'nin, “Resûlullah iki şey arasında tercih yapmak zorunda kaldığında kolay olanını tercih ederdi.” 41 sözleriyle belirttiği üzere,
hayatı zorlaştırmak yerine dinen bir sakıncası olmadığı sürece kolaylıktan yana olan Allah Resûlü'nün, her namazdan önce dişleri temizlemek 42
ve her namaz için abdest almak 43 gibi ümmetine ağır geleceğini düşündüğü bazı işlerin yapılmasını emretmekten kaçındığı bilinmektedir. Bir gün
ashâbına yatsı namazını vakit iyice ilerlemişken kıldıran Resûlullah şu sözleri söylemiştir: “Eğer zayıfın zayıflığı, hastanın hastalığı ve ihtiyaç sahibinin
ihtiyaç hâli olmasaydı bu namazı (sürekli) gece yarısına kadar geciktirirdim.” 44
Diğer taraftan Allah emretmediği hâlde birtakım şeyleri kendilerine âdet edinerek sonunda bunların bir mecburiyet hâline gelmesine yani farz
kılınmasına yol açan, dolayısıyla kendi kendilerine zorluk çıkaran geçmiş kavimlerin 45 bu hâllerine dikkat çeken Hz. Peygamber, 46 ümmetinin
de aynı hataya düşeceğinden endişe etmiştir. Bu nedenle Duhâ namazını kılmak gibi yapmaktan zevk duyduğu bazı ibadetleri bazen bilerek terk
etmiş 47 ve kendisi gibi gece namazı kılmak isteyen sahâbîlere de şöyle öğüt vermiştir: “Gücünüzün yeteceği kadar işi (ibadeti) üzerinize alın. Çünkü
sizler (ibadetten) usanıp bıkarsınız da Allah (sevap vermekten) bıkmaz. Allah katında amellerin en hayırlısı az da olsa devamlı olandır.” 48 Ashâbından
herhangi birini bir göreve gönderdiği zaman onlara, “Müjdeleyin nefret ettirmeyin; kolaylaştırın zorlaştırmayın.” 49 tavsiyesinde bulunan Rahmet
Peygamberi, şu uyarısıyla bütün çağlara seslenmiştir: “Din kolaydır. Bir kişi takatinin üstünde ibadete kalkışırsa din karşısında âciz kalır. Bunun için
aşırıya kaçmayın, dosdoğru yolu tutun ve (salih amellerden alacağınız mükâfattan ötürü) sevinin.” 50



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

EN ÇOK İLGİ GÖRENLER

HADİSLERLE İSLAM ANA MENÜ

HADİSLERLE İSLAM ANA MENÜ HADİSLERLE İSLAM CİLT 1 HADİSLERLE İSLAM CİLT 2 HADİSLERLE İSLAM CİLT 3 HADİSLERLE İSLAM CİLT 4 HA...