yukarı kaydırma oku

YAZI KOPYALAMA ENGELİ

sağtuş engeli

ANA MENÜ

İBADETTE İTİDAL AŞIRILIKTAN UZAK ÖLÇÜLÜ KULLUK

İBADETTE İTİDAL AŞIRILIKTAN UZAK ÖLÇÜLÜ KULLUK

İbn Abbâs'ın naklettiğine göre,
Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:
“…Ey insanlar! Dinde aşırılıktan sakının.
çünkü sizden öncekileri dinde aşırılık helâk etti.”
(İM3029 İbn Mâce, Menâsik, 63; N3059 Nesâî, Menâsikü'l-hac, 217)


***

Ebû Hüreyre'den nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Din kolaydır. Bir kişi takatinin üstünde ibadete kalkışırsa din
karşısında âciz kalır. Bunun için aşırıya kaçmayınız, dosdoğru yolu tutunuz ve (salih amellerden alacağınız mükâfattan ötürü) sevininiz...”
(B39 Buhârî, Îmân, 29)

***

Hz. Âişe'den nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “…Güç yetirebileceğiniz işleri yapın. Vallahi siz bıkarsınız da Allah
bıkmaz!...”
(B43 Buhârî, Îmân, 32; M1834 Müslim, Müsâfirîn, 221)

***

Hz. Âişe (ra) anlatıyor: “Peygamber'e (sav), 'Allah'ın en çok sevdiği amel hangisidir?' diye soruldu. O da, 'Az da olsa devamlı olanıdır.' buyurdu ve
devamında şöyle dedi: 'Gücünüz yettiği kadar amel üstlenin.'
(B6465 Buhârî, Rikâk, 18; M1828 Müslim, Müsâfirîn, 216)

***

Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Her şeyin bir coşkunluğu olduğu gibi her coşkunluğun da bir
durgunluğu vardır. Şayet bu iki hâli yaşayan kimse itidalli olup orta yolu takip edebilirse onun (kurtuluşa ereceğini) umarım. Fakat (bunları samimiyetten
uzak yapıp da) parmakla gösterilecek hâle gelirse, onu (salih kimselerden) saymayın!”
(T2453 Tirmizî, Sıfatü'l-kıyâme, 21)

*********************

Hz. Peygamber (sav) ve ashâbının zor zamanlarıydı... Tebliğe başladığı günden itibaren Hz. Peygamber'e karşı olumsuz bir tavır alan müşriklerin boykot, baskı ve işkenceleri son haddine ulaşmış, müminler işkenceyle öldürülmeye başlanmıştı. Mekkeli müşriklerin, Müslümanlara yaşattıkları
vahşet karşısında Müslümanların güvenliğini sağlama imkânı bulamayan Resûlullah, çareyi hicret etmekte bulmuştu. Öncelikle ashâbından hicret
etmelerini isteyen Hz. Peygamber, 1

daha sonra kendisi de Medine'ye hicret etmişti. 2

Hicretten sonra Hz. Peygamber, her şeylerini Mekke'de bırakarak Medine'ye hicret eden Mekkeli müminler (muhacir) ile onlara her konuda yardımcı olan Medineli müminler (ensar) arasında bir kardeşlik antlaşması (muâhât) yapmıştı. 3

Buna göre Hz. Peygamber her bir muhaciri ensardan biri ile kardeş ilân etti. Böylece ensar, muhacirlere kucak açıp ihtiyaçlarını giderecek, onları barındıracak, yeni memleketlerinde yeni bir hayat kurmalarına yardımcı olacaktı.
Hz. Peygamber'in bu şekilde kardeş yaptığı kimseler arasında muhacirlerden Selmân el-Fârisî ile ensardan Ebu'd-Derdâ da yer alıyordu. Bu kardeşlerden Ebu'd-Derdâ, Müslüman olduktan sonra kendisini ibadetten alıkoyduğu için ticareti dahi bırakıp kendini ibadete vermiş bir
kimseydi. 4 Bir gün Selmân, kardeşi Ebu'd-Derdâ'yı ziyarete gitti ve dostunun hanımını bakımsız elbiseler içinde görünce çok şaşırarak, “Bu ne
hâl?” diye sordu. Ümmü'd-Derdâ, kocasının kendisi ile ilgilenmediğini ima ederek, “Kardeşin Ebu'd-Derdâ'nın dünyaya (ve bir eşe) ihtiyacı
kalmadı ki!” karşılığını verdi. Biraz sonra Ebu'd-Derdâ gelerek Selmân'a yemek ikram etti. Selmân onun da kendisiyle birlikte yemesini isteyince
Ebu'd-Derdâ, “Ben oruçluyum.” dedi. Ancak Selmân, “Sen yiyene kadar ben yemeyeceğim!” deyince Ebu'd-Derdâ, nafile olan orucunu bozarak
yemeğe katıldı.
Selmân, o gece Ebu'd-Derdâ'nın misafiri oldu. Ebu'd-Derdâ gecenin bir yarısında erkenden namaza kalkmıştı. Bu durumu fark eden Selmân, yatıp
uyumasını istedi. Bir süre sonra tekrar namaza kalkan Ebu'd-Derdâ'yı Selmân yine uyuması konusunda ikaz etti. Gecenin sonuna doğru Selmân,
Ebu'd-Derdâ'yı, “(Haydi), şimdi kalk.” diyerek uyandırdı ve ikisi birlikte namaz kıldılar. Namaz sonrasında Selmân, Ebu'd-Derdâ'yı karşısına alarak
kardeşlik hakkından doğan şu samimi uyarıda bulundu: “Rabbinin senin



üzerinde hakkı var. Nefsinin senin üzerinde hakkı var. Ailenin senin üzerinde hakkı var. Şu hâlde her hak sahibine hakkını ver!”
Bu olaydan sonra Ebu'd-Derdâ Peygamber Efendimize gelerek hâdiseyi anlattı. Hz. Peygamber (sav), “Selmân doğru söylemiş.” buyurarak Selmân'ın
kardeşine olan uyarılarını takdir etti. 5
İslâm dini bütün aşırılıkları, yani olması gerekenin ötesine geçmeyi, bir sapma olarak kabul etmiştir. İslâmî çerçevede “ifrat” ve “tefrit” olarak
nitelendirilen aşırı uçlar, bir bakıma Allah'ın koyduğu sınırları zorlayan noktalardır. İfrat, gereğinden fazla (aşırı) olma; tefrit ise yetersizlik ve
ihmalkârlık anlamına gelmektedir. Bunların ortası, yani duygu, düşünce, ahlâk ve davranışlarda dengeli olmak ise “itidal” olarak adlandırılır. İtidal,
sırât-ı müstakîm yani bütün aşırılık ve gevşekliklerden uzak olan doğru ve dengeli bir yol ve yöntemdir.
Kâinat son derece hassas bir denge üzerine kurulmuştur. Bu dengeden ufacık bir sapma bile evrende korkunç felâketlere yol açabilmektedir.
Küçük kâinat diye nitelenen insan da aynı şekilde hassas bir dengeyle yaratılmıştır. Bu dengede görülecek sapmalar, zamanla insanı aşırılıklara
götüreceği için insanın ruh ve beden bütünlüğünde, madde ve mânâ algısında, dünya ve âhiret telakkisinde birtakım düzensizliklere yol açacaktır.
Ancak bunlar arasında kurulacak denge, iki tarafa da aynı değeri vermekle değil, hepsine hak ettiği önemi vermekle mümkündür. Meselâ, Cenâb-ı
Hak, dünya-âhiret ikilisinden bahsederken onları eşit değerde tutmamış, âhiret yurdunun dünya hayatından daha hayırlı olduğunu sürekli
hatırlatmıştır. 6 Ebedî olanla fâni olanın karşılaştırılmasında aklın varacağı sonuç da bundan başkası değildir. Ruh ve beden, madde ve mânâ
arasında yapılacak karşılaştırmalarda da aynı değerlendirme geçerlidir.
Günümüzde bireysel ve toplumsal sıkıntıların kaynağında, hayatın sırrı olan bu dengenin alt üst edilmiş olmasının yattığı inkâr edilemez. Ruhbeden
bütünlüğü bozulduğu için hayatı anlamlandıramayan ve ruhsal bunalımlar içinde savrulan bireyden; maddî açıdan geliştiği hâlde mânevî
dünyası alabildiğine fakir kalmış, kendi çıkarları ve egemenlikleri için hiçbir değer tanımayan dünya güçlerine kadar birçok olumsuz fotoğrafı
içinde barındıran yaşlı dünyamızın içine düştüğü durum, bunun en açık göstergesidir.
Kur'ân-ı Kerîm'de her fırsatta aşırılıktan kaçınmayı ve itidali elden bırakmamayı tavsiye eden 7 Yüce Rabbimiz, İslâm toplumunu,“vasat bir ümmet”
8 olarak nitelemiş, Hz. Peygamber de bunu, “mutedil (bir ümmet)” 9 yani adalet



sahibi, her şeyi yerli yerine koyan, yerli yerince yapan, her şeye hakkını veren, aşırılıklardan (ifrat ve tefritten) uzak duran, orta yolu takip eden,
dengeli bir toplum olarak tefsir etmiştir. İtidali elden bırakıp Cenâb-ı Hakk'ın koymuş olduğu sınırları aşanlar ise Allah'ın gazabına
uğramışlardır. 10
Mümin hayatın her alanında ve özellikle ibadetler konusunda dengeli olmak zorundadır. Nitekim, “Güzel bir hayat tarzını, tedbirli ve dengeli hareket
etmeyi peygamberliğin yirmi dört parçasından biri” sayan Resûl-i Ekrem, 11 Benî Kays heyeti içinde gelen ve akıllılığı, sakinliği ve ağırbaşlılığı ile öne
çıkan Münzir b. âiz isimli sahâbîyi, “Sende Allah'ın sevdiği iki özellik var!” diyerek 12 övmüştür. Buna mukabil itidalli olamayan pek çok kimseyi
haddi aşmaktan ve aşırılığa kaçmaktan sakındırmıştır. Meselâ, Hz. Peygamber hac görevini ifa ederken şeytan taşlamak amacıyla kendisi için
toplanan sapan taşı büyüklüğündeki küçük taşları insanlara göstererek, “Bunun gibi taşları atınız!” buyurmuş ve arkasından, “Ey insanlar! Dinde
aşırılıktan sakının. çünkü sizden öncekileri ancak dinde aşırılık helâk etti.” uyarısında bulunmuştur. 13 Burada Allah Resûlü, büyük taşlar atarak diğer
insanlara zarar verebilecek kimseleri uyarmakta ve bunun dince benimsenmeyen bir aşırılık olduğunu belirtmektedir.
Kur'ân-ı Kerîm'in haddi aşan ve aşırıya kaçanları uyardığı âyetlerinin birisinde, “Ey iman edenler! Allah'ın size helâl kıldığı iyi ve temiz nimetleri
(kendinize) haram etmeyin ve (Allah'ın koyduğu) sınırları aşmayın. çünkü Allah, haddi aşanları sevmez.” 14 buyrulur. Bu âyetin iniş sebebi olarak
zikredilen olaylardan birisi de şudur: Hz. Peygamber'in eşlerine gelerek onun ibadetleri hakkında bilgi almak isteyen üç kişi, kendilerine anlatılanı
azımsayarak, “Biz kim, Peygamber kim! Allah onun geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlamıştır.” demişlerdi. Sonra kendi aralarında sözleşerek biri
gece boyu sürekli namaz kılmaya, diğeri sürekli oruç tutmaya, üçüncüsü de kadınlardan uzak kalarak evlenmemeye karar vermişlerdi. O arada
yanlarına giren ve konuştuklarını duyan Allah Resûlü, “Şöyle şöyle diyen sizler misiniz? Şunu iyi bilin ki, vallahi, aranızda Allah'tan en çok korkanınız ve
O'na karşı en çok takva sahibi olanınız benim. Bununla birlikte ben bazen oruç tutar, bazen tutmam. Hem namaz kılarım hem de uyurum. Kadınlarla da
evlenirim. Kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir!” buyurmuştur. 15
Kur'ân-ı Kerîm'de, “Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez.” 16 şeklinde ifade edilen “dinde kolaylık” prensibi aslında, dengeli bir dinî hayatın
önemine de işaret etmektedir. İnsanları ancak gücünün yettiği ölçüde sorumlu tutan Cenâb-ı Hak 17 onlardan, zorlanmadan yapabilecekleri şeyler


istemiştir. Zorlanmadan yapılabilecek şeyler ise aşırı olmayan şeylerdir. İşte Hz. Peygamber'i ziyarete gelenlerin, onun ibadeti hakkında
anlatılanları azımsamaları, ibadetlerde itidalli olmanın önemini kavrayamadıklarını göstermektedir. Halbuki Allah Resûlü'nün dinî yaşantısı
dengeli, yani aşırılıklardan uzaktır. Hz. Peygamber, kendi aralarında, doğal ve dengeli hayatı zorlayan bir karara varan bu kişileri, kendi yaşantısını
örnek göstererek uyarmıştır. Böyle eğilimlerin farkında olan Allah Resûlü başka bir hadislerinde şöyle buyurur: “Din kolaydır. Bir kişi takatinin
üstünde ibadete kalkışırsa din karşısında âciz kalır. Bunun için aşırıya kaçmayın, dosdoğru yolu tutunuz ve (salih amellerden alacağınız mükâfattan ötürü)
sevinin...” 18
Allah Resûlü'nün ibadetler konusunda en sevdiği şey, sebat ve devamlılıktır. Bir defasında, kıldığı namazların çokluğundan dolayı bir kadını
övgüyle anlatan Hz. Âişe'ye, “Bırakın (böyle sözleri)! Güç yetirebileceğiniz işleri yapın. Vallahi siz bıkarsınız da Allah bıkmaz!” buyurmuştu. 19 Bu
yüzden, Peygamber Efendimiz, kayalıklar üzerinde namaz kılan bir adamı uzun bir süre sonra yine aynı şekilde namaz kılıyor görünce, “Ey
insanlar! Size gereken orta yoldur. Vallahi siz bıksanız da Allah bıkmaz!” 20 buyurarak ibadetlerde aşırıya gidilmemesini öğütlemiştir. Nitekim kendisi
de ibadetlerinde itidali elden bırakmamış, bu bağlamda geceyi sabahlara kadar namaz kılarak değerlendirme yoluna gittiği yahut da Ramazan'dan
başka bir ayda sürekli oruç tuttuğu görülmemiştir. 21
“Kolaylaştırın, zorlaştırmayın; sevdirin, nefret ettirmeyin!” 22 ilkesini her fırsatta tavsiye eden Peygamber Efendimiz, buna aykırı davrananları derhâl
ikaz etmiştir. Meselâ, namazı çok uzatan Muâz b. Cebel kendisine şikâyet edilince çok kızmış, “Ey insanlar! Sizler nefret ettiriyorsunuz. İnsanlara
namaz kıldıran kimse (bıktırmayacak şekilde) hafif kıldırsın. Çünkü cemaat arasında, hasta, zayıf ve ihtiyaç sahibi kimseler bulunur.” 23 buyurarak
namazda dengeyi sağlayamayan kimseleri uyarmıştır. Kendisi de namazını ve hutbesini orta uzunlukta tutarak ashâbına örnek olmuştur. 24 Onun
için Tâif'e vali olarak gönderdiği Osman b. Ebu'l-Âs'a, namazı hafif kıldırması ve insanları, içlerindeki en zayıfına göre değerlendirmesi
tavsiyesinde bulunarak 25 ibadette itidalden ayrılmaması gerektiğine dikkat çekmiştir.
Peygamber Efendimiz, namazları fazla uzatmayı hoş görmediği gibi alelacele baştan savma bir şekilde kılınan namazın kabul olmayacağını da
belirtmiştir. Bir defasında hızlı hızlı namaz kılıp yanına gelen Hallâd b. Râfi' isimli sahâbîye 26 kıldığı namazı aslında kılmış olmadığını,


dolayısıyla tekrar kılması gerektiğini söylemiş ve üç defa kılmasına rağmen Peygamber Efendimizin istediği gibi kılmaması üzerine namazı ona
tarif etmiş ve her rüknün hakkını vermesini yani namazda ta'dîl-i erkâna riayet etmesini söylemiştir. 27 O hâlde namazı fazla uzatmak ifrat,
alelacele kılmak ise tefrittir. İtidal ise namazı, ta'dîl-i erkâna riayet ederek her rüknün hakkını vermek suretiyle ihlâs ve huşû ile kılmaktır.
Aynı anlayışı zekâtla ilgili uygulamalarda da görmek mümkündür. Peygamber Efendimiz, zekâtı azaltmak için zekât verilecek malları dağıtmayı
yahut da zekât toplamak ile görevli memurun çok zekât alabilmek için dağınık olan malları bir araya getirmesini yasaklamıştır. 28
Aynı şekilde zekât memurunun malların en iyisini almasını hoş karşılamamıştır. 29 Nitekim Peygamber Efendimiz, Muâz b. Cebel'i Yemen'e
gönderirken onlardan zekât almasını emrettikten sonra, “Mallarının en kıymetlilerini (zekât olarak) almaktan kaçın. Mazlumun bedduasından sakın.
Çünkü onunla Allah arasında perde yoktur.” buyurarak zekâtta aşırılığa düşmemesi konusunda onu uyarmıştır. 30
Hz. Peygamber, dinî yaşantıda aşırılığı, dünyadan el etek çekip toplumdan uzaklaşarak kendini sürekli ibadete vermeyi uygun görmemiş ve bu
eğilimde olan bazı arkadaşlarını ikaz etmiştir. Meselâ, sahâbeden Abdullah b. Amr'ın gündüzleri sürekli oruç tutup, geceleri de ibadetle geçirdiği
bilgisi kendisine ulaşınca, böyle yapmaması konusunda onu uyarmıştır. Ona, “Böyle yapma, oruç tut, tutmadığın zamanlar da olsun; namaz kıl, uyku
da uyu!” dedikten sonra, vücudunun, eşinin ve misafirlerinin onun üzerindeki haklarını hatırlatıp, “Her aydan üç gün oruç tutman yeterlidir. Çünkü
her iyiliğinin on kat sevabı vardır. Bu da bütün seneyi oruçlu geçirmek demektir.” buyurmuştur. Abdullah b. Amr daha fazla oruç tutmak istediğini
söyleyerek ısrar edince, Hz. Peygamber, “Öyleyse Allah'ın peygamberi Dâvûd'un (as) orucu gibi oruç tut. Bundan fazlasını yapma!” diyerek onun gün
aşırı olarak senenin yarısını oruçlu geçirmesine izin vermiştir. Abdullah'ın yaşlandığı zaman, “Keşke Resûlullah'ın (sav) ruhsatını kabul etseydim!”
diyerek pişmanlığını dile getirmesi dikkat çekicidir. 31
Benzer bir şekilde Hz. Peygamber, ibadet konusunda çok istekli olan kimselere, bireysel ve toplumsal görevlerini aksatmayacak bir sınır çizerek
daha fazlasına izin vermemiş, “Sürekli oruç tutan, oruç tutmamış olur.” 32 ifadesiyle, bu konudaki aşırılığın, istenenin tersine bir sonuç doğuracağını
dile getirmiştir.



Hz. Peygamber, yeni Müslüman olan ashâbının dini uygulama konusundaki heves ve isteklerinin daha sonra altından kalkamayacakları
yükümlülüklere dönüşmemesi için de onları uyarmıştır. Meselâ, Allah'ın haccı farz kıldığını ve haccetmeleri gerektiğini belirttiği bir konuşmasını
dinleyen bir zât, “Her sene mi Ey Allah'ın Resûlü?” diye sorunca şu cevabı vermiştir: “Evet desem, (her sene haccetmeniz) farz olurdu (gereklilik hâline
gelirdi). Siz de buna güç yetiremezdiniz.” Sonra Peygamberimiz şöyle devam etmiştir: “Sizi (herhangi bir yükümlülük yüklemeden) kendi hâlinize
bıraktığım sürece siz de beni kendi hâlime bırakın (da soru sormayın!) Sizden öncekiler, ancak peygamberlerine çok soru sormaları ve onlara muhalefet
etmeleri yüzünden helâk oldular. Size bir şeyi emredersem gücünüzün yettiği kadarıyla onu yapın. Size herhangi bir şeyi yasaklarsam onu bırakın!” 33
Bu yüzden Sevgili Peygamberimiz, bir mağarada dünyadan el etek çekmiş bir kimse görerek özenip onun gibi yaşamak için izin isteyen bir
sahâbîye, İslâm'da ruhbanlığın olmadığını hatırlatacak şekilde, “Ben Yahudilik ve Hıristiyanlıkla değil, kolay olan Hanîf (tevhid) diniyle gönderildim.” 34
buyurmuştur. Yine kadınlardan uzak bir şekilde dünyaya sırtını dönerek yaşamaya izin isteyen Osman b. Maz'ûn'un isteğini reddetmiştir. 35 Hz.
Âişe de Osman'ın ihmal ettiği eşi Huveyle (Havle) b. Hakîm'in ailevî sorunlarıyla yakından ilgilenmiş ve onun problemlerini çözmeye çalışmıştır.
Hatta öyle ki birkaç gün sonra güzel kokular içinde, sanki bir gelinmiş gibi Peygamberimizin hanımlarını ziyarete gelen Huveyle, onlara artık
kocasının kendisiyle ilgilendiği bilgisini vermiştir. 36
Allah Resûlü, farkına vardığı her durumda, aşırılıklar konusuna ashâbının dikkatini çekmiş ve onları duyarlı olmaya davet etmiştir. Meselâ, güzel
bir görünüşe sahip olan Abdullah b. Hâris el-Bâhilî isimli sahâbî 37 bir gün Resûlullah'ın yanına gelip onunla tanışmış, bir sene sonra görünüşü ve
şekli değişmiş olarak tekrar geldiğinde ise Allah Resûlü onu tanıyamamıştır. Abdullah kendisini tanıtınca, Allah Resûlü, “Seni değiştiren nedir?
Halbuki sen güzel görünüşlü birisiydin!” diyerek şaşkınlığını dile getirmiştir. Bunun üzerine Abdullah, “Senden ayrıldıktan sonra sadece geceleri
yedim. (Sürekli oruç tuttum.)” deyince Allah Resûlü, “Kendine niçin eziyet ettin?” diyerek, yaptığı aşırılığa dikkat çekmiş, ardından da Ramazan ayı
ile her ay sadece bir günü oruçlu geçirmesini önermiştir. Abdullah daha fazlasını isteyince Peygamber Efendimiz, önce her ay iki gün, sonra üç gün
oruç tutmasını tavsiye etmiş, sonunda da haram aylarından belli sayıda oruç tutmasına izin vermiştir. 38



Görüldüğü üzere Allah Resûlü, sürekli oruç tutmayı, kişinin kendine eziyet etmesi olarak niteleyerek, bu tür aşırılıkları hoş görmemiştir.
Dinî uygulamalar açısından uzantısı günümüze kadar ulaşan bir başka aşırılık ise Kur'an'ı anlamadan hızlı bir şekilde okumaktır. Mushafların
çoğaltıldığı ve Kur'an'ı hızlı okuyarak kısa sürede hatmedenlerin sayısının arttığı günlere yetişen Hz. Âişe, anlamaya imkân tanımayan böyle bir
okuyuşu tasvip etmemiş, İslâm'ın birinci asrında ortaya çıkan bu âdet hakkında, “Ben Allah'ın Peygamberi'nin (sav) bir gecede Kur'an'ın tamamını
okuduğunu ve sabaha kadar namaz kıldığını bilmiyorum.” demiştir. 39
İbadetlerde üzerinde özellikle durulması gereken husus devamlılıktır. Peygamber Efendimiz, ibadeti özel bir güne tahsis etmekten ziyade ibadetin
sürekli olmasına önem vermiştir. Nitekim Hz. Âişe'nin anlattığına göre, Peygamber Efendimiz (sav), “Allah'ın en çok sevdiği amel hangisidir?” diye
soruldu. O da, “Az da olsa devamlı olanıdır.” buyurmuş ve devamında şöyle demiştir: “Gücünüz yettiği kadar amel üstlenin.” 40 Bu sözleri ile Resûl-i
Ekrem amelleri, başlangıçta aşırı bir şekilde yapıp daha sonraki zamanlarda bırakmaktansa az da olsa devamlı yapmanın Allah katında daha
değerli olduğunu ifade etmiştir.
İbadetlerde gözetilmesi gereken diğer bir husus ise ihlâsla yapılmasıdır. Peygamberimiz, Muâz b. Cebel'i Yemen'e gönderirken, “Dininde
samimi/ihlâslı ol ki az amel bile sana yetsin.” tavsiyesinde bulunarak 41 ibadetlerde önemli olanın çok yapılması değil, ihlâslı ve huşû içerisinde
yapılması olduğunu vurgulamıştır. Kişinin samimi olarak, yalnızca Rabbinin rızasını gözeterek yaptığı ameller, riya için yaptığı amellerin karşısında
elbette ki çok değerlidir. Çünkü riya amelleri boşa çıkarır. Peygamber Efendimiz, “Her şeyin bir coşkunluğu olduğu gibi her coşkunluğun da bir
durgunluğu vardır. Şayet bu iki hâli yaşayan kimse itidalli olup orta yolu takip edebilirse onun (kurtuluşa ereceğini) umarım. Fakat (bunları samimiyetten
uzak yapıp da) parmakla gösterilecek hâle gelirse, onu (salih kimselerden) saymayın!” 42 buyurarak yapılan işlerin itidalli bir şekilde ve gösterişe
kaçmadan yapılmasının önemini vurgulamıştır.
Burada işaret edilen iki ayrı aşırılık; ibadetlere aşırı bir şekilde yönelmek ile ibadetleri tamamen bırakıp farzları dahi yerine getirememektir.
Peygamberimiz bu iki aşırılığı değil, orta yolu yani itidali tavsiye etmektedir. Efendimiz, başka bir hadiste ise, “Her şeyin coşkunluğu olduğu gibi, her
coşkunluğun da bir durgunluğu vardır. Durgunluk döneminde bile sünnetime yönelen kurtulmuştur. Fakat bundan başkasına yönelen kimse ise helâk
olmuştur.” 43 buyurarak itidal hâlinin sünnetine uymak ile gerçekleşeceğini belirtmiştir.


Bu konuda Abdullah b. Mes'ûd, “Sünnet çerçevesinde itidalli davranmak, bid'at içerisinde çok çaba sarf etmekten daha hayırlıdır.” 44 buyurarak
bid'atlerle bezenmiş, aşırı bir şekilde ibadet etmektense Peygamber Efendimizin tavsiye ettiği miktarda ibadet edilmesinin daha kıymetli olduğunu
bildirmektedir. Nitekim Peygamber Efendimizin sünneti, bize hayatın her alanında olduğu gibi ibadetler hususunda da nasıl itidalli olabileceğimizi
en güzel şekilde gösterir.
İbadetlerde olduğu gibi toplumsal hayatta da ölçülü ve dengeli olmak, gerek Kur'an'da ve gerekse hadislerde emredilmiştir. “...(Allah'ın koyduğu)
sınırları aşmayın. Çünkü Allah, haddi aşanları sevmez.” 45 buyuran Cenâb-ı Hakk'ın talimatına uygun olarak O'nun Elçisi, hayatın hiçbir alanında
dengesizliği ve aşırılığı hoş karşılamamıştır. Bu bağlamda Peygamber Efendimiz, düşmanlıkta aşırı gitmeyi yasaklamış ve “Allah'ın en sevmediği
kimse, husumette aşırı gidenlerdir.” buyurmuştur. 46 Allah yolunda savaşırken düşmana karşı olsa bile, haksızlık ve hainlik yapmak, işkence etmek
ve çocukları öldürmek gibi aşırılıklara karşı ashâbını uyarmıştır. 47 Yine adam öldürme suçu için konulan kısas cezasının uygulanmasında meşru
ölçülerin aşılmaması konusunda titizlikle durulmuştur. 48 Bütün bu uyarılar, “Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda siz de savaşın. Ancak aşırı
gitmeyin! Çünkü Allah aşırı gidenleri sevmez.” 49 âyetinin bir izahı gibidir. Yine Kur'an'da inkârcılara karşı savaşmak emredilirken 50 ve Hz.
Peygamber'in ashâbı inkâr edenler karşısında çetin davranmalarıyla övülürken; 51 müminlere karşı savaş açmayan, onlara baskı ve işkence gibi
uygulamalarda bulunmayan müşriklere karşı iyi davranılmasında bir sakınca görülmemesi, 52 Müslüman olmayan toplumlar ile ilişkilerdeki
itidalin bir gereğidir.
Allah Resûlü, Müslümanların kendisine karşı olan saygı ve övgülerinin de bir ölçü içinde olmasını arzu etmiş ve “Hıristiyanların Meryem oğlunu
(İsa'yı) övmekte aşırı gittikleri gibi siz de beni övmede aşırılık göstermeyin. Şüphesiz ki ben Allah'ın kuluyum. Onun için bana 'Allah'ın kulu ve resûlü' deyin.”
53 buyurmuştur. Ayrıca o, öfkesinde ve kederinde olduğu gibi sevincinde de mutedil davranmaya dikkat etmiş, “Bir şeyi (aşırı) sevmen, (seni) kör ve
sağır eder.” 54 buyurarak duygulardaki kontrolsüzlüğün olumsuz sonuçlarına dikkat çekmiştir.
Peygamber Efendimiz, giyim kuşam konusunda da aşırılıklardan uzak durulmasını istemiştir. O, kibir ve gösteriş için abartılı bir şekilde giyinmeyi
hoş görmediği gibi, 55 yardıma muhtaçmışçasına pejmürde bir giyim tarzını yahut



saç baş dağınık derbeder bir şekilde dolaşmayı da hoş karşılamamıştır. 56 Peygamberimiz, “Allah, nimetinin izinin kulunun üzerinde görülmesinden
hoşlanır.” 57 buyurmuş, ayrıca temiz ve sade giyinmeyi tavsiye etmiştir. 58
Yeme içme konusunda da aşırıya kaçmamayı tavsiye eden Peygamber Efendimiz, “İnsan, midesinden daha kötü bir kap doldurmamıştır. Halbuki birkaç
lokma insanın belini doğrultmaya yeter. Eğer mutlaka bu miktarı geçecekse, midesinin üçte biri yemeğe, üçte biri içeceğe ve diğer üçte biri de (boş kalarak)
nefes alıp vermeye ayrılmış olsun.” 59 buyurarak insanın yaşantısını sürdürebilmesi için az bir yiyeceğin bile kâfi geleceğini bildirmiştir. Çok
yemenin insana verdiği maddî ve mânevî rahatsızlıklar düşünüldüğünde Peygamber Efendimizin bu tavsiyesi daha iyi anlaşılacaktır.
Yeme içme hususunda riayet edilmesi gereken diğer bir husus da israftan kaçınılmasıdır. Yüce Rabbimiz, “Ey Âdemoğulları! Her secde edişinizde güzel
elbiselerinizi giyin, yiyin, için, fakat israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez.” 60 buyurarak gıda tüketiminde israfa gidilmemesini önemle
vurgulamıştır. Yine harcamalarda da ölçülü olmak Allah Teâlâ'nın bizleri uyardığı önemli bir husustur. Rabbimiz, “Onlar, harcadıklarında ne israf ne
de cimrilik edenlerdir. Onların harcamaları, bu ikisi arası dengeli bir harcamadır.” 61 ve “Eli sıkı olma, büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır ve çaresiz
kalırsın.” 62 buyurarak bizlere israf ve cimrilik arasında orta yolu yani cömertliği tavsiye etmektedir.
Kısacası Müslüman her hâlükârda orta hâlli olmayı, dengeli ve ölçülü davranmayı prensip edinmelidir. Aşırılığın insanı helâke götüreceğini
hatırlatan Peygamber Efendimizin, dünya ve âhiret mutluluğu için bizlere tavsiyesi, iki hayat arasındaki hassas dengeyi yitirmemek, birisine
abartılı bir özen gösterirken diğerini ihmal etmemektir. Öteki âlemde huzura kavuşmak isteyenlerin, bu dünyada kendilerini ve çevrelerini
huzursuz edecek aşırılıklardan kaçınmaları şarttır. Allah Teâlâ, koymuş olduğu sınırları aşanları çok iyi bilir. 63 Onlar, zalimlerin ta kendileridir. 64
Onlar için âhirette elem verici bir azap vardır. 65
O hâlde Müslüman'ın, birey olarak dengeli bir hayat sürdürmesi, o hayatı yaratan, yarattığı her şeyi en güzel şekilde 66 ve bir ölçüye göre var
eden 67 Yüce Yaratıcı'nın koyduğu kanunlara uygun hareket etmesiyle mümkündür. İşte böyle bireylerden oluşacak bir toplum ancak, Cenâb-ı
Hakk'ın, “vasat ümmet” olarak tanımladığı 68 dengeli toplum olma vasfına hak kazanacaktır.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

EN ÇOK İLGİ GÖRENLER

HADİSLERLE İSLAM ANA MENÜ

HADİSLERLE İSLAM ANA MENÜ HADİSLERLE İSLAM CİLT 1 HADİSLERLE İSLAM CİLT 2 HADİSLERLE İSLAM CİLT 3 HADİSLERLE İSLAM CİLT 4 HA...