GAZİLİK YA ŞEHİT YA GAZİ
Ebû Hüreyre'nin naklettiğine göre,
Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:
“Allah yolunda yaralanan her bir yaralı muhakkak kıyamet gününde yarası kanayarak gelir. Rengi kan rengi, kokusu ise misk kokusudur.”
(B5533 Buhârî, Sayd, 31)
Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:
“Allah yolunda yaralanan her bir yaralı muhakkak kıyamet gününde yarası kanayarak gelir. Rengi kan rengi, kokusu ise misk kokusudur.”
(B5533 Buhârî, Sayd, 31)
***
Ebû Ümâme'nin naklettiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Sadakaların en değerlisi, Allah yolunda(ki mücahidlerin) gölgelenmesi için çadır (bağışlamak), bir
hizmetçiyi Allah yolunda (çalışmak üzere) hibe etmek veya at, deve gibi binilmeye uygun bir hayvanı Allah yolunda (kullanılmak üzere) bağışlamaktır.”
(T1627 Tirmizî, Fedâilü'l-cihâd, 5)
***
Zeyd b. Hâlid'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Her kim Allah yolunda savaşacak bir askeri (savaş için) donatırsa kendisi de savaşmış gibi
olur. Kim de Allah yolunda savaşa çıkan gazinin arkasından ailesine iyi bir şekilde göz kulak olursa o da savaşmış gibi olur.”
(M4902 Müslim, İmâre, 135)
***
Ebû Ümâme'den nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Kim savaşa katılmaz veya savaşa katılan bir gaziyi donatmaz ya da savaşa giden gazinin
ailesine iyi bir şekilde göz kulak olmazsa Allah onu bir felâkete uğratır.”
(D2503 Ebû Dâvûd, Cihâd, 17)
***
Abdullah el-Hatmî'nin naklettiğine göre, Hz. Peygamber (sav) bir orduyu uğurlamak istediği zaman, “Sizin dininizi, geride bıraktıklarınızı ve amellerinizin sonuçlarını
Allah'a emanet ediyorum.” buyururdu.
(D2601 Ebû Dâvûd, Cihâd, 73)
hizmetçiyi Allah yolunda (çalışmak üzere) hibe etmek veya at, deve gibi binilmeye uygun bir hayvanı Allah yolunda (kullanılmak üzere) bağışlamaktır.”
(T1627 Tirmizî, Fedâilü'l-cihâd, 5)
***
Zeyd b. Hâlid'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Her kim Allah yolunda savaşacak bir askeri (savaş için) donatırsa kendisi de savaşmış gibi
olur. Kim de Allah yolunda savaşa çıkan gazinin arkasından ailesine iyi bir şekilde göz kulak olursa o da savaşmış gibi olur.”
(M4902 Müslim, İmâre, 135)
***
Ebû Ümâme'den nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Kim savaşa katılmaz veya savaşa katılan bir gaziyi donatmaz ya da savaşa giden gazinin
ailesine iyi bir şekilde göz kulak olmazsa Allah onu bir felâkete uğratır.”
(D2503 Ebû Dâvûd, Cihâd, 17)
***
Abdullah el-Hatmî'nin naklettiğine göre, Hz. Peygamber (sav) bir orduyu uğurlamak istediği zaman, “Sizin dininizi, geride bıraktıklarınızı ve amellerinizin sonuçlarını
Allah'a emanet ediyorum.” buyururdu.
(D2601 Ebû Dâvûd, Cihâd, 73)
**************************
Uhud Savaşı'nın hemen ertesiydi. Evs ve Hazrec Kabilelerinin önde gelenleri, tehlikelerden emin olmak için Allah Resûlü'nün kapısında gecelemişlerdi. Düşman
uzaklaşmıştı, ama geri dönme ihtimali de yok değildi. Bu endişeden dolayı Allah Resûlü, sabah namazını kıldırdıktan hemen sonra Kureyş ordusunu takip etmek
üzere ashâbına toplanma emri verdi. Hz. Bilâl'e verdiği talimata göre bu gazâya yalnızca Uhud Savaşı'na katılan mücahidler iştirak edebilecekti. Resûlullah dâhil olmak
üzere, savaştan dönenlerin neredeyse tamamı yaralıydı. Ama Allah yolunda canlarını vermeye hazır olan bu mücahidler için bunun bir önemi yoktu. Üseyd b. Hudayr,
Kâ'b b. Mâlik ve daha birçokları yaralı olmalarına rağmen Resûlullah'ın çağrısına uyarak toplandılar ve yola çıktılar. Bu güzide insanlar, yaralı hâllerine aldırmıyor,
üstelik binek sıkıntısı da çekiyorlardı. Yarası hafif olanlar daha ağır durumda olanlara yardımcı oluyor, hatta onları sırtlarında taşıyordu. Kimsenin savaştan geri
kalmaması için herkes elinden geleni yapıyordu. Sa'd b. Ubâde gibi bazı kimseler de yiyecek temin etmişti. Tüm zorluklara rağmen, yetmiş fedakâr gazi Allah
Resûlü'nün çağrısıyla bir araya gelerek bütün varlıklarıyla, her şeye hazır olduklarını bir kere daha göstermişti. Hz. Peygamber, kendilerini Allah yoluna adamış bu
yürekli gazilerden hayır dualarını esirgemiyordu.
Hamrâü'l-Esed denilen mevkide konaklayan ordudan haberdar olan müşrikler, yolda rastladıkları insanlar aracılığıyla Müslümanlara tehditler gönderdiler. Savaştan
yeni çıkmış olmalarına rağmen Allah yolunda büyük bir kararlılıkla düşmanı bekleyen fedakâr mücahidlerin ise bu tehditlere karşı tek bir cevabı vardı: “Hasbünallâh
ve ni'me'l-vekîl.”(Allah bize yeter, O ne güzel vekildir.) Sonuçta düşman kendileriyle karşılaşmaya cesaret edemedi, ama müminler, uğruna seve seve canlarını vermeye
hazır bulundukları Rablerinden gelen övgülerle geri döndüler: “Onlar yaralandıktan sonra Allah'ın ve Peygamberi'nin davetine uyan kimselerdir. Onlardan güzel davranıp
iyilik edenlere ve Allah'a karşı gelmekten sakınanlara büyük bir mükâfat vardır. Onlar öyle kimselerdir ki halk kendilerine, 'İnsanlar size karşı ordu toplamışlar, onlardan korkun.'
dediklerinde, bu söz onların imanını artırdı ve 'Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!' dediler. Bundan dolayı Allah'tan bir nimet ve
lütufla kendilerine hiçbir fenalık dokunmadan geri döndüler ve Allah'ın rızasına uydular. Allah, büyük lütuf sahibidir.” 1
Ölümle burun buruna gelip yaşamanın değerini anladıktan sonra, henüz savaşın yorgunluğunu üzerlerinden atmamışken, üstelik yaraları da iyileşmemişken,
müminleri korkusuzca tekrar aynı tehlikeye atılmaya, belki de bu sefer ölmeye sevk eden şey, kuşkusuz cihad ruhu ve şehâdet arzusuydu. Zira Allah ve O'nun Resûlü
amellerin en değerlisinin cihad etmek olduğunu bildirmekteydi. 2 Şehitlik ise Allah katında eşsiz bir mertebeydi. 3 Yüce Allah kendi yolunda can veren şehitlerin,
“ölü” olarak anılmasını istemiyor, bilakis onların Rableri katında diri olduklarını ifade ediyordu. 4 İşte bu yüksek mertebeye erişmek, “Allah'ım! Dileğim senin yolunda
şehit olmak ve Resûlü'nün memleketinde ölmektir.” diyen Hz. Ömer gibi 5 bütün Müslümanların temennisi olmuş, Hz. Peygamber dahi, Allah yolunda tekrar tekrar
şehit olmayı arzuladığını dile getirmiştir. 6 Ancak şehitlik, Allah yolunda canını vermeye hazır bir mümin için, iki güzellikten biridir. 7 Savaşta şehit olmayıp sağ
olarak geri dönenler ise gazilikle şereflenir.
“Savaşmak, din uğruna cihad etmek” mânâsındaki “gazâ” kelimesinden türeyen “gazi” kelimesi, savaştan sağ olarak dönen kişilere verilen isimdir. Savaşta başarı
kazananlar için unvan olarak da kullanılan bu isim, en genel anlamda Allah yolunda, can mal, namus, vatan gibi kutsal değerler adına savaşan kimseleri ifade eder. 8
İslâm dininde, hakkın yücelmesi, adalet ve doğruluğun hâkim olması için hiçbir menfaat gözetmeden canla başla mücadele eden gazilere büyük değer verilmiş,
onların mallarıyla ve canlarıyla Allah yolundaki mücadelesi her türlü amelden faziletli sayılmıştır. 9 Onlar, bu gayretleriyle, geçerli bir özrü olmadığı hâlde düşmanla
mücadele etmekten uzak duran ve bu konuda çaba göstermeyen Müslümanlardan daha üstündürler. 10 Zira, “Hiç şüphe yok ki Allah, kendi yolunda, duvarları birbirine
kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever.” 11 Yüce Allah, en sıkıntılı anlarda dahi bu mücadeleden geri durmayanlardan öylesine memnuniyet duyar ki
arkadaşları bozguna uğrayınca bile savaşmaya devam eden kişi için meleklerine şöyle seslenir: “Benim katımdakileri (rahmetimi) arzulayıp benim katımdakilerden
(azabımdan) çekinerek savaşmaya dönen ve sonunda kanı dökülen şu kuluma bir bakın!” 12 Özellikle, Hamrâü'l-Esed'deki yiğit sahâbîler gibi savaş meydanında yara
aldıktan sonra bile cihada çağrıldıklarında yine koşa koşa giden iyilik ve erdem sahibi gaziler için çok büyük mükâfatların olduğunu müjdeler. 13
Resûlullah ise Allah'ın rızasını kazanmak için savaşa çıkan ve bunun gereğini en güzel şekilde yerine getiren kişinin uykusunun da uyanıklığının da sevap
kazandıracağını bildirmiş 14 ve gazileri “Allah'ın elçileri” olarak tanımlamıştır. 15 Gazilerin savaşta döktüğü kanın ve aldığı yaraların Allah katındaki değerini ifade eden
Resûlullah, 16 onların âhiretteki hâlini şöyle tasvir etmiştir: “Allah yolunda yaralanan her bir yaralı muhakkak kıyamet gününde yarası kanayarak gelir. Rengi kan rengi,
kokusu ise misk kokusudur.” 17
Yüce Allah'ın ve O'nun Sevgili Elçisi Hz. Peygamber'in cihad, şehitlik ve gazilikle ilgili övgü dolu sözleri ve müjdeleri Müslümanlar için teşvik edici olmuş, Allah
yolunda şehit yahut gazi olmak en şerefli ülkü addedilmiştir.
Şehit olsalar da gazi kalsalar da Rableri katında büyük mükâfatlara erişeceklerini bilen 18 müminler, “Ölürsem şehit, kalırsam gazi!” anlayışıyla her savaşta yer almaya
çalışmış, düşmana karşı canla başla mücadele etmişlerdir. Savaştan muaf tutulmalarına rağmen 19 Amr b. Cemûh 20 ve İbn Ümmü Mektûm 21 gibi engelli sahâbîler
dahi Allah yolunda mücadeleden geri durmamışlardır. Bu uğurda kimi zaman şiddetli soğuğa maruz kalmışlar, 22 kimi zaman da günlerce açlıkla mücadele
etmişlerdir. 23 Sevdiklerini gözlerinin önünde kaybetmiş, onları saracak kefen dahi bulamamışlardır. 24 Bedenlerine isabet eden oklar kendilerini yıldıramamış, hiçbir
şey onları Allah yolunda cihad etmekten alıkoyamamıştır. Örneğin, Müslümanların en zorlu sınavlarından biri olan Uhud Savaşı'nda sahâbenin seçkin simalarından
Ebû Talha, Resûlullah'a bir zarar gelmemesi için çırpınarak kendi bedenini ona kalkan yapmış 25 ve yaralanan eli çolak olmuştur. 26 Resûlullah'ın amcası Enes b.
Nadr, Bedir Savaşı'na katılamamanın üzüntüsüyle Uhud'da düşmanla kıyasıya çarpışmış, şehit düştüğünde ise vücudunda seksen küsur yara izi tespit edilmiştir. 27
Zübeyr b. Avvâm ise Allah Resûlü ile birlikte katıldığı savaşlar sonucu yara almamış hiçbir organının kalmadığını söyleyerek 28 gaziliğiyle iftihar etmiştir.
Allah yolunda böylesine mücadele eden gazilere destek olmak, onların ihtiyaçlarını gidermek dinî ve milli bir sorumluluktur. Sabırla, ihlâsla, kararlılıkla savaşa devam
edenlerin kul borcu dışındaki tüm günahlarının bağışlanacağını bildirerek 29 onlara daima mânevî açıdan destek olan Resûlullah, müminleri gazilere her konuda
yardımcı olmaya teşvik etmiştir. Cihada çıkan müminlerin imkânsızlıklarını gördüğünde gazilere, “Ey muhacir ve ensar topluluğu! Kardeşleriniz arasında malı ve akrabası
olmayan kimseler var. Her biriniz onlardan iki veya üç kişiyi bağrına bassın.” diyerek
bineği olmayan, kendisine bu konuda yardımcı olabilecek yakınları da bulunmayan gazilere diğerlerinin yardımcı olmasını istemiştir. Bu olayı aktaran Câbir b.
Abdullah, “Bunun üzerine ben de (mücahidlerden) iki veya üç kişiyi yanıma aldım. Benim de onlar gibi, kendi deveme yalnızca sıram geldiğinde binme hakkım
vardı.” 30 sözleriyle yaşanan durumu tasvir etmiştir. Aynı şekilde Hz. Osman gibi malî durumu iyi olan bazı sahâbîler büyük servetler harcayarak orduya gerekli
malzemeleri temin etmiş, 31 kimisi de evindeki yemeği 32 Allah yolundaki erlerle paylaşmış, böylece herkes imkânı ölçüsünde üzerine düşeni yapmaya gayret etmiştir.
Zira Hz. Peygamber'in bildirdiğine göre, “Sadakaların en değerlisi, Allah yolunda(ki mücahidlerin) gölgelenmesi için çadır (bağışlamak), bir hizmetçiyi Allah yolunda (çalışmak
üzere) hibe etmek veya at, deve gibi binilmeye uygun bir hayvanı Allah yolunda (kullanılmak üzere) bağışlamaktır.” 33 Savaşa bizzat katılmayan mümin hanımlar da ordunun
yemek ve su ihtiyacını görerek gazilere hizmette bulunmuş, onların eşyalarına göz kulak olmuş, yaralıların tedavisiyle ilgilenerek 34 gerektiğinde yaralananları ve şehit
olanları Medine'ye sevk etmişlerdir. 35 Uhud Savaşı hakkında bilgi veren Enes b. Mâlik'in aktardığı şu manzara hanımların savaş meydanlarındaki gayretlerini temsil
eden güzel bir örnektir: “Âişe bnt. Ebû Bekir ile Ümmü Süleym'i eteklerini toplamış (koşturur) hâlde gördüm... Su tulumlarını sırtlarında taşıyor, sonra gazilerin
ağızlarına su veriyor, bilâhare dönüp tekrar dolduruyor ve gelerek yine ağızlarına su veriyorlardı...” 36 Zira Allah Resûlü, gazilere hizmet eden müminlere şu müjdeyi
vermişti: “Kim bir gazinin gölgelenmesi için (çadır bağışlarsa) Allah da kıyamet günü onu gölgelendirir. Kim bir gaziyi başkasına muhtaç olmayacak şekilde donatırsa, ölünceye
kadar gazi gibi sevap kazanır.” 37
Allah yolunda cihad söz konusu olunca Müslümanların her biri elinden geleni yapmaya özen göstermiş, ancak hiç şüphesiz gazilere en büyük yardım Rableri katından
gelmiştir. Yüce Allah, kendi rızasını kazanma gayretiyle canını hiçe sayan bu müminleri asla yalnız bırakmamış, maddî ve mânevî yardımlarıyla her an kendileriyle
birlikte olduğunu onlara hissettirmiştir. Zira Resûlullah'ın bildirdiği üzere Allah yolunda savaşa çıkan gaziler, ruhlarını cennet karşılığında teslim edinceye veya sevap
ve kazançla yurtlarına geri dönünceye kadar Rahmân'ın koruması altındadırlar. 38 Yüce Allah onların gönüllerine huzur ve sekîneti hâkim kılmış, 39 kendilerine
güven vermiş ve onları yağmur ile ferahlatmıştır. 40 Bazen düşmanı az göstermiş, 41 bazen de onları gökten indirdiği melek ordularıyla 42
desteklemiştir. Kimi zaman, “...Siz acı duyuyorsanız kuşkusuz onlar da sizin acı duyduğunuz gibi acı duyuyorlar. Üstelik siz Allah'tan onların ümit edemeyecekleri şeyleri
umuyorsunuz...” 43 diyerek onları teselli etmiş, kimi zamansa, “Gevşemeyin, hüzünlenmeyin. Eğer (gerçekten) iman etmiş kimseler iseniz üstün olan sizlersiniz.” 44 diyerek
ümitlerini yeşertmiştir. Kâh kalplerine korku salarak, 45 kâh fırtına ve görünmeyen ordular yollayarak 46 düşmanlarını âciz bırakmış, sabrederek Hak yolunda
mücadele etmeleri hâlinde kendilerinden yüz kat fazla düşmana galip gelecekleri müjdesiyle 47 onları yüreklendirmiştir. Savaşların sonunda ise kendilerine helâl
kıldığı ganimetlerle ödüllendirmenin yanı sıra onları övgü dolu âyetlerle de şereflendirmiş ve Hak yolundaki mücadelelerini Yüce Kitabı'nda ölümsüzleştirmiştir. 48
Savaşa çıkan gazilere yardımcı olmak kadar onların geride bıraktığı ailelerini gözetmek ve mallarına sahip çıkmak da Müslümanlar üzerine bir vazifedir. Bunun
önemini, “Her kim Allah yolunda savaşacak bir askeri (savaş için) donatırsa kendisi de savaşmış gibi olur. Kim de Allah yolunda savaşa çıkan gazinin arkasından ailesine iyi bir
şekilde göz kulak olursa o da savaşmış gibi olur.” 49 sözleriyle ifade eden Resûlullah, bir gaziyi uğurlayıp onun geride bıraktıklarına gece ya da gündüz her hangi bir vakit
göz kulak olmanın, kendisine dünyadan ve onun içinde bulunan her şeyden daha sevimli geldiğini dile getirmiştir. 50 Zira dinî ve vatanı korumak üzere cihada giden
mücahidlerin geride bıraktıkları aileleri ve malları diğer Müslümanlara birer emanettir. Hz. Peygamber, “Savaşa çıkan mücahidlerin (geride bıraktıkları) hanımlarının
namusu, geride kalan erkekler için annelerinin namusu gibidir. Geride kalanlardan kim bir mücahidin ailesine bakmayı üstlenip sonra da ona ihanet ederse kıyamet günü o
mücahid için durdurulur ve mücahid onun amelinden dilediğini alır. Siz ne düşünüyorsunuz? (Yaptığı işin cezasız kalacağını mı zannediyorsunuz?)” 51 buyurmuş ve gazilerin
aileleri ve malları için hayırlı birer vekil olmaları hususunda onları teşvik etmiştir. 52 Bununla birlikte savaşa katılmayan, katılanlara hiçbir şekilde destek olmayıp
onların ailelerini koruyup kollamayan kişinin ise Yüce Allah tarafından bir felâkete uğratılacağını haber vermiştir. 53 Aynı şekilde savaş sonrasında yaralanan ve belli
ölçüde kendisine bakamayan gazilerin ihtiyaçlarını gidermek, bakımlarını üstlenmek de onlara olan vefa borcunun bir gereğidir.
Sevgili Peygamberimiz din ve vatan savunması için yola düşen gazileri, “Yüce Allah'ın heyeti” olarak nitelemiş, 54 onları uğurlarken, “Sizin dininizi, geride bıraktıklarınızı
ve amellerinizin sonuçlarını Allah'a emanet ediyorum.”
diye dua etmiştir. 55 Bu yüzden İslâm tarihinde Allah yoluna baş koyan gaziler savaşlara daima törenle uğurlanmış ve dönüşlerinde de sevinçle karşılanmışlardır.
Örneğin, Tebük Seferi'nden dönen Sevgili Peygamberimizi ve beraberindeki gazileri çoluk çocuk bütün Medineliler Veda Tepesi'nde karşılamış 56 ve onları sevinçle
bağırlarına basmışlardır.
İslâm dinindeki gazâ anlayışı toplumumuzda oldukça etkili olmuş, gazilik geleneği yüzyıllarca yaşatılmıştır. Bu geleneğin etkisiyle Osman Gazi ve Battal Gazi
örneklerinde görüldüğü üzere zafer kazanan kahramanlara, hatta savaşa bizzat çıkmayan başarılı hükümdarlara ve kurtuluş savaşı kumandanlarına şeref unvanı olarak
“gazi” sıfatı verilmiştir. “Gazi”, yeri gelmiş çocuklarımıza, yeri gelmiş halkının savaşta gösterdiği yiğitlikten dolayı, şehirlerimize isim olmuştur. Sadece gazi kelimesi
değil onun Türkçe karşılığı olan Alp, Alperen kelimeleri de aynı şekilde kültürümüzde yoğun olarak kullanılmıştır. Türkü ve destanlarımızda da silinmez izler bırakan
gazâ ve gazilik geleneği, “gazâvatnâme” adlı bir edebî tür oluşturarak medeniyetimizin simgelerinden biri hâline gelmiştir. 57
Günümüze kadar devam edegelen bu gelenek, ülkemizde hâlâ canlı biçimde yaşatılmaktadır. Din ve vatan uğruna askerlik görevini yerine getirmek üzere yola çıkan
askerlerimizin ellerine kınalar yakılmakta, tekbir ve dualarla uğurlanan gençler, döndüklerinde sevinç ve onurla karşılanmaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder