Kabir Ebediyete Açılan Kapı
Hz. Osman'ın azatlı kölesi Hâni' anlatıyor:
Osman b. Affân bir kabrin başında durduğunda sakalı ıslanıncaya kadar ağlardı. Bir defasında ona, 'Cenneti ve cehennemi düşünürken ağlamıyorsun da
bunun için mi ağlıyorsun?' denildiğinde şöyle cevap verdi: 'Resûlullah (sav) buyurdu ki, 'Kabir, âhirete giden yoldaki konaklama yerlerinden ilkidir. Kişi ondan
sağ salim kurtulursa sonrası daha kolay olur. Eğer kurtulamazsa ondan sonrası daha çetin gelir.'”
(İM4267 İbn Mâce, Zühd, 32; T2308 Tirmizî, Zühd, 5)
****
Abdullah b. Ömer'den (ra) rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Biriniz öldüğü zaman, ona, varıp yerleşeceği yeri sabah akşam gösterilir.
O kimse cennet ehlinden ise cennetliklerin yeri, cehennem ehlinden ise cehennemliklerin yeri gösterilir. Ve ona, 'İşte senin yerleşeceğin yer burasıdır. Sonunda kıyamet
günü Allah seni buraya gönderecek.' denilir.”
(B1379 Buhârî, Cenâiz, 89)
***
Enes b. Mâlik'in naklettiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Kul, kabrine konduğu ve yakınları dönüp gittiği zaman onların ayak seslerini işitir.
Ardından ona iki melek gelerek kendisini oturturlar ve 'Bu zât hakkında ne dersin?' diye (peygamberini) sorarlar. Eğer o kul mümin ise, 'Şehâdet ederim ki o Allah'ın
kulu ve Resûlü'dür.' diye cevap verir. Ona, 'Cehennemdeki yerine bak! Allah onun yerine sana cennetten bir yer verdi.' denilir.” Allah'ın Peygamberi (sav), “O kişi her
iki yerini birden görür.” buyurdu.
(M7216 Müslim, Cennet, 70)
***
Ebû Hüreyre (ra) anlatıyor: “Resûlullah (sav) şöyle dua ederdi: 'Allah'ım, kabir azabından, cehennem azabından, hayatın ve ölümün fitnesinden, Mesih Deccâl'in
fitnesinden sana sığınırım.' ”
(B1377 Buhârî, Cenâiz, 87)
******************
Medineli genç sahâbîlerden Berâ' b. Âzib'in anlattığına göre, bir gün Resûlullah (sav) bazı dostlarıyla birlikte ensardan bir adamın cenazesine katıldı. Onu
defnetmek üzere Bakî' Mezarlığı'na vardıklarında mezarın kazılması henüz tamamlanmamıştı. Nebî (sav) ve ashâbı, kabrin yanına oturdular. Ashâb sanki
başlarının üzerinde bir kuş varmış gibi hiç kımıldamadan sessizce Allah Resûlü'nün bir şeyler söylemesini beklediler. O esnada Allah'ın Elçisi elindeki bir
çöple yere çizgiler çiziyordu. Derken başını kaldırıp birkaç kez, “Kabir azabından Allah'a sığının.” buyurdu ve ekledi, “Muhakkak ki ölü, kendisine, 'Ey adam,
Rabbin kim? Dinin ne? Peygamberin kim?' diye sorulduğu sırada (kendisini defnettikten sonra) dönüp giden insanların ayak seslerini işitir. İki melek gelir ve oturarak
ona, 'Rabbin kim?' diye sorarlar. 'Rabbim Allah'tır.' der. 'Dinin ne?' diye sorarlar. 'Dinim İslâm'dır.' diye cevap verir. 'İçinizden görevlendirilen bu adam kim?' diye
sorduklarında ise, 'O Allah'ın Resûlü'dür.' diye cevap verir. Sonra melekler, 'Bunu nereden öğrendin?' diye sorunca o, 'Ben Allah'ın Kitabı'nı okudum, O'na inandım ve
O'nu tasdik ettim.' karşılığını verir ki bu durum âdeta, “Allah, inananları dünya hayatında da âhirette de sağlam bir sözle sabit kılar.” 1 âyetinin bir tecellisidir. Bunun
üzerine gökten bir ses, 'Kulum doğru söyledi. Ona cennetten bir yer hazırlayın, onun için cennete (giden) bir kapı açın ve ona bir cennet elbisesi giydirin.' der. Hemen
arkasından o kula cennetin esintisi ve hoş kokusu gelmeye başlar ve daha kabrinde iken ufku gözünün alabildiğince açılıp genişler. Kâfirin ruhu cesedinden ayrıldığında
da ona iki melek gelir. Yanına oturarak 'Rabbin kim?' diye sorarlar. O, 'Ah ah! Bilmiyorum.' diye cevap verir. Sonra 'Dinin ne?' diye sorarlar. Yine 'Ah ah! Bilmiyorum.'
der. 'İçinizden görevlendirilen bu adam kim?' diye sorduklarında kâfir, 'Ah ah! Bilmiyorum.' diye cevap verir. Bunun üzerine gökten bir münâdi, 'Ona cehennemden bir
yer hazırlayın. Cehennem elbiselerinden bir elbise giydirin. Ve ona cehenneme (giden) bir kapı açın.' diye seslenir. O sırada cehennemin sıcağı, yakıcı havası kendisine
gelmeye başlar. Böylece kabri, kendisine öyle bir daraltılır ki kaburga kemikleri birbirine girer...” 2
Bu hadiste anlatılanlardan insanın kabir hâlinin, ömrünün bir aynası olduğu anlaşılmaktadır. Arapçada, “ölünün gömüldüğü yer” anlamında “kabir”,
“kabirlerin bulunduğu yer” anlamında ise
“makber” veya “makbere” kelimeleri kullanılır. 3 Türkçede ise kabrin karşılığı olarak Arapçada “ziyaret edilen” yer anlamındaki “mezar” kelimesi kullanılır.
Kab(i)r kelimesi, Kur'an'da daha çok yeniden dirilişin anlatıldığı âyetlerde, “insanların kabirlerinden çıka(rıla)cağını” ifade ederken “kubûr” şeklinde çoğul
olarak kullanılmıştır. 4
İnsanı bir nutfeden (sperm) yarattıktan sonra ona bir tabiat ve biçim verdiğini, sonra da hayat yolunu onun için kolaylaştırdığını belirten Yüce Allah,
nihayet onu öldürüp kabre koyduğunu ve dilediği bir zamanda onu tekrar dirilteceğini buyurmaktadır. 5 Böylece toprağa gömülerek yaratıldığı öze geri
döndürülen insan, orada Allah'ın dilediği vakte kadar bekletilecek ve yeniden diriltilecektir. İslâm geleneğinde ölümle yeniden diriliş arasındaki bu süreç
“berzah âlemi” olarak isimlendirilir. İki şey arasındaki engeli ifade etmek için kullanılan “berzah” kelimesi, 6 Kur'an'da, “öldükten sonra diriliş gününe (ba's)
kadar insanın dünyaya tekrar dönmesine engel olan şey” 7 anlamında kullanılır.
Kıyamet, yeniden diriliş süreci, hesap günü ve cennet cehennem hayatına dair zaman zaman ayrıntılı bilgiler veren Kur'an, ölümle yeniden diriliş arasındaki
sürece, diğer bir ifadeyle kabir ahvaline ilişkin açık bir mâlûmat sunmamıştır. Ancak Kur'an'da Medine'deki münafıklardan bahsedilirken onların iki defa
azap göreceklerine ve sonra da büyük bir azaba iletileceklerine, 8 yine Firavun ailesinden söz edilirken onların sabah akşam en kötü azaba maruz
kalacaklarına, kıyametin kopacağı günde de azabın en şiddetlisine duçar olacaklarına 9 dair ilâhî beyanlar birçok âlim tarafından kabir azabı olarak
yorumlanmıştır. Bazı âyetler ışığında münafıklar ve inkârcılar için bu değerlendirmeler yapılmasına karşın inanan ve salih amel işleyenlerin kabirde
görecekleri mükâfata ilişkin doğrudan veya dolaylı olarak herhangi bir Kur'an âyetine işaret edilmediği görülmektedir.
Kur'an'da, âhirette hesaba çekilmek üzere yeniden diriltilen insanların, kabirlerinde çok az bir süre kaldıklarını zannetmeleri 10 veya kıyamet gününü
gördüklerinde dünyada sadece bir akşam vakti ya da kuşluk zamanı kadar kalmış gibi hissetmeleri, 11 yine sûra üfürüldüğünde birden kabirlerinden kalkıp
koşarak Rablerine giden insanların, “Eyvah, eyvah! Bizi kabrimizden kim kaldırdı?” 12 gibi şaşkınlık ifadeleri sarf etmeleri onların kabirlerinde herhangi bir
şey yaşamadıkları yorumlarına da yol açmış, böylece kabir sorgusu veya ahvali hakkında hâkim görüşün aksine farklı bir eğilim de İslâm düşüncesinde
kendine yer bulmuştur.
Hadis kaynaklarında ise mümin olsun kâfir olsun insanoğlunun kabir hayatına dair birçok rivayetle karşılaşmak mümkündür. Bu rivayetlerin içeriğine
baktığımızda kabir sorgusu ve azabının ön planda olduğunu görürüz. Hz. Âişe'nin aktardığına göre bir gün, kendisinden yiyecek bir şeyler istemeye gelen
bir Yahudi kadın şöyle dua etti: “Allah seni kabir azabından korusun.” Müminlerin annesi, biraz sonra yanına giren Resûlullah'a (sav), “Ey Allah'ın Resûlü!
İnsanlara kabirde azap ediliyor mu?” diye sordu. Allah'ın Elçisi, “Bundan Allah'a sığınırım.” buyurdu ve hemen bir binite binerek oradan ayrıldı. Güneş
tutulmuştu. Nebî (sav) merkebinden inerek namazgâha geldi ve insanlara uzun bir namaz kıldırdı... Güneş de açılmıştı. Peygamber (sav) şöyle buyurdu:
“Deccâl fitnesi (ile imtihan edildiğiniz) gibi kabirlerinizde de imtihana çekileceksiniz.” Hz. Âişe validemiz, Allah Resûlü'nün bu olaydan sonra kabir azabından
Allah'a sığınmaya başladığını söylemektedir. 13
Resûlullah, “Allah'ım, kabir azabından, cehennem azabından, hayatın ve ölümün fitnesinden, Mesih Deccâl'in fitnesinden sana sığınırım.” 14 buyurarak kabir
azabından Allah'a sığınmış ve kabirde azap gören kimselerin sesini işittiğinde dehşet içinde ashâbına bu durumdan Allah'a sığınmalarını söylemiştir. 15
Cenaze namazını kıldırdığı ölünün arkasından, “Allah'ım! Onu kabir fitnesinden ve cehennem ateşinden koru!” diye dua eden 16 Merhamet Elçisi (sav), Ebû
Seleme vefat ettiğinde de onun için Allah'tan af dilemiş ve kabrini genişletmesini niyaz etmiştir. 17
“Fitne” kelimesi Kur'an'da “azap” 18 ve “işkence” 19 gibi anlamlar için kullanılmakla birlikte “imtihan” anlamına da gelmektedir. 20 Bu durumda hadiste
ifade edilen “kabir fitnesi/azabı” dediğimiz şey aslında bir ön sorgulama gibi anlaşılmaktadır. 21 Dolayısıyla bu sorguları iyi geçmeyenlerin, büyük hesap
gününe kadar kabirlerinde ruhî bir sıkıntı veya daralma yaşayacak olmalarını ifade etmektedir. Nitekim Hz. Peygamber, küsûf yani güneş tutulması
namazını kıldırdıktan sonra yaptığı konuşmasında ashâba hitaben, “Bana, kabirlerde imtihana tâbi tutulacağınız vahyolundu.” dedikten sonra biri mümin
diğeri de kâfir/münafık olmak üzere iki kişiye, kendisinin peygamberliğine inanıp inanmadıklarının sorulacağından bahsetmektedir. 22 Ayrıca bir başka
rivayette, Allah Resûlü kabir fitnesine şu şekilde açıklık getirmektedir: “Biriniz öldüğü zaman, ona varıp yerleşeceği yeri sabah akşam gösterilir. O kimse cennet
ehlinden ise cennetliklerin yeri, cehennem ehlinden ise cehennemliklerin yeri gösterilir. Ve ona, 'İşte senin yerleşeceğin yer burasıdır. Sonunda kıyamet günü Allah seni
buraya gönderecek.' denilir.” 23
Kur'an'a göre nasıl melekler, henüz ölmemiş ancak ölümün pençesindeki inkârcılara cehennem azabını müjdeliyorsa 24 bu rivayet de cennetlik ve
cehennemlik olanların daha kabirdeyken âhiretteki durumlarının ne olacağına dair işaretler almaya başladığını ifade etmektedir. Hz. Peygamber'in, “Kabir,
cennet bahçelerinden bir bahçe veya cehennem çukurlarından bir çukurdur.” 25 şeklindeki sözlerinin anlamı da budur.
Bu hâli şöyle bir benzetmeyle de izah edebiliriz: Kabirde sıkıntı yaşayacak cehennemlik insanın durumu, herhangi bir suç isnadıyla gözaltına alınıp
bekletilen kimsenin durumu gibidir. İtham edildiği suçu işlediği için hâkim önüne çıkana kadar o kısacık gözaltı süresi o kişi için aylara, yıllara dönüşecek,
gözaltı mekânı da kendisine dar gelecek, oraya sığamayacaktır. Bu durumun ciddiyetinden olmalıdır ki Hz. Osman'ın azatlısı Hâni'in (ra) aktardığına göre,
Osman b. Affân bir kabrin başında durduğunda sakalı ıslanıncaya kadar ağlardı. Bir defasında ona, “Cenneti ve cehennemi düşünürken ağlamıyorsun da
bunun için mi ağlıyorsun?” denildiğinde şöyle cevap verdi: “Resûlullah (sav) buyurdu ki, 'Kabir, âhirete giden yoldaki konaklama yerlerinden ilkidir. Kişi ondan
sağ salim kurtulursa sonrası daha kolay olur. Eğer kurtulamazsa ondan sonrası daha çetin gelir.' ” 26
Allah Resûlü'nün sırf âhireti hatırlattığı için kabir ziyaretlerini teşvik etmesinden de 27 anlaşılacağı üzere kabir ahvali hem mümin hem de kâfir için âhiret
ahvalinin bir habercisi olarak düşünülmelidir. Bu bakımdan Kur'an'da da sıklıkla rastladığımız gibi nasıl ki Hz. Peygamber (sav), inananları kötü bir
davranıştan sakındırmak için zaman zaman “cehennemle korkutma” yöntemine başvurmuşsa aynı şekilde onları “kabir azabıyla” da uyarmıştır. Bu
bağlamda kabir azabının elbiseye sıçrayan idrarla, ulu orta tuvalet ihtiyacını gidermekle, gıybetle veya koğuculukla ilişkisine işaret eden rivayetler dikkat
çekmektedir.
İbn Abbâs'ın naklettiğine göre, Allah'ın Elçisi bir gün Zeyd b. Hârise'nin eşi Ümmü Mübeşşir'in 28 bahçesine uğradı. Derken orada kabirlerinde azap
görmekte olan iki insanın sesini işittiğini söyleyen Hz. Peygamber (sav), birinin, “insanlardan gizlenmeden tuvalet ihtiyacını gidermesi”, diğerinin de “laf
taşıması” sebebiyle bu azaba müstahak olduğunu söyledi. Ardından yeşil bir hurma dalı isteyen Hz. Peygamber, dalı iki parça yaptı ve her birinin kabri
üzerine bir parça koydu. Oradakiler, “Yâ Resûlallah! Bunu niçin yaptın?” diye sorunca, Allah Resûlü, “Bu dallar kurumadıkları müddetçe onların azabı hep
hafifletilir.” 29 buyurdu.
Terğîb-terhîb (teşvik edici-sakındırıcı) türü bu rivayet bir taraftan söz konusu olumsuz davranışlardan sakındırırken diğer taraftan da ağaç dikmeye teşvik
etmektedir. Nitekim Resûl-i Ekrem'in bu uygulamasından kabir alanlarının yeşillendirilmesi tavsiyesini çıkaran Müslümanlar, sıklıkla ziyaret ettikleri
kabristanları ağaçlandırmaya özen göstermişlerdir.
Bazı sahâbîlerin aktardığına göre ise Hz. Peygamber, “idrardan sakınmayıp onu üzerine sıçratan” ın kabir azabına duçar olacağını söylemiştir. 30 Ayrıca kabir
azabıyla ilgili olarak yukarıda yer verdiğimiz Hz. Âişe ile Yahudi kadın arasında geçen konuşmada Yahudi kadının, “Kabir azabı, üzerimize sıçrattığımız
idrardandır.” dediği yer almaktadır. Hz. Âişe'nin buna inanmaması üzerine yaşlı kadın, Yahudilerin, idrarın bulaştığı elbise, deri ne varsa hepsini makasla
kestiklerini söylemiştir. Bu tartışmayı sonradan eşinden dinleyen Resûlullah, o kadını tasdik etmiş ve o günden sonra namazlarının akabinde yaptığı
dualarına şu cümleyi de eklemiştir: “Cebrail'in, Mîkâil'in, İsrafil'in Rabbi! Beni cehennem ateşinden ve kabir azabından koru.” 31 Kabir azabı-idrar bağlantısı bir
rivayette de şu şekilde ifade edilmiştir: “Kabir azabının çoğu, üzerine idrar sıçramasından kaynaklanır.” 32 Böylece Allah Resûlü kabir azabını hatırlatmak
suretiyle müminlerden hayatlarının her anına çeki düzen vermelerini istemiş, bu bağlamda idrarlarını yaparken üzerlerine sıçratmamaları hususunda
dikkatli olmalarını söyleyerek temizliğe azami derecede gayret göstermeleri gerektiğini belirtmiştir.
Hadislerde kabirde azap görme sebebi olarak zikredilen hususlardan biri de Allah Resûlü'nün (sav) câhiliye âdetlerinden biri olarak ifade ettiği 33 “niyâha”
yani ölünün arkasından veya kabri başında saç baş yolunarak, yüz ve diz dövülerek ağıt yakılmasıdır. Buna göre hadiste, “Ölü, ardında kalanların kendisi için
feryat ve figanla ağlamasından dolayı azap görür.” buyrulmuştur. 34 Hz. Âişe'ye, Abdullah b. Ömer'in, hadisi bu şekilde rivayet ettiği hatırlatıldığında
müminlerin annesi şu açıklamayı yapmıştır: “Allah, Abdullah'a merhamet etsin! Bir şeyler duymuş ama anlaşılan iyi belleyememiş. Gerçek şu ki
Resûlullah'ın (sav) yanından bir Yahudi cenazesi geçti. O esnada Yahudiler de o cenazeye ağlıyorlardı. Bunun üzerine Allah'ın Elçisi, 'Siz ona ağlıyorsunuz,
halbuki o azap görüyor.' buyurdu.” 35 Hz. Âişe'ye göre, Allah Resûlü burada iki farklı durumdan söz etmiş, rivayeti aktaranlar ise bunu bir sebep sonuç
ilişkisi olarak anlamış ve nakletmişlerdir.
Allah Resûlü benzeri bir uyarıyı da yolsuzluk yapmak suretiyle kamuya ait mala gözünü dikenler hakkında yapmıştır. Hz. Peygamber'in
azatlısı Ebû Râfi'in anlattığına göre, bir gün Bakî' Mezarlığı'na uğrayan Resûlullah (sav), bir kabrin başucuna gelerek, “Yazık sana! Yazık sana!” diye seslendi.
Nebî'nin (sav) bunu kendisine söylediğini zanneden Ebû Râfi, derhâl mezarın başından geri çekilince azatlısının endişesini fark eden Allah'ın Elçisi şöyle
buyurdu: “Bunu sana söylemedim. Şu kabrinin yanından geçtiğimiz kimse var ya, vaktiyle onu zekât toplamak için göndermiştim de o zekât malından bir gömlek
aşırmıştı. Şimdi o gömleğe karşılık olarak ona ateşten bir zırh giydirildi.” 36
Bütün bu rivayetlerden anlaşılıyor ki Hz. Peygamber (sav) muhatapları üzerinde kalıcı tesirler bırakacağını bildiği için kabir azabıyla uyarmak suretiyle
sakındırmak istediği bazı önemli hususlara dikkat çekmiştir. Böylece kabirdekiler üzerinden temizlik, edep, hayâ, gıybet, hırsızlık ve ölüye aşırı ağıt gibi
değişik hususlarda ashâbını titiz olmaya davet etmiş, Ehl-i kitap geleneğinde de var olan kabir azabı inancını etkin bir uyarı unsuru olarak dillendirmiştir.
Kabir ahvaline dair Kur'an'da açık bir işaretin olmayışına dayanan ve hesap gününün yeniden dirilişten sonraki bir sürece tekabül etmesi gerçeğinden
hareketle, kabirdeki sorgu veya cezalandırılmanın yargısız infaz olacağını ileri süren, dolayısıyla kabir azabına temkinli yaklaşan bir düşünce tarih boyunca
var olagelmiştir. Ancak berzah âleminin, âhirete nispetle insana daha yakın bir süreç olduğu gerçeği, hatta insanların kabirlerle iç içe yaşıyor olmaları göz
önüne alındığında “kabir sorgusu veya azabı”, “kabrin daralması”, “cehennem çukurlarından bir çukur olması” gibi kabir ahvaliyle ilgili uyarıların insanın
sorumluluk bilinci üzerinde ne kadar olumlu tesirler icra edeceği muhakkaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder